31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, üçüncü gününde de ulusal yarışma filmlerinin gala gösterimleri, etkinlikler ve belgesel yarışma filmlerinin gösterimleri ve dünya sineması seçkileriyle devam etti. Üçüncü gününde de ilk günkü kadar kalabalık olan salonlardaki coşkunun tarifi mümkün değil. Ulusal yarışma filmlerinin gala gösterimlerinin hepsinde salonlar hınca hınç dolu olurken, soru-cevap kısmı da oldukça ilgi uyandırmaya devam ediyor. Dün gösterimini gerçekleştiren Ölü Mevsim, Döngü ve Gecenin Kıyısında filmlerini sizler için izleyip izlenimlerimizi kaleme aldık. Keyifli okumalar…
Ölü Mevsim (Yön. Doğuş Algün, 2024)
Sıcak Yatak (2021) belgesel filmiyle tanıdığımız Doğuş Algün’ün ilk uzun metrajlı kurmaca filmi Ölü Mevsim, 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Yarışma kapsamında gösterimini gerçekleştirdi. Algün’ün üç kız kardeşin hikâyesine odaklanan filminde kadınların hayatına ve toplum tarafından maruz kaldıkları manipülasyonlara dikkat çekiliyor. Nimet’in zorlu geçen gebelik sürecinin ardından yaşadığı düşük ve tüm çabalara rağmen bebek sahibi olamaması kuşaklar boyu sürme ihtimali olan genetik bir dezavantaj olarak filmde önemli bir yere sahip. Öznur ve Halil’den oluşan çekirdek ailesi Nimet’i yaşanılan kayıpla birlikte birtakım çatırdamalara maruz bırakıyor. Filmin önemli noktalarından biri sürekli artan gerilim ve değişen güç dengeleriyle birlikte kadın ve kadın hayatına yöneltilen bakış diyebiliriz.
Nimet halk dilinde sıklıkla kullandığımız kısır olma durumunu deneyimleyen genç bir kadındır. Ancak film özellikle bu noktada Nimet’in sağlık sorununa oldukça bilimsel yaklaşmayı tercih ediyor. Keza hikâyeyi bebek sahibi olamamasını bir kadınlık suçu ya da ayıp olabilecek bir yerden kurmuyor. Filmdeki cinsiyet dengesi de dikkat çeken bir diğer detay olarak karşımıza çıkıyor. Erkek ve kadın hayatına odaklanan, aralarındaki farkların ya da benzerliklerin bilincinde olan, tartımı dengede bir film izleme şansı yakalıyoruz. Ölü Mevsim, tanıdık, bilindik, ülkemizde yakından deneyimlediğimiz olaylar çerçevesinde film boyunca gelişimine devam ediyor. Bizim hikâyelerimizi bizden insanlarla anlatıyor. Yer yer politik nüansların da kullanıldığı filmde alt anlam olarak ülkemizin ve son yıllarda da dünyamızın yaşadığı göç krizi ve sığınmacı politikası gibi durumların da varlığına değinilmek istediğini düşünüyorum. Öte yandan aile sahibi olmanın, aile olmanın gölgesinde bireyin kendi evi içerisinde bile yersiz yurtsuz olabileceğine dikkat çeken bir anlatımdan söz etmek de oldukça mümkün. Aidiyet krizini olabildiğince sakin bir üslupla anlatan yönetmen, bana kalırsa yitirdiğimiz aile ve kardeşlik bağlarını yeniden sorgulatmayı amaçlıyor.
Döngü (Yön. Erkan Tahhuşoğlu, 2024)
Erkan Tahhuşoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Döngü, uzun yıllardır 75 yaşındaki Ayten’in evinde çalışan temizlik görevlisi Sevim’e ve Ayten’in bakımından sorumlu olan Lena’ya odaklanıyor. Sevim, evin düzeninden sorumlu önemli bir figür. 25 yaşındaki Lena ise Ayten’in bakıcılığını üstlenmiş ve evde yatılı olarak kalmaktadır. Bir gün Lena’nın, evde avize silerken bir kaza geçirmesiyle hikâyenin yönü bir anda değişiyor. Lena, sigortası olmadığı ve onu bu şekilde yatalak haldeyken işten çıkardığı için Ayten’e karşı hukuki bir süreç başlatmak istiyor. Ayten ve iş insanı olan oğlu Ergin, Sevim’den Lena’yı bu davadan vazgeçirmesini ister ve olayların beklediği gibi ilerlememesi onu içsel bir çatışmanın ve çıkmazın içine sürükler.
Tahhuşoğlu seyirciye işçi sınıfı ve burjuvazinin ahlaki ve sınıfsal çatışmasını doğal bir döngüde aktarırken, bir yandan da imgesel anlatımlar kullanmayı tercih ediyor. Seyirci ise Sevim’in yaşadığı vicdani ikilemler arasındaki döngüde sıkışıp kalıyor.
Gecenin Kıyısı (Yön. Türker Süer, 2024)
Türkiye gibi her döneminde siyasi çalkantıların, darbelerin olduğu ülkelerde siyasi bir alt metne sahip film çekmek zordur. Zaten ülkemizde yapılan bu minvalde çoğu film de bu konuda bir başarısızlık örneğidir. Lakin alegori konusunda yerli sinemamızda hevesle anılabilecek filmlere sahip olduğumuzu söylemek kısmen mümkündür. Türker Süer de Almanya’da yaşayan ama Türkiye doğumlu biri olarak Yeni Türkiye kodlarını çok iyi okumakla kalmayıp bunu oldukça sarsıcı bir alegori olarak perdeye aktarmayı başarıyor. 28 Şubat, Balyoz, Ergenekon ve nihayetinde 15 Temmuz… Fakat Süer, yakın dönem Türkiye tarihindeki bu dönüm noktalarını ve sonunda ülkeyi aşılamaz bir kutuplaşmanın içine süren atmosferi anlatmak için ordu mensubu olan bir aileyi seçiyor.
Kutuplaşmayı, sahte belgelerle kumpas kurmayı, işi bitince gözünü bile kırpmadan harcamayı; askerlik mesleği ve o mesleğin içinde diplere savrulmuş baba-oğul-oğul üzerinden işleyen filmin en büyük başarısı da tam olarak bu noktada kendini belli ediyor. Gecenin Kıyısı, bu ülkede yaşayan ve ülkenin siyasi atmosferine sahip olan bireyler için ilmek ilmek dokunmuş alt metniyle birçok yarayı kanırtırken; duruma hâkim olmayan yabancı izleyici için ise oldukça güçlü bir çatışmaya sahip bir aile draması olarak da okunmaya müsait. Bu da filmin evrensel bir noktada durmasını sağlıyor.
Gecenin Kıyısı her ne kadar gerçek yaşanmışlıklardan yola çıkılarak çekilen bir film olsa da tüm yaşananları aynen aktarmak gibi bir çabaya girmiyor. Lakin Süer, bir yandan da 15 Temmuz gecesi herkesin cep telefonları ile kayda aldıkları belge görüntüleri filmde kullanmayı da tercih ediyor. Muhteşem bir görüntü yönetimiyle çekilmiş sahnelerin arasına serpiştirilen bu belge görüntüleri, seyirciyi hemencecik girdabına alan sert kurgusu, Hakman ile Şungar’ın şapka çıkarılası oyunculukları ve filmin en büyük başarısı olarak sayılabilecek ses tasarımı; seyircinin dikkatini pür dikkat perdeye odaklamayı başarıyor.