“Israr ediyorum: “kötü” filmlerin nasıl seyredilmesi gerektiğini öğrenin, onlar genellikle çok güzeldir.”
Ado Kyrou
Victor Erice’nin 1973 yapımı kadife gibi filmi The Spirit of the Beehive, 1940’larda Kastilian yaylasında bir yerde başlar. Bir kamyonetin yollardan geçerek dar ve taş binaların olduğu bir sokağa girmesiyle de devam eder. Yalnız öyle kuru kuru girmez o araç sokağa. Arkasından bir grup çocuğun “Film geldi! Film geldi!” diye nidaları ve coşkuları içerisinde milim milim ilerler. Aslında bu sahne, bir sinemaseverin filmlere ve genel olarak sinemaya bakışının en açık tasvirini yapan sahnedir diyebiliriz. Bir kere sinemanın peşine takıldın mı, artık sinema en büyük tutkularından biri olur. Peşinden gidersin, bazen seni dümdüz, açık yollara sürükler; bazen de kimselerin geçmediği, in cin top atan dar sokaklarda ilerletir. Biz bu sefer o karanlık, girilmeye korkulan çıkmaz sokaklara atalım kendimizi. Aydınlansın diye etrafına dikilen ışıkların, sokağın “serseri” çocukları tarafından kırılıp karanlığa yerini bıraktığı, tekinsiz, ürkütücü bir çıkmaza girelim. Bu çıkmazın bir tabelası olsaydı üzerinde şu yazardı: İstismar Sineması
İstismar Sineması bir sözlük maddesine bakar gibi bakacak olursak “exploitation” teriminin tüm niteliklerini taşıdığını söyleyebiliriz. Suç, çıplaklık, kan, uyuşturucu kullanımı, cinsellik, şiddet ve ırk gibi unsurları gerek hepsini bir arada bulundurması gerekse tek bir tanesinin her anlamıyla sömürülmesiyle öne çıkan örneklere sahip olan bu sinema, aynı zamanda kendi içerisinde birçok alt tür de barındırıyor. Janrın ilk örneklerinin 1930’lu yıllarda verildiği söylenebilecek olsa da, zamanın katı sansür kuralları sebebiyle kamu spotu çizgisinin dışına kayamayan bu yapımlar, 1960’lardan itibaren daha çok hayal gücünün öne çıkmasıyla özgün hâlini almaya başlamıştır. Blaxploitation, Carsploitation, Nazisploitation, Sexploitation ve Shocksploitation gibi daha birçok alt türü bünyesinde barındıran İstismar Sineması’ndan söz etmekle o sinemanın dünyasını tam olarak anlamak biraz zor, biraz da ne anlatırsanız anlatın böylesi renkli bir janr hakkında bir şeyler söylemek kuru kalma riski taşıyor. Ben, sözümü bu kısa girişle bitirip o çıkmaza girebilmeniz için bir yol tarifi/liste vermeyi tercih ediyorum.
Peki neler bekliyor sizleri bu listede? Listem hakkında hemen ufak ipuçları vereyim: Liste İsveç erotik sinemasının ve Japonya yolculuğunun ardından oradaki istismar filmleriyle öne çıkan Christina Lindberg’den Amerikan Sineması’nın aykırı ismi Abel Ferrara’ya; türün nadide örneklerini veren Russ Meyer’den Lars von Trier’e kadar uzanıyor. The Spirit of the Beehive filminde Frankenstein’ı bekleyen çocuklar gibi gelin bu filmlere heyecanla bir göz atalım.
Not: Sıralama alfabetiktir.
1) Antichrist (2009, Yön: Lars von Trier)
2) Caligula (1979, Yön: Tinto Brass, Bob Guccione, Giancarlo Lui)
3) Cani arrabbiati / Rabid Dogs (1974, Yön: Mario Bava)
4) Death Proof (2007, Yön: Quentin Tarantino)
5) Faster, Pussycat! Kill! Kill! (1965, Yön: Russ Meyer)
6) Ilsa: She Wolf of the SS (1974, Yön: Don Edmonds)
7) Ms. 45 (1981, Yön: Abel Ferrara)
8) Pink Flamingos (1972, Yön: John Waters)
9) Sex and Fury / Furyô anego den: Inoshika Ochô (1973, Yön: Noribumi Suzuki)
10) Sweet Sweetbacks Baadasssss Song (1971, Yön: Melvin Van Peebles)
11) The Devils (1971, Yön: Ken Russell)
12) Thriller : A Cruel Picture (1973, Yön: Bo Arne Vibenius)
13) Two Thousand Maniacs! (1964, Yön: Herschell Gordon Lewis)
14) Vampyros Lesbos (1971, Yön: Jesús Franco)
15) Vanishing Point (1971, Yön: Richard C. Sarafian)
Thriller : A Cruel Picture, filmde eski arabamın aynısından, 1972 granada fastback olduğu için izlemiştim ama kesinlikle tavsiye ederim, çok iyi film.
daha belirgin istismar filmler var,zayıf bir liste.