Hayalden Korkular: Beast (2017)
“Aileme, benim için yaptıkları her şey için teşekkür etmek istiyorum. Sizi affediyorum.”
37. İstanbul Film Festivali’nin gerilim dolu filmlerinden biri de etkileyici hikâyesiyle Beast (2017). Baştan sonra gerilimi hissettiren film, seyircinin merak duygusunu kaşıyor.
Beast, Moll (Jessie Buckley) isimli problemli bir kadına odaklanıyor. Geçmişi karışık, belirsiz ve sorunlu olan Moll’un ‘şimdi’si de farklı değil. Aşırı kuralcı ailesiyle, sınırları keskin bir şekilde belirlenmiş, sıkıcı, rutin ve sterilize bir hayat yaşıyor Moll. Annesi Hilary (Geraldine James) ise Moll’e sürekli baskı yapan, tehditkâr, tahakkümperver bir kadın. Yaşadıkları izole edilmiş adada Moll bir gün Pascal isimli yabani bir gençle tanışıyor. Aralarında bir ilişki başlıyor fakat elbette Moll’ün ailesi bu ilişkiyi onaylamıyor. Aynı zamanda bütün bunlar olurken ada sakinleri korkutan bir şey var, o da adada işlenmeye başlanan vahşi cinayetler. Moll’ün ailesi dahil bütün ada sakinleri bu korkunç cinayetleri işleyen kişinin Pascal olduğunu düşünse de Moll bu duruma şiddetle karşı çıkıyo. Zaten filmde de asıl gerilim bu noktadan sonra başlıyor ve gerçek ile hayal arasındaki çizgi de gitgide inceliyor.
Michael Pearce; bu ilk uzun metraj filmiyle başarılı bir iş çıkarmış ortaya. Filmin çekimleri, çekimlerin yapıldığı mekanlar çok etkileyici. Özellikle Geraldine James ve Jessie Buckley’nin oyunculukları başta olmak üzere filmdeki oyunculuklar başarılı. Festivalde izlediğime sevindiğim filmlerden biri oldu Beast.
Dokunma Dersleri: Touch Me Not (2018)
37. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğim son film Touch Me Not (2018) aynı zamanda festivalin de kapanış filmiydi.
Açıkçası filmle ilgili beklentilerim, filmin Berlin Uluslararı Film Festivali’nden Altın Ayı ödülü ile döndüğünü öğrendiğimden beri yüksekti fakat hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim maalesef. Aynı hayal kırıklığını Terrence Malick’in The Tree of Life (2011) isimli filmi Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü aldığında da yaşamıştım. Her iki filmi de izlemiş olan izleyiciler ne demek istediğimi anlayacaklardır.
Touch Me Not’a dönecek olursak, filmle ilgili en çok hoşuma giden şeyin filmin adı olduğunu söyleyebilirim; çünkü filmin adı, konusunu çok net ve yalın bir şekilde anlatıyor.
Filmin deneysel bir yapısı var. Yarı kurgusal – yarı gerçek, yarı dram yarı belgesel havasında ilerliyor film ve Laura (Laura Benson) isimli bir kadına odaklanıyor. Laura; orta yaşlarında, cinselliği farklı bir şekilde yaşayan, dokunulmaktan hoşlanmayan, enerjisi oldukça düşük bir kadın. Evine getirdiği insanlar, Laura’nın yatağında kendi kendilerini cinsel açıdan tatmin ederken Laura da onları izliyor. Ama hiçbir şekilde fiziksel temas gerçekleşmiyor.
Laura bir gün bir grup ‘farklı’ addedilebilecek insanı keşfediyor; ki bu insanlar sağlık problemleri yaşayan, aşırı şişman, ağır hastalıkları ya da vücut bozuklukları olan insanlardan oluşuyor. Filmin odağı zaman zaman Laura’dan bu gruptaki insanlara kayıyor. Kamera Laura’yı takip etmeyi bırakıp bu gruptaki insanları bazen birlikteyken bazen de yalnızken takip etmeye başlıyor.
Romanya yapımı filmin yönetmeni Adina Pintilie’yi de filmin içerisinde yine filmin yönetmeni olarak görmek mümkün. Yapım geneli itibariyle çok farklı ve özgün olmuş fakat seyirciler açısından izlemek de hazmetmek de sabır gerektiriyor. Festivalin kapanış seansında izlediğim filmden, film henüz sona ermeden ayrılan insanların olması da bunu kanıtlar nitelikte.