31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması seçkisini izleyip değerlendirdiğimiz günlüklerin ilkiyle karşınızdayız. Festivalin ikinci ve üçüncü günü Adana seyircisiyle buluşan Laf Aramızda Engürü, Şarap Renginde Deniz ve Ağaçtan Umutlar ile ilgili izlenimler sizlerle.
Laf Aramızda Engürü Kahve (Yön. Özlem Mengilibörü Can Mengilibörü, 2023)
Ankara, her zaman nev-i şahsına münhasır bir kültüre, yaşantıya, mekânlara sahip olmuştur. Ülkenin tam orta yerinde denizden uzak bozkıra bakın, gösterişten uzak bürokrasiye yakın değişik bir iklime sahiptir. Kimilerinin bir türlü ısınamadığı, çoğunun büyük bir bağlılıkla benimsediği, kimilerinin ise tam anlamıyla nefret ettiği bir şehirdir. Böylesine bir yerdeki yaşantı hayli farklı ama en önemlisi bir o kadar da anlatılasıdır. Bu nedenle Mengilibörü ikilisi Ankara’nın herkes tarafından bilinmeyen ama şehrin entelijansiyasının merkez üssü olan, şehrin veya ülkenin kültür-sanat hayatına önemli katkılarda bulunmuş Engürü Kahvesi’ni bir zamanlar müdavimi olanlara soruyor.
Öncelikle 1985’ten 2007’ye kadar hizmet vermiş, 90’lı yıllarda en hareketli günlerini yaşamış mekânın müdavimlerinin bir araştırması yapılmış ve röportaj yapılacak tamı tamına doksan iki kişiye ulaşılmış. Laf Aramızda Engürü Kahvesi, farklı yaşlardan, cinsiyetten, meslekten, siyasi fraksiyondan insanların kahveye karşı bakış açılarını yansıtması açısından çok değerli. Oyuncu, yönetmen, yazar, müzik eleştirmeni, aktivist, gazeteci, senarist ve daha nicesi… Her biri Engürü’yü farklı bir noktasından tutup anlatıyor. Ufuk açıcı sohbetleri, dergi açma kararları, kahvehane oyunları çevresinde dönen beyin fırtınaları, zaman zaman tartışmaları, küslükleriyle bir kahvehaneden çok daha fazlası…
Ece Temelkuran, Ebru Ceylan, Ahmet Telli, Emre Karayel, Kemal Can, Mehmet Öz, Murat Meriç, Tanıl Bora… Ülkenin yetiştirdiği kültür-sanat dünyasının en önemli kişilerinin yolunun bir noktada Engürü’den geçtiği anlaşılıyor. Yine bir konuşan kafalar belgeseli olsa bile çok fazla kişi ile gerçekleştirildiği için yapılan işin kolay olduğunu söylemek çok zor. Zira yirmi iki yıllık bir serüvenin doksan iki kişi tarafından farklı noktalardan alınıp anlatılması ve bunların kronolojik olarak düzenlenerek tek bir anlatı gibi kurgulanması kolay değildir. Laf Aramızda Engürü Kahvesi bunu başarıyor.
Şarap Renginde Deniz (Yön. Nefin Dinç, 2024)
Belgesel konusunda oldukça deneyimli bir isim olan Nefin Dinç’in yönetmenliğini yaptığı Şarap Renginde Deniz, ismini Homeros’un Akdeniz’e verdiği isimden alıyor. Dinç, küresel ısınmanın Akdeniz’de yarattığı tahribatı anlatmak niyetiyle yola çıkıyor. Bu nedenle her ne kadar belgesel, ilk olarak odağına İstanbul Boğazı’nı (Buradaki su, Marmara Denizi’ne daha sonra da Akdeniz’e döküldüğü için) alsa da devamında Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri de kapsamaya çalışıyor. Fakat belgeselde ağırlıklı olarak Türkiye, Yunanistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti odaklı ilerleniyor.
Özellikle bu üç ülkedeki müsilaj sorunu, sıcaklık artışından dolayı bazı balıkların göç yollarının ve zamanının değişmesi, büyük ağlarla yapılan avcılığın yarattığı sorunlar, uzun denizkestanesi veya gri benekli balon balığı ve aslan balığı gibi istilacı türlerin çoğalması, erkek deniz kaplumbağalarının deniz suyu sıcaklığı nedeniyle sayılarının azalması nedeniyle deniz kaplumbağası popülâsyonunun yok olma tehlikesiyle yüz yüze olması, denizdeki biyoçeşitliliğin her geçen gün azalması, hastalıkların baş göstermesi ve tüm bunlarla bağlantılı olarak kuş türlerinin azalması belgeselde değinilen sorunlardan sadece bir kısmı. Bunların dışında yine küresel ısınma kaynaklı orman yangınları, seller, hava kirliliği, arıcılığın tehlikeye girmesi de bahsedilen konulardan bazıları oluyor. Orta metraj bir belgeselde tüm bu sorunlardan bahsedilmesi öncelikle hiç gerçekçi değil. Zira bu meseleler sadece birkaç cümle ile özetlenip geçiliyor. Bahsedilen sorunun önü-arkası tam olarak irdelenmiyor bile. Seyircinin sadece perdede beliren birkaç uzmanın veya yerel halkın beyanını dinlemekle yetinmesi isteniyor.
Oysaki küresel ısınma başlı başına çok büyük ve ne yazık ki herkesin istediği yere çekebildiği bir mesele. Mesela Dinç, küresel ısınmayı benim nazarımda etliye sütlüye karışmadan anlatmayı tercih ediyor. Neticede mesele sadece büyük ağlarla yapılan avcılık mıdır? Yoksa mesele denizlerdeki canlıları avlamakla ilgili midir? Belgesel, balıkçılığı veya arıcılığı desteklemeye devam ederek denizleri kurtarmaktan, küresel ısınmayla baş etmekten bahsediyor. Ama bu pek mümkün değildir. Bu nedenle bu meseleyi enine boyuna öğrenmek ve kapsamlı bir değerlendirme yapmak isteyenlere Seaspiracy (2021) isimli belgeseli şiddetle tavsiye ederim. Meseleyi çok daha kapsamlı ve hakikatli bir şekilde anlatıyor.
Son olarak Dinç’in “Bir canlının rahatını bozduğumuzda bütün canlıların güvenliğini tehlikeye atıyoruz.” derken avlayarak yenilen canlıların rahatının nasıl bozulmadığını düşündüğünü sormak isterim.
Ağaçtan Umutlar (Yön. Haydar Demirtaş, 2024)
Hoşyar Ali Hasan, Kuzey Irak’taki Kürt şehri Halepçe’de doğup büyüdü. 1980-88 yılları arasında süren Irak-İran Savaşı sırasında İran sınırına milyonlarca mayın döşendi. Hoşyar Ali, mayın temizlerken iki bacağını kaybediyor. Ama her gün mayın toplamaya devam ediyor. Hoşyar Ali yirmi sekiz yılda iki milyon altı yüz bin mayın topluyor.
Hüseyin Amca İran’ın Merivan şehrinde yaşıyor. Hüseyin ailesini geçindirmek için yıllardır İran ve Irak sınırında kaçakçılık yapıyor. Ancak yaşadığı bir olay nedeniyle kaçakçılığı bırakıp bir atölye açarak madende ayağını kaybedenlere protez ayak yapmaya başlıyor. Halen iki ülkenin uzak diyarlarından Hüseyin Amca’ya pek çok kişi gelip Hüseyin Amca’ya protez ayak yaptırıyor. Hüsyein Amca’nın müşterileri, plastik ve modern teknolojiyle üretilen protez yerine, basit aletlerle oyulan ahşaptan protezleri tercih ediyor.
Demirtaş, biri Irak’ta diğeri İran’da olan; yolları mayınlı bir sınır ile kesilen Hoşyar Ali Hasan İle Hüseyin Mohammadi’nin hikâyesini bir araya getiriyor. Her ikisi de oldukça hayati şeyler yaparak acılara bir nebze engel olmaya çalışan iki karakterin aynı belgeselde yer bulması hayli değerli bir iş çıkarıyor ortaya. Bir yanda mayınları temizleyerek daha çok insanın ölmesine veya sakat kalmasına engel olan Hoşyar Ali Hasan, diğer tarafta mayın nedeniyle ayağını kaybedenlere ağaçtan ilkel aletlerle yontarak yaptığı protez bacaklarla umut olmaya çalışan Hüseyin Mohammadi…
Sınır güvenliği adı altında birçok ülkenin toprakları delik deşik edilerek yerleştirilen bombalar, nice hayatı, nice aileyi yarı yolda bırakmıştır. Yıllar geçse de hikâyesi bitmeyecek bir mevzuyu; iki ayrı kurtarıcının öyküsüyle birleştirmek hayli etkili bir iş ortaya çıkarıyor.