Bu yıl sekizincisi düzenlenen Malatya Uluslararası Film Festivali’nin konuk ülkesi Filistin. Filistinli sinemacıları misafir eden festival aynı zamanda Filistin sinemasından birçok değerli uzun ve kısa metrajlı yapımları da sinemaseverler ile buluşturuyor. Filistinli yönetmen Annemaire Jacir’in son filmi Wajib (2017) de bu yapımlardan biri. Annemarie Jacir, son on yılda önemli yapımlara imza atarak birçok sinemaseverin Filistin sinemasıyla tanışmasını sağlar. Yönetmenin prömiyerini Cannes Belirli Bir Bakış’ta yapan ikinci filmi Salt of This Sea (2008), aralarında FIPRESCI eleştirmenler ödülünün de bulunduğu 14 uluslararası ödülün sahibi. 2008 Akademi Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a aday olan yapım, Filistinli bir kadın yönetmen tarafından yönetilen ilk uzun metrajlı film. Jacir’in 2012 yılında çektiği filmi When I Saw da 63. Berlin Film Festivali’nden En İyi Asya Filmi ödülüyle dönerek, Akademi Ödülleri’nde yine Filistin’in Oscar adayı olur. Başarılı yönetmenin son filmi Wajib/Düğün Davetiyesi de Locarno Film Festivali’nden dört ödül ile döner.
Film adını bir Filistin geleneğinden alır. Geleneğe göre düğün davetiyeleri yakın eş dost ve akrabalara elden dağıtılmalıdır. 60’lı yaşlarında, Nasıra’da öğretmenlik yapan Abu Shadi (Mohammad Bakri), bir ay sonra evlenecek kızı Amal (Maria Zreik) için bu geleneği oğlu Shadi (Saleh Bakri) ile birlikte üstlenir. Abu Shadi’nin karısı yıllar önce onu terk etmiş ve Amerika’ya taşınmıştır. İki çocuğu ile baş başa kalan baba oğlunu da yaşaması için Roma’ya gönderir ve kızıyla hayatına devam eder. Shadi’nin düğün davetiyelerinin elden dağıtılmasında babasına yardımcı olmak için Roma’dan Nasıra’ya dönmesiyle ikili arasında hem kuşak hem de doğu-batı tartışması başlar. Araları uzun zamandır bozuk olan baba ile oğlunun birlikte geçirdikleri bir gün, ilişkilerindeki gerilimli noktaları açığa çıkararak kırılgan ve birbirinden çok farklı olan hayatlarını zorlayacaktır.
Roma’da büyüyen Shadi için çöp içindeki Nasıra sokakları dünyada bir cehennem gibidir. Babası içinse orası yuvasıdır, evidir, cennetidir. “Avrupa’yı merak etmiyorum.” der, “Filistin de umurumda değil. Ben burada doğdum, büyüdüm, burada yasıyorum, burada çalışarak sizi büyüttüm.” Ve sonra anlarız ki Abu Shadi, oğlunu okulda politik örgütlere katıldığını sandığı için Roma’ya göndermiştir. Ama politik sandığı örgütler sadece bir sinema kulübüdür!
Yönetmen, birbirlerini anlayamamış, zamanla aralarındaki mesafe fersah fersah açılmış olan baba ile oğulun hikâyesini sıcak, sade ve mizah seviyesi yüksek bir üslupla anlatıyor. Baba ile oğlun çatışması filmin ana dramatik çatısını oluştururken, düğün davetiyesi dağıtmak için Nasıra bölgesinde yaşayan Hıristiyan Arap Cemaatine mensup halkın evlerine konuk oluruyoruz. Her bir eve/dükkana girişimizde ince ince işlenmiş farklı bir karakter ile tanışıyoruz. Kapı kapı gezip davetiye dağıtırken birlikte çay içtikleri, yemek yedikleri, alışveriş yaptıkları, sohbet ettikleri bu cemaatin savaştan ve düşmanlıktan bıkmış, öteki olmaktan yılmış insanların gündelik dertlerini dinliyoruz. Sonunda ise, Nasıra sokaklarının batıdan gelen biri için neden sadece çöp yuvasıyken, yerlisi için sıcak bir yuva olduğunu anlıyoruz. Bu güzel insanların yüzü suyu hürmetine bir kez daha barış istiyoruz.