Les Misérables (Yön. Ladj Ly, 2019)
“Klasik” ifadesi; müzik, edebiyat, sinema gibi sanatın tek bir alanında birer kanon hâline gelen eserleri değil; konusu, teması, üslubu itibariyle on yıllara, hatta yüzyıllara mâl olmuş kültleri niteler. Böyle uzun soluklu ve kalıcı bir yer edinmek ise evrenseli ve güncelin gündeminden düşmeyecek dinamik bir içeriği gerektirir ki bu da ancak insanın hiç bitmeyen, tekerrürün çarkından da kurtulamayan kaderini konu edinmekle gerçekleşir. Nitekim Victor Hugo’nun 1815 Fransa’sına kurulup 1832 yılına dek uzanan çalkantılı bir dönemi anlattığı Les Misérables (1862) adlı romanı doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın her coğrafyasında yankı bulan, bugün sayfaları hâlâ yeniden keşfedilen ve her insan ömrünün bir şekilde kıyısına uğradığı hikâyesiyle edebiyatta bir klasik olma niteliğini tam anlamıyla taşımaktadır.
Eserinde XVII. yüzyıl Paris sokaklarının sefaletini, şiddeti ve insanın değerini, tüm insanlığa yöneltilmiş vicdan sorgulamaları üzerinden anlatır Hugo. Tek bir sokağa yahut ülkeye ait olmanın çok ötesinde, nesiller boyu her topraktan geçmiş olan bu içerik, diğer sanat dallarını da etkilemesi ve konu öznesi olması dolayısıyla edebiyat klasiğinden ziyade bir sanat klasiği hâline gelmiş, tiyatro sahnelerinden sinemanın beyazperdesine de pek çok kez uğramıştır. Bunlardan ilki, Raymond Bernard’ın yönetmenliğindeki 1934 yapımlı, aynı adlı filmdir. Kurgu, Hugo’yu tam anlamıyla yansıtmak amacıyla her ne kadar romana sadık kalınarak uyarlanmaya çalışılsa da Bernard, eserin bir adım ötesine geçerek daha derin bir tematik gelişim sergiler. Üç parça hâlinde yayınlanan film, böylelikle her birinde yeniden geliştirilen, fakat orijinal esere sadık üslubunu uzun yıllar hiç değiştirmeyen remake yapımların kaynağını oluşturur.
Bernard’ın ardından Les Misérables; 1935, 1952-57, 1978, 1982, 1998 yıllarında farklı yönetmenlerle tekrar gündeme gelmiştir. Özellikle 80 sonrası yapımlarda Bernard’ın geliştirmeci uyarlamasından ziyade orijinal eseri yansıtma kaygısı görülür. Fakat bu durum 2012’de Tom Hooper’ın adeta bir müzikal-görsel şölen sunduğu remake ile değişmiştir. Zira bu kez uyarlamanın yapıldığı orijinal kaynak Hugo’nun eseri değil, Alain Boublil ve Claude-Michel Schönberg’e ait aynı adlı müzikaldir. Hugh JAckman, Russel Crowe, Anne Hathaway, Amanda Seyfrien gibi isimleri barındıran güçlü oyuncu kadrosu ve müzikle birleşen eserin yenilenen yüzüyle kendinden çok söz ettiren film, tiyatro-edebiyat-müzik ve sinema sanatlarını bir araya getiren, zengin bir içerik oluşturmuştur. Böylece ilk defa 1800’lerde dile gelmesinin ardından yeni bir dilde yeni üsluplar edinen eser, 2019’da aynı başlık altında bambaşka bir içeriğe erişmiştir.
Kısa metraj çıkışının ardından Ladj Ly yönetmenliğinde uzun metraja uyarlanan 2019 yapımlı Les Misérables, bize farklı bir zamanın Paris’inde, değişen karakterler ve isimlere rağmen aslında sefillerin hikâyesinin hiçbir zaman değişmediğini –ve değişmeyeceğini- gösterir. Film, 14 Eylül 2008’deki polis saldırıları ve şiddetini konu alır. Bu özelliğiyle aynı zamanda gerçekçi bir tarihsel içeriğe de sahip olan filmde Ly, devlet eliyle gerçekleşen şiddete ve tacize karşı savunmasız kalan halkın tarafındadır. Filmde “sefiller”i temsil eden ve gerek fiziksel gerekse sosyal şiddete maruz kalan kesim, Afrikalı veya Arap kökenli şehir sakinlerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla Fransa’nın kimliğini oluşturan liberté, égalité, fraternité (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) ilkelerinin, günümüz toplumunda yeniden tanımlanmış yüzüne, yine Fransız klasiği olan bir eseri temel alarak sert bir eleştiri getirilmiştir.
Bir dönem ve olay filmi olmasına karşın devlet baskısı altında, ırkçılığa maruz kalan toplumlarda hitap eden ve herkesi buna karşı harekete davet eden film, “Ne gerekiyorsa onu yap,” cümlesiyle de mottosunu ilan eder. Nitekim yasadışı kaçakçılık işleri ile suç karşıtı devlet örgütleri bir karşı karşıya gelince orijinal eserdeki gibi bir ayaklanma sürecinin başlaması çok sürmez. Toplumun arada kalmış, gözden ırak sefilliğinin kaderi, böylesi bir mücadelenin içinde boğulurken Hugo’nun kelimeleri, esas sorumluları belli bir toprakta, üründe veya kişide değil, nesillerin yetişme sürecinde aramamız gerektiğini hepimize hatırlatır: “Unutmayın kardeşlerim, kötü bitkiler veya kötü adamlar diye bir şey yoktur. Yalnızca kötü yetiştiriciler vardır.”
Rabia Elif Özcan