Merhabalar Ece Hanım. Dolu dolu hayatınızda bizlere de yer verip vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz öncelikle. Sizi performatif sanat alanlarının hemen hepsindeki eserlerinizden, katkılarınızdan, uğraşlarınızdan tanıyoruz. Bir yandan yepyeni projelerin taze soluğu oluyorsunuz, diğer yandan nispeten “perde arkasından” yürüttüğünüz farklı işleriniz var. Hepsi hakkında verdiğiniz demeçler bir yana, biz bu röportajımızda sizinle yeni yılı karşılamak ve “yeniler” üzerine konuşmak istedik.
Öncelikle klasik bir noktadan başlamak isterim: “Sinema mı, dizi mi, tiyatro mu?” sorusunu belki çok defa almışsınızdır. Ancak sahne ve kamera deneyiminizin başlarından bugüne, bu sorunun yanıtı nasıl bir değişiklik gösterdi?
- Hepsi benim için aynılaştı ve bir bütüne dönüştü diyebilirim. Üç alanda da aktif olduğum yıllar geçirdim. Seneler akıp giderken, artık oynadığım mecranın talep ettiği tekniğe özen göstermeliyim gibi bir yerdense, oynadığım şeyle kendi içimde çok sade bir iletişim yaşadığım bir döneme girdim. Beni en çok yanıltan sonuç odaklı olmak oluyor. Sinema tiyatro veya sinema fark etmeksizin, onay mekanizmasından beslenmediğim, sonuç odaklı olmadığım, bir yandan çok sade bir biçimde hayatıma devam ediyor olduğum, sağlıklı kaldığım, ezmeden ezilmeden etrafımdaki herkesle eşit hak, fırsat ve kaynaklarla ürettiğim huzurlu bir hâl benim artık olmaya dikkat ettiğim…
Performatif sanat alanlarındaki tecrübeniz geniş bir yelpazeye sahip. Ayrıca eğitim süreciniz de farklı coğrafyalara uzanıyor. Bu süreçte sizi zorlayan ve rahatlatan noktalar nelerdi?
- İki ayrı ülkenin sanat kavramları içinde eş zamanlı yoğrulmuş olmanın avantajı çoktu, birden çok dille büyümüş olmanın verdiği dil avantajı hayatına daha çok metin, daha çok insan, neticesinde daha çok hikâye sokuyor. Seni çok zengin kılıyor. Ancak özellikle gençken hiçbirine tam ait olamama sıkıntısını çok çekmişimdir. Ne orası için yeterince Türk göründüm ne buranın hikâyelerini anlatabilmek için yeteri kadar yerel. Casting anlamında bu aidiyet sıkıntısını çok çekmişimdir. Şimdilerde zaten ait hissetmeye çabalamıyorum ve zaten artık sadece kendi istediğim şeyleri oynuyor ya da istemediklerimi oynamıyorum. Bir derin özgürlük duygusu peydah oldu yeni yeni. Kararları ben veriyormuşum gibi bir his. Belki de gerçek değildir bilemiyorum.
Şimdiye kadarki filmografi ve dizi geçmişiniz içinde canlandırmaktan en çok keyif aldığınız, en çok bütünleştiğiniz ve sizi en çok besleyen karakter hangisi oldu?
- Şüphesiz Çekmeceler filmindeki Deniz bana çok farklı derinlikler sunmuş, çok şey vermiş çok şey de almıştır benden. Bir ilkti özeldi, her zaman da özel kalacak. Ancak seks bağımlısı diyebileceğimiz o karakteri oynamış olduğum için sonrasında yaptığım seçimlerde senelerce kendimi sansürledim, sınırladım, kısıtladım. Çok uzun seneler sosyal medyada taciz edildim. Ve de çok zor bir set tecrübesiydi birçok açıdan. Şüphesiz Deniz her yönüyle bahsetmeye değerdir benim için.
Her karakteri canlandırmak ister misiniz, yoksa tercihleriniz var mıdır?
- Her şeyi canlandırmak istemem. Arkasında durmadığım herhangi bir ideolojiye destek atan, kendimi maşa olarak hissettiğim hiçbir projede oynamam. Oyunculuk yapmam daha iyi. Hiçbir şey benden ve zar zor oluşturduğum bu kızdan bu omurgadan önemli değil.
Bağımsız sinema türündeki radikal yapımlardan başrol oyunculuğunu üstlendiğiniz Aşk, Büyü, vs. yerli yapım kuir sinema örneklerine çarpıcı ve etkileyici bir eser kazandırdı kuşkusuz. Yeşilçam üslubundan gelen Ümit Ünal, melodram etkisini salt kadın dilinde yeniden yazdı diyebiliriz bu yapımda. Bu yeni dilde “fakir ama gururlu gençler”, cinsiyet rolleri gibi Yeşilçam klişelerinin tamamen yıkıldığını görüyoruz. Bununla birlikte filmde canlandırdığınız Eren karakteri, Reyhan’la ilişkisi içinde daha maskülen tarafa yaklaşıyor diyebilir miyiz? Çalışma ve çekim sürecinde sizin oyunculuk bağlamındaki kişisel deneyiminiz nasıl oldu bu anlamda -kendinizi nasıl konumlandırdınız?
- Teşekkürler bu soru için. Kıymetli bir soru bu. Eğer bu hikâyede Eren’e maskülen Reyhan’a feminen gibi bir dosyalama yapsaydım ben bu aşkı oynayamazdım. Eren’in saçları erkeksi olsun diye kısa değildi zira, Jean Seberg misali bir görüntü istemişti Ümit, ben de hayır demedim. Bir kez bile eren maskülen olsun gibi bir konuşma geçmedi aramızda. Kime göre maskülen kime göre feminen zira? Bu skalayı kim belirliyor? Bu genellemeler çok tehlikeli. Belli davranışları belli duyguları belli beden tiplerini feminen ya da maskülen olarak tanımlamak bana artık çok absürt geliyor. Öyle kadınlar vardır ki son derece erkeğe atfedilmiş bir davranışı icra edebilir, öyle erkekler vardır ki toplum genellemeleri bakımından çok kadınsı bulunan bir duyguyu hissedebilir. Toplumun her kesimini sınırlıyor bu kalıplar. İnsan o kadar biricik kendine has ve çeşitli ki, bu tip bir dosyalama yapsaydım filmin kendine haksızlık etmiş olurduk bence. Bu tip tanımlamalardan kaçar, herkesi tek ve biricik değerlendiririm. Eren öyle biriydi, Reyhan da öyle biri. Ve birbirlerini sevdiler. Bu kadar.
Hetero ilişkilerde özgün karakterler, bir noktada klasik ve romantik tip beklentilerine hitap etmeye mecbur bırakılır. Bu bağlamda daha önce canlandırdığınız karakterlerle kıyaslayacak olursak Eren karakterine çalışma sürecinizdeki farklılıklardan biraz bahseder misiniz?
- Yukarıda bahsettiğim gibi, hiç daha önce oynamadığım misal bir geyik oynamayı çalışmadım ben, bir insan çalıştım her şeyiyle. Daha önce çalıştığım hiçbir karakterden farklı değildi çalışma biçimim inanın. Çünkü toplumsal baskıyı kuran ben değilim. İnsan duygusu cinsel yönelime göre değişmiyor özünde duygu aynı duygu. Biz onu çalışıyoruz. Özünü. Gerisi bizim için teferruat kalıyor.
Güzel gülümsemenizin, yüzünüzden hiç eksilmediği, “iyi ki”lerle dolu bir yıl olması dileğiyle…