Thassos yazımı hazırlamakta biraz gecikmiş olduğumun, özendirici olması durumunda planların mevsim itibariyle gelecek yaza kalacak olması nedeniyle de zan altında kalacağımın farkındayım. Ama zaten ben de Eylül başında bu kaçamağı gerçekleştirmiş ve yalnızca 3 gün ayırabilmiş olduğum için yüreklerinize su serpeyim: henüz adanın yalnızca 1/3’ünü gezebildim. Önümüzdeki yaz için benden de bir plan gelecek!
Ege Denizi üzerinde konumlanmış Thassos, Keramoti’ye bakan yemyeşil bir Yunan adası. Bu ada öyle özel bir ada ki koylarını gördüğünüzde, yollarında direksiyon çevirdiğinizde kendiniz de hissedeceksiniz –tabi doğa aşığıysanız-.
İlk günü ele aldığım bu yazıda gidiş maceramızı yazının sonuna iliştirdim. Oldukça uzun ve biraz da heves kırıcı yorumlarım var, bu güzel adayı gölgelesin istemiyorum. Gidiş, araba kiralama gibi detaylar için sona bakınız lütfen:)
Kavala’dan günaydın görseliyle başlıyoruz!
Thassos’a ulaştığımızda, gece otobüs yolculuğu yaptığımız için yorgun bedenlerimizi otelimizin sahibinin de önerisiyle sırayla Golden ve Paradise Beach’e atıyoruz(Bu arada seçtiğimiz otel oldukça butik ve temiz. Sahibi Bobit çok misafirperver ve yardımsever, gideceklere önerimdir Hotel Athanasia) .
Golden Beach, gezdiğimiz koylar arasında en uzun plaja sahip olanı. Bir çok cafe ve restoranın hizmet verdiği bu plajda huzurlu bir şekilde denize girmek mümkün. Ancak söyleyebilirim ki çok da uzun kalmanın gereği yok, çünkü adada büyüleyici başka duraklara vakit ayırmak isteyeceksiniz.
Önce Yunan birasının tadına bakıyoruz ufak atıştırmalıklar eşliğinde, sonra ise Yunanistan mutfağının en meşhur parçalarından frappeye geçiyoruz. Tatil boyunca kaç kez frappe içtiğimi sayamadım. Gerçekten buralarda olması gereken haliyle hazırlayan bir cafe ben bulamadım, siz bulursanız haber edin lütfen;)
Yollarda vakit geçirmek İstanbul’un aksine muazzam bir keyif:
İkinci durağımız Paradise Beach, yolu itibariyle araba kiralayıcılarının gitmenize izin vermediği plajlar listesinde. Bu adamlar İstanbul’un kıyı bucak yollarını görselerdi ne yaparlardı bilemiyorum ama, yolda göz korkutan hiçbir şey olmadığına sizi temin ederim.
Yeşil bitki örtüsünün aksinin denize rengini verdiği bu cennet koyda, gün biraz erken batıyor. Bunun sebebiyse; güneşin erkenden tepelerin ardına gizlenmesi… Ancak bizim gittiğimiz gibi ikindi vakti oralarda olursanız, gölgenin verdiği konfor eşliğinde kumun üstüne gömülüp uyuyakalabilirsiniz.
Bu güzel dinlencenin ardından ne iyi gider sizce? Biz uzo dedik ve adanın en eski ve meşhur restoranında yerlerimizi almak için yarım saat fiili olarak sırada bekledik, ek olarak da servis açılması için sanıyorum 15-20 dakika da masamızda bekledik. Peki sonuç buna değdi mi? Elbette evet! Tavsiyem rezervasyonsuz gitmemeniz.Hesabı merak ediyorsanız söyleyeyim: İstanbul’daki balık restoranları gibi el yakmıyor. Thassos genel olarak oldukça makul yeme-içme konusunda ve kesinlikle mutfağıyla da hakkını veriyor.
Şimdi girişte yazmaya çekindiğim kısma; gidiş maceramıza geliyorum:
Kara yoluyla İstanbul’a oldukça yakın olan bu güzel kara parçasına ulaşmak ne yazık ki o kadar da kolay değil. Ne açıdan değil? Sorunun cevabı: otobüsle gitmeye kalkarsanız. Mesafe olarak her ne kadar yakın olsa da İpsala’dan geçişte otobüsle o kadar sinir bozucu bir kontrole takılıyorsunuz ki gerçekten tatil rahatlamasını bir kalemde siler süpürür. Bu yöne giden Türkiye’nin önde gelen ulaşım firmalarından birini tercih ederek içimizi rahatlatmıştık ama karşılaştığımız sahne pek de beklediğimiz gibi değildi. Öncelikle şunu söylemeliyim; otobüsler 10-15 yıl önce kullandığımız teknolojideki otobüsler ve servis pek de önceliklendirilen bir konu değil. Sonuç olarak yaklaşık €35-40 veriyor ve konforlu bir seyahat bekliyorsunuz, bu yanıltıcı olacaktır. Özellikle dönüşte dilimizi bilmeyen şoför ve muavin vererek durumu da kaotik hale getiren bir takım tecrübeler yaşadık ne yazık ki… Bu yazının keyifli bir yazı olmasını istediğim için detaylandırmıyor, arabanızla gitmenizi tavsiye ediyorum. Hem bu şekilde Keramoti’den feribot ile geçerek daha kısa sürede varmış olursunuz. Çünkü otobüs ile Kavala’da inerek, çok sık kalkmayan ve daha uzun süren bir feribot yolculuğu yapmış oluyorsunuz.
Kavala- Thassos arası yaklaşık 1 saat 15 dakika sürüyor. Kavala’ya sabah 7 sularında iniş yaptıktan sonra ilk feribot olan 8.30’u bekleyene kadar ufak bir şehir turu atıyoruz. Saat itibariyle çok fazla açık yer bulamıyoruz, fakat öyle bir cafe keşfediyoruz ki tatil dönüşünü anlatırken tekrar bahsedeceğim. Bu cafe’ye oturmadan önce fırından ufak tefek hamur işi atıştırmalıklar alıyoruz, neredeyse aynı ürünleri buralarda da bulmak mümkün. İlk nazik davranışla burada karşılaşıyoruz, fırında çalışan kadın bize bir şeyler ikram ediyor. Ne yalan söyleyeyim şaşırıyoruz, bu sıcak karşılama karşısında. Ancak orada geçirdiğimiz süre sonucunda fark ediyoruz ki Yunanlılar bizim Anadolu insanımız gibi temiz, sıcakkanlı ve misafirperverler.
Kavala’dan hareket eden feribot bizi Prinos limanına bırakıyor. Ancak adanın merkezi Limenas (Thassos) ve bizim otel rezervasyonumuz da orada. Dolayısıyla Prinos’ta iner inmez araba kiralama işine girişiyoruz, zira limanın tam karşısında bir kaçını kolayca göreblirsiniz. Bu adada gezebilmek için araba şart! Fakat sanmayınki araba kiralayınca Marble gibi bakir koylara gitmenize izin veriyorlar(?). Vermiyorlar ancak gidiyorsunuzJ Ada inişli çıkışlı, kimi zaman taşlı topraklı yollara sahip ve kiralık araçlarda jeep kiralamadığınız sürece kiralama firmaları bu yollara arabayı sokmanızı istemiyor. Ucuz yollu bir araba kiralayarak buralara gitmenin tek yolu; sonunda arabayı sudan geçirmek…
Sıkı bir pazarlıkla araba kirasını 3 gün için €80’ya bağlıyoruz. Adada kaldığımız süre boyunca da €20’luk bir benzin masrafımız söz konusu. Gidecek olursanız üç aşağı beş yukarı bu civarda bir miktar para ayırmanızı tavsiye ederim.
Bugünlük bu kadar:) 2. ve 3. günleri merakla bekleyin!
Çok daha fazlası Dünya Kaç Bucak?‘ta!