Geçtiğimiz yıl sinema eleştirmenlerini ve izleyiciyi tamamen ikiye bölen bir Türk filmi girdi vizyona: Leyla Yılmaz”ın ilk filmi olan “Bir Avuç Deniz”. Yoğun bir şekilde eleştiri oklarına maruz kalıp gülünç bir başarısızlık örneği olduğunu savunanlar da oldu, Türk sinemasından çıkan derinlikli, felsefik bir başyapıt olduğunu savunanlar da… Türkiye”de kayda değer herhangi bir ödüle layık görülmezken İngiltere”de, New York Film Festivali”ne 9 dalda aday olup 4 dalda ( En İyi Film, En İyi Kurgu, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kadın Oyuncu) ödüle layık görülerek esti, gürledi adeta. İyi veya kötü olmasından ziyade filme kayıtsız kalınamayacağı ortada. “Bir Avuç Deniz”in basit bir aşk filmi görünümünün altında yatan çok derin bir alt metni olduğuna inanıyorum ve bunu irdelemeye çalışacağım.
Engin Altan Düzyatan”ın canlandırdığı Mert karakteri oldukça zengin bir aileye mensup, Columbia üniversitesi”ni bitirmiş, iyi bir şirkette üst düzey bir yöneticidir. Yaşam tarzı ve hayat felsefesi olarak Avrupalılığı benimsediği her halinden belli olan Mert, lüks bir otomobile ,ailesiyle beraber yaşadığı bir villaya sahiptir. Başı sıkıştığı anlarda mezun olduğu üniversitenin adını sıklıkla dile getirmesi, konuşurken cümlelerinin arasına İngilizce kelimeler sıkıştırması, tekne ve klasik müzik sevgisi, halkın içerisine fazla karışmaması, son derece zengin olmasına rağmen cebinde 20 TL”den fazla nakit para bulundurmaması, batılı yaşam tarzını çevresi öyle olduğu için değil de kendisi o şekilde rahat ettiği için benimsemesi Mert”in tam bir “Beyaz Türk” olduğunu kanıtlar niteliktedir adeta. Annesi Rana Hanım, bahçesinde yetiştirmesi en zor çiçeklerden biri olan orkide yetiştirmekte, müzeler ve sergiler arasında mekik dokumakta iken, babası resim sanatıyla yakından ilgilenmektedir. Dilek adında, kendisi gibi zengin bir aileye mensup olan, oldukça güzel de bir sevgilisi vardır. Mert”in ailesi Dilek”i çok sevmektedir çünkü her ailenin isteyeceği, seveceği, kabulleneceği türden bir gelin adayıdır Dilek. Mert ve Dilek, yakın arkadaşları Aylin ve Bora”yla beraber tekneyle tatile çıkarlar. Mert sabah uyandığında teknede, Dilek, Aylin ve Bora”nın tanıdığı fakat kendisinin tanımadığı Deniz (Berrak Tüzünataç) ile karşılaşır. Deniz”in hiçbir şeyi umursamayan, hayatın klişelerine meydan okuyan, aklına geleni anında yapan, felsefik söylemleriyle kafa karıştıran (hepimiz bir avuç deniziz!) yaşamın her anını doya doya yaşamayı seven farklı kişiliği, standart bir burjuva insanı olan ve monoton bir hayat süren Mert”in ilgisini çekmeye başlayacak ve aralarında zıtlıklardan doğan bir çekim oluşmasına neden olacaktır.
Mert tam bir ana kuzusudur. Ayda Aksel”in canlandırdığı Rana Hanım”la oğlu arasında çok derin bir bağ vardır. Fakat bu ölümüne bağlılık Mert”i, beraber olduğu her kadında annesini aramaya teşvik eder, çünkü Mert kiminle beraber olsa kendi kendini dengesizleştirerek rota değiştirmeye başlar. Tekne gecesi sevgilisi Dilek”le beraber olur ve Mert”in karakterinden anladığımız kadarıyla evlenme gibi bir niyeti de gözükmemektedir. Ertesi gece Mert, sevgilisi aşağıda uyurken kalkıp, kendisini çok etkileyen ve o sırada çırılçıplak bir şekilde denizden çıkan Deniz”le sevişir. Sabah uyandıklarında ise teknede Dilek”le evlenmeye karar verdiklerini açıklarlar! Kısa bir süre sonra evlilikten kaçmak isteyip tekrar Deniz”in kollarında bulacaktır kendini ve bu tekrarlar bir noktaya kadar devam edecektir. Karşı cinsle arasına hep bir mesafe koyan Mert, annesinden başka hiçbir kadının kendisine belli bir noktadan daha fazla yaklaşmasına izin vermediğini bu döngüde yeterince belli etmiş olur.
Dilek”in sorgulamadan, karşı çıkmadan, gönül rahatlığıyla Rana Hanım ve kocası Cengiz Bey”in oturduğu dairenin üst katında Mert”le yaşamayı kabul edebilecek yapıda birisi olması, Rana Hanım”ın gözünde onu potansiyel bir gelin adayı yapmaktadır. Mert evlense bile, Rana Hanım”ın Mert”i kendisinden hiçbir şekilde uzaklaştırmak istemediğinin, aynı çatı altında tutmaya çalıştığının en somut örneğini burada görmüş oluyoruz. Rana Hanım oğluna karşı fark ettirmeden sert bir tutum sergiliyor içten içe, hatta filmin ilerisinde Deniz”in de söylediği gibi “bir diktatör”e dönüşmeye başlıyor aslında, sadece bunu Mert”e hissettirmiyor. O ana kadar Mert”e ” Kimi seçersen seç, ne yaparsan yap arkandayım” diyen Rana Hanım, onu Deniz”le sevgi ve tutku içinde öpüşürken gördüğünde, oğlunun hayatındaki ikinci kadın olma korkusunun yarattığı tesirin etkisiyle ilerleyen zamanlarda “O kızı bu evde görmek istemiyorum!” diyerek başta söylediklerinin tam tersi bir ruh haline bürünüyor. çünkü Deniz, Dilek”in aksine Rana Hanım”ın isteklerine boyun eğecek birisi değil, tüm klişeleri reddediyor, durup dururken şap diye yanağından öpebiliyor Rana Hanım”ı, ya da yemek yenen masada inceden hafif iğneleyici laflar söyleyebiliyor. Kısacası Rana Hanım, Mert”i kendisi haricinde etkisi altına alan bu kadına tahammül edememeye başlıyor. Dolayısıyla şok edici finale doğru adım adım zemin hazırlanmaya başlanıyor.
Evet, bu bir aşk filmi. İster Mert”in Deniz”e olan aşkı, ister Dilek”in Mert”e olan aşkı fakat en önemlisi, oğluna ölümüne bağlı bir annenin aşkı… Anne oğul arasındaki saplantılı aşk-nefret ilişkisi çağan Irmak”ın Karanlıktakiler (2009) filminde de irdelenmişti, Xavier Dolan”ın I Killed My Mother (2009)”ında da, Alfred Hitchcok”un Psycho (1960)”sunda da… Fakat bu denli herşeye karşı mesafeli bir filmle (ki bu yüzden çok fazla eleştirildiğini düşünüyorum) ilk defa karşılaşıyorum.
Yönetmen, karakterlerin hiçbiriyle özdeşleşmemize izin vermiyor. İlk filmini yapan genç yönetmenlerin genelde düştüğü tuzaklardan büyük bir ustalıkla sıyrılışını izliyoruz adeta. Ne bangır bangır müziklerin çalındığı sahnelere ajitasyon yüklemeler ne de içi boş yan karakterlerin filmin gidişatına verdiği zararlar, bunların hiçbirisi yok. Kimi burjuvazi insanlarının bunaltıcı, tekdüze yaşamları ve korkaklığı gözler önüne seriliyor. Bu korkaklık durumunu açıklığa kavuşturabilmek için filmin son derece gizli detaylar barındıran diyaloglarına göz atmamızda fayda görüyorum.
Deniz intihara teşebbüs eder. Mert bir hışımla ağlayarak aşağı kata annesi ve babasının yanına iner.
“Baba, Deniz bir kutu hap içmiş.”
“Nee!”
“Baba n”olur kurtar onu. “
“Hastaneyi aradın mı?”
“Hayır, baba ambulans çağır, n”olur kurtar onu baba!
Şirkette başı sıkıştığında “Columbia üniversitesi”ni bitirdim ben” diyebilen Mert”in bir ambulans çağırmaktan bile aciz olduğunu görüyoruz. çünkü anne figürü Mert”in koruyucusu, kollayıcısı, baba figürü ise başı sıkıştığında ona yardım eli uzatacak kişi konumunda.
Mert Dilek”e ayrılmak istediğini söyler, tartışma sonucunda Dilek kapıya doğru yönelir.
“Dilek.”
Dilek döner.
“Araba kullanabilecek misin?”
Komik gibi görünen fakat kendi içerisinde derin söylemler barındıran bir diyalog cümlesi daha. Mert bu konuşmayı yaptıktan sonra, Dilek”in arabayla kaza yapması veya intihara teşebbüs etmesi gibi olumsuz düşünceleri aklına getirerek kendisinin sorumlu olacağını düşünmesiyle inceden “gerekirse ben kullanayım, aman başımı belaya sokma yeter ki!” mesajı veriyor aslında. Dilek”in sinirlenerek kapıdan çıkması üzerine de, “Seni seviyorum Dilek!” diye bağırıyor bu sefer. Az önce ayrılmak isteyen Mert, çaresiz kaldığı, suçlu hissetmek istemediği hemen her anda “Seni seviyorum” cümlesini devreye sokuyor. Sürekli bu kelimeleri kullanarak ucuzlatıyor, asla küfür etmiyor. Sürekli yalan söylüyor, her fırsatta yeni bir yalan. Leyla Yılmaz”ın da dediği gibi “Tam bir Beyaz Türk” Mert. Evet, daha önce Beyaz Türkler diye tanımlanan insanların dünyasına bu kadar ciddi bir şekilde kendi sinemamızda pek girildiğine rastlanmamasına rağmen, bu dünyayı inceden inceye sert bir dille aktaran Leyla Yılmaz, son derece cesur, aykırı bir işe imza atmış oluyor.
Yazının başında da belirttiğim gibi gibi bazı filmler, kendi ülkesinde değeri bilinememesine rağmen, başka ülkelerde bolca ödül alarak çok sahiplenilebiliyor. Bir Avuç Deniz”in de kaderi öyle olacak gibi. Bir Avuç Deniz “iyi film” ya da “kötü film” gibi kesin tabirlerle kitleler tarafından her zaman ayrılmaya devam edecektir fakat Leyla Yılmaz”ın sinemamız adına attığı bu cesur adım “iyi” veya “kötü” her zaman konuşulacaktır diye düşünüyorum.
Merhaba,
Sanıyorum film ile ilgili bir iki noktayı yanlış hatırladınız….
son derece zengin olmasına rağmen cebinde 20 TL”den fazla nakit para bulundurmaması…yazmışsınız lakin filmde bir kez, düğün sahnesinde cebindeki parayı görüyoruz, oradaki para ise TL değil, İngiliz Sterlin’i. Sanıyorum cebinde az az para taşımasıyla değil, yabancı para taşımasıyla Avrupai karakterini çiziyor yönetmen.
Bir de, Ertesi gece Mert, sevgilisi aşağıda uyurken kalkıp, kendisini çok etkileyen ve o sırada çırılçıplak bir şekilde denizden çıkan Deniz”le sevişir. … yazmışsınız, ancak sanki böyle olmuyordu, İstanbul’a döndüklerinde birlikte oluyorlardı, hikayenin sizin anlattığınız şeklini Mert kendisine Deniz ile yattınız mı diye soran arkadaşıyla alay etmek için anlatıyordu… Bilemedim..
Sağlıklı günler dilerim