Filmler genelde insanları ve onların başından geçenleri anlatırken mekân, zaman gibi öğeler birer araç olarak ele alınır. Az da olsa, bazen tersi olur. Bazen bir zaman dilimini anlatmak için insan hikâyeleri kullanılırken, bazen de Ahmet Boyacıoğlu’nun Ankara’daki entelektüellerin toplandığı ünlü bir barı anlattığı Siyah Beyaz‘da (2010) olduğu gibi bir mekân ana eksene yerleştirilir ve başrolün yerini alır.
Son iki filmi The Misfortunates (2009) ve The Broken Circle Brakedown (2012) ile sinemaseverlerin radarında yerini sağlamlaştıran Felix von Groeningen, Belgica adındaki bir barı anlatıyor son filmi Belgica‘da (2016). Birer insan gibi mekânların da doğuşu, büyümesi, karşılaştığı engeller, güçten düşmesi ve ölümü mevcut. Belgica için de bu süreç aynen işliyor. Filmin başında onunla, tuvaletleri devamlı bozulan yeniyetme bir barken tanışıyoruz. Sahibi Jo, müdavimleri daha yeni yeni oluşmaya başlayan mekânı birkaç DJ numarasıyla kolaylıkla idare edebiliyor. Derken artık taşrada karısı ve bebeği ile sakin bir hayat kurmuş olan ağabey Frank geliyor. İkilinin ortak olup barı büyütmeye karar vermesiyle filmin hızı da, Belgica’nın popüleritesi de artışa geçiyor. Artık en farklı grupların sahne aldığı, müziğin sesinin bir an için alçalmadığı, insanların girebilmek için uzun kuyruklar oluşturduğu bir mekâna evriliyor.
Aslında Belgica‘ya uzaktan bakınca oldukça klasik bir anlatıya sahip olduğunu görüyorsunuz. Hikâye tam beklendiği yerlerde yükselip alçalıyor vegerekli dönemeçleri alıyor. Bu açıdan gayet sıradan bir film. Lakin Belgica‘nın esas özelliği, bu anlatıyı nasıl aktardığı. Groeningen; Belgica’nın popüleritesi ile baraber Jo ve Frank’ın yükselişlerini, tökezlemelerini, duvara toslamalarını bir an olsun yerinde durmayan kamerasıyla takip ediyor. Kadehler hiç boşalmıyor, burunlara çekilen uyuşturucu çizgileri sonsuza uzuyor, orgazm çığlıkları hiç dinmiyor, edilen küfürler bitmiyor, müzik hiç susmuyor… Groeningen’in kamerası da tüm bunları, alabildiğine hızlı bir kurguyla gerçeklikten ödün vermeden perdeye yansıtıyor. Siz de sanki Belgica’daysınız, elinizdeki 50’lik ile çılgınlar gibi dans ediyorsunuz.
Yukarıda andığım iki filminde de klasik tür yapısını (The Misfortunates‘te büyüme öyküsü, The Broken Circle Brakedown‘da melodram) yapıbozumuna uğratmadan, sadece sıra dışı bir şekilde yeniden kurgulayan Groeningen yine şaşırtmıyor. Çok sağlam bir soundtrack çalışması, doğal olarak filme eşlik ediyor. Bu açıdan yönetmenin hayranlarının fazlasıyla mest olacağı kesin. Lakin bunun yanında farklı bir numara bekleyenler biraz hayal kırıklığına uğrayacak.