Bu yıl 20.’si düzenlenen Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde düzenlenen ödül töreninin ardından son buldu. Yerli filmler adına önemli bir vitrin olmayı sürdüren festival merakla beklenen birçok yabancı filmin ülkemizdeki ilk gösterimlerine vesile oldu. Şili’nin bu yılki Oscar adayı Gloria, Jim Jarmusch’un uzun bir süreden sonra çektiği en iyi film olarak gösterilen Only Lovers Left Alive, Coen Kardeşler’in Cannes’dan tescilli son filmleri Inside Llewyn Davis ve Asghar Farhadi’den The Past olmak üzere merak edilen birçok filmi seyirciyle buluşturan festivalde özellikle ulusal yarışma filmleri Adana halkından büyük ilgi gördü. Tam 12 filmin yer aldığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın birinciliğini Gözümün Nuru ve Yozgat Blues filmleri paylaşırken Deniz Akçay Katıksız imzalı Köksüz de aldığı önemli ödüllerle en az bu iki film kadar başarı göstermiş oldu.
Şimdi dilerseniz yarışma filmlerine biraz daha yakından göz atarak büyük çoğunluğu henüz vizyona girmemiş olan bu 12 yerli yapımı teker teker değerlendirelim.
Gözümün Nuru (Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu)
Sinema sevdasıyla yanıp tutuşan genç bir yönetmen adayının yaşadığı sağlık problemlerinin hayallerini tehdit edişini güçlü bir mizahtan ve sinema tarihinden beslenerek ele alan Gözümün Nuru, tekdüzeliğinden dem vurduğumuz sinemamızda yaratıcı ve yenilikçi bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Filmin yönetmenlerinden Melik Şaraçoğlu’nun otobiyografik öyküsüne dayanan filmde, Fransa’da sinema eğitimi alırken gözünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kahramanımız ameliyat olmak için İstanbul’daki ailesinin yanına dönüyor. Ameliyat sonrasında zorlu bir tedavi sürecine giren Melik’in iç dünyası Yeşilçam’dan Lumiere Kardeşler’e kadar taşarken film aile ve insan ilişkileri üzerine çaktırmadan birçok yorumda bulunuyor.
Bir çeşit sırat köprüsü parodisi olarak yorumlanabilecek rüya sahnesi, kahkahalarla izleyeceğiniz hasta ziyareti sahnesi gibi hatırladıkça keyifleneceğiniz anlar barındıran film teknik anlamda da izleyiciyi tatmin eden, titizlikle kotarılmış bir iş. Henüz ikinci uzun metrajlarında önemli bir başarı elde eden genç yönetmenlerin bir sonraki çalışmalarını daha şimdiden heyecanla beklediğimizi söyleyebiliriz. Gözümün Nuru’nun vizyon tarihi 18 Ekim.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: En İyi Film, En İyi Senaryo, En iyi Kurgu, SİYAD En İyi Film.
Yazarın Puanı: 8.3/10
Jin (Reha Erdem)
Sinemamızın rüştünü ispat etmiş yönetmenlerinden Reha Erdem, genç bir gerilla kızın dünyaya karışma girişimini insan-doğa düzleminde gözler önüne seriyor. İçinde bulunduğu yasadışı örgütten kaçarak İzmir’deki dayısının yanına gitmek üzere yola koyulan Jin korkularından ve kötülüklerden uzaklaşmaya çalıştıkça daha başka düşmanlıklarla yüzleşmek zorunda kalıyor, çabaları kısır bir döngüde çırpınmaktan öteye varmıyor. Reha Erdem kendine has tarzını yine büyüleyici bir görsellikle sunarken -önceliklendirilmiş bir amaç olmadığı aşikar olsa da- eskimeyen ülke gündemine ilişkin aslında iddia edildiğinden çok daha fazlasını dillendiriyor.
Film tilkinin kargayı kandırdığı bir fabl’ı, ismini aldığı başkarakteri ise ormanın derinliklerinde gezinirken büyümenin ve ölümün ne olduğunu anlamaya çalışan Bambi’yi çağrıştırıyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: En İyi Yönetmen, Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu
Yazarın Puanı: 8.2/10
Köksüz (Deniz Akçay Katıksız)
Aile reisinin ölümünden sonra çatırdamaya başlayan orta-alt sınıf bir ailenin ayakta kalma çabasını merkezine alan Köksüz, izleyicisini, odağına aldığı ailenin çatısı altına sokmayı başarıyor. Noksanlarının, daha çok bir ilk film olmasından kaynaklandığı gözlenen yapım aynı zamanda bir ilk film olmanın albenili taraflarını da barındırıyor. Hikayenin anlatılma istenci ve heyecanı her sahnede kendini belli ederken duyguların dışavurumu katışıksız bir gerçeklik barındırıyor.
Her biri film için ayrı bir önem arz eden birden fazla karakterin varlığı yönetmeni yer yer zorlasa da bu konuda erişmesi güç bir denge tutturan Deniz Akçay Katıksız filmografisinde aile ilişkilerinin önemli bir yer tutacağının işaretlerini veriyor. Yönetmen, irili ufaklı rollerdeki bütün oyuncularından iyi bir performans alıyor ki filmin oyunculuk kategorilerinde edindiği ödüller de bu başarıyı meşrulaştırıyor. Lale Başar, nevrotik anne rolüyle beyazperdeye kuvvetli bir giriş yaparken En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü paylaştığı Ahu Türkpençe ise popüler ve güzel bir oyuncu olmanın mesleki dezavantajlarını Köksüz’le birlikte nihayet bertaraf ediyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: Yılmaz Güney Ödülü, En İyİ Kadın Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Umut Veren Genç Erkek Oyuncu
Yazarın Puanı: 8.0/10
Yozgat Blues (Mahmut Fazıl Coşkun)
İlk uzun metrajı Uzak İhtimal’in ardından karşımıza nasıl bir filmle çıkacağını merakla beklediğimiz Mahmut Fazıl Coşkun hüzünlü ve anlamlı bir sadeliğin hem sinematografide hem de öyküde kendini gösterdiği yeni filmi Yozgat Blues ile festivalin iddialı isimleri arasında gösteriliyordu. Nitekim katıldığı tüm festivallerden övgüyle ayrılan yapım, elde ettiği ödülleri baz alırsak asıl patlamasını Altın Koza’da gerçekleştirmiş oldu.
Aldığı bir iş teklifi üzerine öğrencisiyle birlikte şarkı söylemek için Yozgat’a giden ketum bir adamı ve etrafındaki bir avuç insanı taşra kıskacında değişime zorlayan Yozgat Blues, komedi ve melankoli arasındaki lezzetli duruşuyla dikkat çekiyor. Gücünü büyük oranda senaryosundan ve yetkin oyuncularından alan filmde, Yavuz rolüyle İstanbul Film Festivali’nden sonra Altın Koza’da da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi olan Ercan Kesal sinemamızda iz bırakacak bir karaktere hayat verirken yardımcı rollerdeki Tansu Biçer, Ayça Damgacı ve Nadir Sarıbacak bu başarılı oyunculuk kombinasyonu tamamlayan diğer isimler oluyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Film-Yön En İyi Film Ödülü, Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü
Yazarın Puanı: 7.8/10
Hayatboyu (Aslı Özge)
Biri saygın bir sanatçı biri mimar olan entelektüel bir çiftin birlikte geçirdikleri uzun yıllardan sonra çıkmaza giren evliliklerini minimalist bir anlatımla peliküle aktaran Aslı Özge, temelde, çözümü olabilecek mutsuzluklara kendilerini bile isteye mahkum eden insanların hikayesini anlatıyor. Karakterlerin iç dünyasında yaşadığı sıkıntıyı karanlık şehir resimleriyle ve türlü metaforlarla destekleyen yönetmen hedefine aldığı burjuvaziyi yaşanan sıkıntıların susma payı olarak gösteriyor.
Dünya prömiyerini 63. Berlin Film Festivali´nde yapan film yerli sinema kalıpları içerisinde değerlendirildiğinde kendine özgü bir konum edinmekte zorlanmazken aynı şeyi uluslararası örnekleri baz alarak söylemek pek mümkün olmuyor. Karakterlerin dile getirmek ya da bir çözüm aramak yerine geçiştirmeyi tercih ettiği sorunlarına karşı gösterdikleri tutumun bir nevini de yönetmen kırılma anlarını finale kadar sahne sahne öteleyerek gerçekleştiriyor. Bu durum filmin ritmini ve vuruculuğunu sekteye uğratsa da derli toplu ve tutarlı bir film olarak saygıyı hak eden Hayatboyu‘nunda, son olarak, Ela rolünde göz ardı edilmemesi gereken bir performansa imza atan Defne Halman’ın adını anmak lazım geliyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: –
Yazarın Puanı: 6.2/10
Eve Dönüş Sarıkamış 1915 (Alphan Eşeli)
Öncelikle itiraf edeyim, geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Çanakkale Savaşı ve Sarıkamış temalı vasat filmlerin ardından bu konseptten iki yapımı yarışma filmleri arasında görmek oldukça şaşırtıcıydı. Ancak Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’in, beklenti eşiğinin bir hayli düşük olmasından da faydalanarak, izleyicileri ters köşeye yatırmayı başardığını söyleyebiliriz.
Osmanlı savaş tarihinin en dramatik olaylarından biri olarak bilinen Sarıkamış Harekatı’nı arka plana alarak bir “survivor” filmi ortaya çıkaran Alphan Eşeli sinemamızda büyük bütçeli kahramanlık filmleri çekilmeden önce atılması gereken gecikmiş bir adıma olanak veriyor. Savaşı açlık, ölümcül doğa şartları ve kapana kısılmışlık hissinin kıskacındaki bir grup insanın arasına karan yönetmenin akılcı seçimlerine teknik dallardaki genel standartların yakalanması da eklenince kalburüstü bir sonuçla karşılaşmamız tesadüf olmuyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Müzik
Yazarın Puanı: 6.1/10
Daire (Atıl İnaç)
İyi bir eğitim almış orta yaşlı bir adam olan Feramus babasından kalan arsayı satmak için gittiği memleketinin kullanımda olmayan havaalanında çalışırken buluyor kendini. Belediye tiyatrosunun kapatılmasının ardından işsiz kalan iki çocuklu komşusu Betül’ün de taşranın sözsüz kuralları içerisinde en az kendisi kadar bocaladığını fark etmesinin ardından ikili arasında güzel bir arkadaşlık başlıyor. Sonra…
Belediye rejimlerinden memuriyete, Türk televizyonlarından anlamsız merasimlere kadar gündelik hayatta herkesin hakkında söyleyecek bir şeyleri olduğu popüler tartışma konularına öyle içerden yaklaşıyor, bürokrasinin ve geleneklerin çürümüş uzantılarına sunduğu eleştirilerin altlarını mizahi bir çerçevede öyle güzel dolduruyor ki Daire, filme karşı kayıtsız kalmanız imkansız hale geliyor. Fakat ne zamanki film “ben felsefi dertleri olan ciddi bir filmim” diye bas bas bağırmaya başlıyor işte o zaman filmin kimyasıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan gerçeküstü ara sahneler, bu gerçeküstü sahnelere eşlik eden beylik replikler ve taşralı karakterin eline tutuşturulan Nietzsche kitabı başta olmak üzere bir yığın kaba detay koca bir taşa dönüşüp o ana değin ilmek ilmek örülen bu renkli yapıyı tuzla buz ediyor. En nihayetinde geriye, avcının ilk avının kendi çocuğu olması gibi bir trajediyi de araya sokuşturup nasıl bir film olmak istediğine karar veremeden son bulan, kaçırılmış bir fırsat kalıyor.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: Film-Yön En İyi Film Ödülü, Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü
Yazarın Puanı: 6.0/10
Soğuk (Uğur Yücel)
Soğuk’un odağında üç farklı kardeş grubu var. Bir tarafta kocalarının baskıları altında sindirilen iki kız kardeş, bir tarafta şehrin müzikholünde konsomatrislik yapan üç Rus kız kardeş, bir tarafta ise bu iki kadın grubuyla kurdukları sorunlu ilişkilerle filmin gidişatını belirleyen birbirine zıt karakterlerde iki erkek kardeş… Kağıt üzerinde oldukça iyi görünen bu ilişki yumağı filmin ilk bölümlerinde iyi bir potansiyel barındırıyor ve yönetmen mesken tuttuğu şehrin çetin coğrafi şartlarıyla ataerkil toplum dinamikleri arasında kayda değer bağlar kuruyor. Şehrin erkeklerinin ayrı, kadınlarının ayrı bir dünyası olduğunu (hatta bir dünyaları olmadığını) fısıldayan hikaye kadının kim olduğu, nerede doğduğu, ne yaptığı gibi hususlardan bağımsız olarak kadının “nerede” olduğu sorusuyla haşır neşir oluyor. Ne var ki film bir yerden sonra objeleri arasında lüzumsuz bir elemeye giderek Balabey karakteri üzerinden devam etmeye karar verince mesele iki sorunlu adamın saplantılı aşk ve cinsellik gerilimine dönüşüyor, peşine düşüldüğünü zannettiğimiz anlamlar yarım bırakılarak film sığ, odaksız ve tekrarlanmış bir hikayeye sürükleniyor. Senaryoya hizmet etmesinden ziyade şaşası ve görselliği dikkate alınmışa benzeyen final sahnesi ise gözümüzden iyiden iyiye düşürüyor Soğuk’u.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: En İyi Görüntü Yönetmeni
Yazarın Puanı: 5.6/10
Çanakkale Yolun Sonu (Mustafa Kemal Uzun)
Kısa yoldan ifade edecek olursak, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere ailelerinden ayrılarak Çanakkale’ye giden iki erkek kardeşin cephedeki kahramanlıklarından kesitler sunan film öyküsünü savaşın mikro boyutlarına taşımakla akıllıca bir seçim yapıyor yapmasına ama askerlerin duygusal dünyalarının mı yoksa savaşın kendisinin mi ön plana çıkarılmak istendiğine bir türlü karar verilemiyor. Çıkmaza giren senaryo en nihayetinde iki keskin nişancının düellosuna bel bağlarken aslında belli sahneleri fena çekilmemiş olan yapım TV dizisi standartlarında yoluna devam ediyor.
Son olarak, filmin önceki yıllarda izlediğimiz Çanakkale temalı yerli filmlerin bir tık üstünde olduğunu söyleyelim. Ama sadece bir tık!
Festivalde Elde Ettiği Ödül: Adana İzleyici Ödülü
Yazarın Puanı: 4.8/10
Lal (Semir Aslanyürek)
Sinemaya düşkün iki küçük çocuk, film çekimi için Adana’ya gelen Yılmaz Güney’i görmek için ailelerinden habersiz köylerinden ayrılıyorlar. Otobüsü kaçırınca -yeni bir vasıta beklemek yerine- Adana’ya yürüyerek gitmeye karar veren ikili kendilerini fantastik bir maceranın içinde buluyor.
Bir çocukluk öyküsü anlatırken bir yandan politik göndermeler yapıp bir yandan hikayeyi fantastik öğelerle bezemek kolay iş olmasa gerek. Keza Lal’in en bariz sorunu tonunu bir turlu tutturamamak oluyor. Örneğin Erkan Can’lı karakol sahnesi kendi başına oldukça başarılıyken bu sahnenin ciddiyetini filmin bütünüyle ilişkilendirmek mümkün olmuyor. Çocuk oyuncuların genel itibariyle başarılı ve doğal bir performans yakaladıkları filmde hikayedeki eklektik tavır yan rollerdeki oyuncuların kullanımında da kendini gösteriyor.
Konusu itibariyle yer yer Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ı yer yer Stand By Me’yi akıllara getiren yapım sempatik olmayı başarsa da verdiği duygu ve nitelik bakımından bu filmlerden fersah fersah uzak.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: –
Yazarın Puanı: 4.5/10
Hadi Baba Gene Yap (Emre Yalgın)
Ailesinden uzakta büyüyen Murat’ın askere gitmeden önce memleketine uğramasıyla başlayan Hadi Baba Gene Yap, babanın oğlunu alıp asker ocağına ulaşmak üzere yola koyulmasıyla, beyazperdede pek çok yansımasını gördüğümüz ebeveyn-çocuk hesaplaşmalarından birinin peşine düşüyor. Zaman zaman dikkate değer kompozisyonlar sunan film erklik kavramına Anadolu kültürü üzerinden yorumlar sunarken ilgi toplamayı başarıyor, ancak yönetmen bunu öylesine aceleye gelmiş ve kararsız bir şekilde yapıyor ki toplamda elimize, teknik kusurlarla dolu iyi niyetli bir girişimden fazlası geçmiyor. Filmdeki birçok karakterin hangi işlevle hikayede yer edindiği büyük bir muamma oluştururken bu durum doldurma sahnelerle filmin geneline yayılıyor. Duygu ifadelerinin sigara içmekten ibaret olduğu film TV’de yayınlanacak olsaydı sigara sansürü uygulanmayan sahnelerin toplam süresi 30 dakikayı geçmezdi sanırım.
Senaryosundan sesine, kurgusundan renk tasarımına değin kabul edilmez hatalar barındıran yapımın bir ilk film olarak belli oranda kabul görme şansı bulunabilirdi. Ne var ki Hadi Baba Gene Yap Emre Yalgın’ın ilk filmi değil.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: –
Yazarın Puanı: 3.5/10
Yarım Kalan Mucize (Biket İlhan)
Hadi Baba Gene Yap nasıl ki bağımsız filmlerimizin kötü bir ardılı ise Yarım Kalan Mucize de ana akım yerli sinemamızın oldukça başarısız bir örneği. Ağdalı oyunculukları, didaktikliğin nehir olup aktığı replikleri ve abartılı müzik kullanımıyla tahammül sınırlarını zorlayan yapımın hala bu anlayışta filmler çekilebildiğini göstermesinin dışında şaşırtıcı bir noktası yok.
1940’ların politik ve sosyolojik koşullarında Köy Enstitülerinin ülke için ne denli önemli olduğundan ve eğitim için verilen zorlu mücadelelerden dem vuran Yarım Kalan Mucize ulusalcılığa sığınarak kimlikleşmeye çalışıyor ancak her bakımdan tel tel dökülerek bir proje tanıtım filminden fazlasına eremiyor. Haliyle Köy Enstitüsü meselesini layıkıyla ele alabilecek bir yapıma dair beklentiler başka bahara kalıyor. Tabii hala böyle bir beklentiniz varsa.
Festivalde Elde Ettiği Ödül: –
Yazarın Puanı: 3.0/10