!f İstanbul’un bu seneki Türkiye’den kısalar seçkilerinden biri de Aslanlar ve Ceylanlar adlı derlemesiydi. Seçki, !f İstanbul’un kendi sayfasında yer alan tanıtımında verdiği gibi, “av olduğunu bilmeyenler, av olmayı kabullenenler, avken avcıya dönüşenler ve avcı ruhunu hiçbir koşulda kaybetmeyenler” üzerine filmleri buluşturuyor.
Siyah Çember (2016, Yönetmen: Hasan Can Dağlı)
İzlerken izleme hâlini sorgulatan bir kısa olmuş Siyah Çember. Sinematografik güzelliği öne çıkan film, aslında bir gerilim kısası. Ancak filmi izlerken bir yandan, film içinde olanları izlemekten keyif alan o “elit” kesimle aynı tarafta mıyız diye düşündürüyor. Filmin sonunda bir galeride yapılan çekimler gösteriliyor. İnsanlar arka planda olanlardan habersiz şekilde galeride keyifle içkilerini yudumlar, tadımlık bir şeyler atıştırır ve fotoğraflara bakarken, biz bu sahneyi arka planını bilerek izliyoruz. Peki bizim açımızdan film, galeri sahnesinde mi asıl etkileyici hâline geldi, yoksa o ana kadar da aynen o köşkteki seyirciler gibi olanları keyifle izlemiş, zevk almış mıydık?
Sömürülen iş gücünü de akla getiriyor film. Av olduğunu bilmemek, av olmayı kabullenmek ve avcılığı izlemekten hangisi daha kötü diye de düşündürüyor. Bir sergide yer alan bir fotoğrafta ölen at varsa mesela, fotoğrafçıya soruyor muyuz, nasıl öyle denk geldi de çektiniz bu fotoğrafı tam o anda diye? Adana Film Festivali’ni tüm şatafatıyla yakından takip edip haklarını alamayan emekçilerine sessiz kaldığımız gibi belki. Sorabiliriz ne oluyor, bu nasıl oldu, diye; ama sormuyoruz. Sorarsak o özenle inşa ettiğimiz elit kimlik mi kırılıyor? Sorgulayanın mutsuzluğunu biliyoruz da ondan mı sırt dönüyoruz? Kendi iş hayatımızı da aynı şekilde sorguluyor muyuz ki? Film bitiminde biraz suçlu, biraz zavallı bir hisle bırakıyor izleyiciyi.
Sulukule Mon Amour (2016, Yönetmen: Azra Deniz Okyay)
!f İstanbul’un 28 Aralık’ta vimeo’dan yayımlayarak 1 Ocak 2017’ye kadar yayında tuttuğu yılbaşı armağanıydı Sulukule Mon Amour. Birlikte dans eden Sulukuleli iki kız, Gizem ve Dina’yı odağına alarak Sulukule’deki “kentsel dönüşüm”ü ve kimlikler üzerinden sınıflandırmalarla İstanbul’daki dönüşümü, değişimi anlatıyor film. Kızlardan biri bir yerde “Dina Arap mesela,” diyor, filmi izlerken hangisinin Arap olabileceğini anlıyorsunuz ve utanıyorsunuz. Yani, anlamak sorun değil ama bu ayrıma kastığınız için utanıyorsunuz. Filmden güzel bir replik Gizem’den geliyor: “İnsanlar tutturmuş bi ayrımcılık davasına”. Kızlar ayrıca Gezi’ye karşı ayaklanıldığı zaman orada olduklarını da söylüyorlar filmde. Gezi yıkılmaya kalktığında binlerce kişi Gezi’deydi, başka yerlerde Gezi için eylem yapıyordu; peki Sulukule yıkılırken, insanlar evsiz kalırken kaç kişi oradaydı? Bunu da düşündürüyor film. Filmin yönetmeni Azra sonrasında yapılan söyleşide, filmde helikopter seslerini kullandığını, o zaman çok anlaşılamasa da artık gayet iyi anlaşıldığını söylüyor. Kentsel dönüşümde son hız ilerliyoruz demektir bu. Korkunç değil mi?
Diyariyek (Bir Hediye – 2016, Yönetmen: Muhammed Seyyid Yıldız)
Küçük bir kızın birine vereceği hediyeyi hevesle almasının ve hediyesinin peşinden koşmasının hikâyesidir Diyariyek. Küçük kız, hediye olarak aldığı kiviyi yolda bir çocuğa kaptırır. Hediyesini alan çocuğun peşinden gider. Sonunda çocuğun evini bulur, eve kivi yerine elma almış olarak döner. Çok kısa, az konuşmalı bir filmdir; ancak özellikle büyükşehirlerde büyüyenlerimiz için bir kız çocuğunun bir torba kivinin peşinden korkusuzca koşması ve mücadelesinin sonunda da elmaya razı gelmesi, Doğu’dan bize tınılayan güzel insanlıktır sanki.
7 Santimetre (2016, Yönetmen: Metehan Şereflioğlu)
7 Santimetre, bu sene Türkiye festivallerinde en çok ödül kazanan kısa filmlerden biri. Film, yurt dışındaki festivallerde gösterilmesinin, yarışmalara seçilmesinin ve ödüller almasının dışında, ülkemizde de hem Antalya’da, hem Adana’da en iyi kısa film ödüllerini aldı.
Bir lise öğrencisinin, fiziksel ve ruhsal değişimleriyle karşılaştığı baskıların çatışmasının anlatısıdır 7 santimetre. Saçı yedi santimetreye ulaşmış, müdürün üç santimetreyi geçmeyecek şartına uyum sağlayamamış bir çocuğun hikâyesidir. Türkiye’de tüm meselelerimiz de üçün-beşin hesabı değil midir biraz? Hiç sahip olmadığımız, yaşamadığımız, anlamadığımız şeyler üzerine ahkâm kesmeye de bayılmaz mıyız? Televizyonda öldürülen, tacize uğrayan kadın haberleri yayımlanırken, babasının ve öğretmeninin dindar öğütleri altında bunalan bir lise öğrencisinin bunalımına ortak oluruz.
Hevêrk (2016, Yönetmen: Rûken Tekeş)
Mükemmel müzik seçimiyle başlıyor Hevêrk. Mezopotamya’dan görüntüler eşliğinde, Kardeş Türküler’den Bingöl şarkısının girişini tekrarlı olarak duyuyoruz filmin başında. Hasankeyf’te geçiyor film. Hasankeyf sular altında kalma tehlikesinde; o yüzden burayı seçmiş yönetmen, filmin sonunda belirtiyor.
Küçük bir okulda, bir sınıf dolusu küçük çocuk. Sadece Türkçe konuşan öğretmenlerinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar. Öğretmen derste tahtaya bir “O” çiziyor. “O ile başlayan kelimeler söyleyin,” diyor ama konuşmasını sınıfın çoğunluğu anlayamıyor. “O” harfi çember gibi görünüyor Kürt öğrencilerden birine, ayağa kalkıp “çember” diye yanıtlıyor öğretmenin sorusunu, sınıf gülüyor. Teneffüs oluyor. Çember yanıtını veren çocuk, gülen kızlardan birinin etrafına bir çember çiziyor. Kız inancı gereği çemberden çıkamıyor, hıçkırıklarla ağlıyor. Küçücük bir çocuğun arkadaşını o çembere hapsetmesi insanı ürkütüyor. Okuldaki öğrenciler Kürt, Arap ve Türk ailelerden geliyor. Çemberi Yezidi kızın etrafına çeken Kürt bir çocuk. Çok yerinde bir detay bu. Kürt bir çocuk, Yezidi Kürt bir kıza kötü davranıyor. İnsanları dinler, milletler, diller üzerinden sınıflandırmanın sonu olmadığına ve çirkinliğine dair güzel bir detay.
Kısa filmde ağlamak çok olası değil. Süre kısa zaten, o sürenin içinde o kadar etkileyici bir şey olması da zor. Ama Hevêrk’te Zelal’le birlikte film boyunca ağlayabiliyorsunuz. Sonunda çemberinden kurtulup başıboş koşmaya başladığında kendinizi Zelal’le birlikte koşarken, Zelal’in koşmasına sevinirken ve hiç durmasın diye desteklerken buluyorsunuz.
Bugün (2016, Yönetmen: Eren Topçu)
Film, Aslı Erdoğan’ın metinlerinden birinin okuması aslında. Eren Topçu, Aslı Erdoğan’ın dört metninin çevirisini yaparken böyle bir kayıt hazırlamaya karar vermiş. Çalışma sonucunda, Eren Topçu’nun sesinden dinlediğimiz metne, hipnotize edici bir müzikle birlikte yakın dönemde dünyada olan olaylardan görüntülerin eşlik ettiği kısacık bir video kaydı ortaya çıkmış. Aslı Erdoğan’ın yazdığı metin, o günlerin olaylarıyla birleşerek gösterilince etkisi içinizi yakacak cinsten olmuş. Tün bu sürece tanıklık etmiş hepimiz için hüzünlü, görmekten ve duymaktan üzüldüğümüz ama kaçmak da istemeyeceğimiz bir kayıt Bugün.
İki Parça (2016, Yön: Murat Uğurlu)
Film, İğneada’da, iki arkadaşın hafta sonu eğlencesi diye başlayıp kötü geçirdiği bir günü anlatıyor. Yönetmen Murat Uğurlu, Koca Dünya’da Reha Erdem’le birlikte çalışmış. Filmi İğneada’da çekme fikri de Koca Dünya’nın çekimleri sırasında ortaya çıkmış. Oyunculukların çok iyi olduğu ve nispeten iyi bir bütçeyle çekildiğini düşündürten İki Parça’nın, İğneada’nın doğasıyla da birleşince senaryodan ziyade sinematografiye ve oyunculuğa dayalı bir film olduğunu söylemek mümkün. Toplum yapısına uygun aile düzenleri içinde sıradan hayatlar yaşayan memurların sıra dışı şeyler yaşamasına Amerikan filmlerinde daha çok alışık olabiliriz. Murat Uğurlu da bu kısa metrajlı yapımında böyle bir anlatıyı, hiç Amerika’dan esinlenilmiş gibi durmadan, bize has bir olay örgüsünde ve diyaloglarla başarıyla aktarıyor. İki Parça, birçok festival gösterimine ek olarak 17. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde ulusa kategoride Jüri Özel Ödülü’nün ve 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Ulusal Kısa Kurmaca Ödülünün sahibi olmuştu.