“Kamili taşlamak cahilin işi
Cahilden kötülük hiç uzak değil”
Nesimi Çimen
2 Temmuz 1993. Türkiye tarihinde kara bir leke. Yazarlar, ozanlar ve aydınlardan oluşan otuz beş kişinin göz göre göre alevler içinde katledildiği utanç verici bir tablo. Sivas Katliamı, Madımak Katliamı, Madımak Olayı; ismi fark etmez: katliam.
Gazeteci yazar Soner Yalçın’ın, çekimlerine başladıktan sonra OdaTV davasından tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilmesinin ardından kendi isteği üzerine arkadaşları tarafından tamamlanan Menekşe’den Önce (2012), 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilmesine rağmen jüri tarafından “Toplumsal Vicdan Ödülü”ne layık görülmüştü. Belgesel, Madımak Katliamı’nın yirminci yılında vizyon şansı bularak geçen yıl gösterime girmişti.
Menekşe’den Önce, katliamın gerçek görüntüleriyle başlıyor. Otelin çevresini saran ve “Allahu ekber!” diye bağıran 15.000 kişilik bir grup otelin camlarını, çerçevelerini taşlayarak aşağı indiriyorlar. İçlerinden birisi cama tırmanarak oteli yakmaya başlıyor. Dışarıdaki konuşmalar ve protestolar akıl alacak gibi değil. “Aziz Nesin içeride mi?”, “Yak, yak, ne bekliyorsun yak orayı!”, “Allah’ım bu senin ateşin!”, “Cehennem ateşi işte!”… Güvenlik güçleri ise sekiz saat süren bu vahşeti müdahalesiz şekilde izliyor.
Bu şok edici, insanın kanını donduran vahşet görüntülerinden sonra katliamda 12 yaşındaki oğlu Koray’ı ve on beş yaşındaki kızı Menekşe’yi kaybeden Hüsne Kaya, tekrar yaşama tutunabilmek için Menekşe adını verdiği bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Menekşe, katliam esnasında otelde önce öldü sanılıp morga götürülen, daha sonra yaşadığı anlaşılan yazar Lütfiye Aydın’ın “Gri Gül” kitabını okuyup olayları araştırmaya başlayarak geçmişin acı dolu tarihinin günümüzdeki yansımalarına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Sivas Katliamı’ndan kurtulan fakat arkadaşlarını kaybeden kişilerin, ölen insanların ailelerinin anlattıkları olaylar ve yaşadıkları acı, kalbinize mızrak saplanmış gibi oturuyor adeta. Nutkunuz tutuluyor, yüreğiniz dayanmıyor, vicdanınız titriyor, gözyaşlarınız durmuyor.
Polis kayıtlarına göre 15.000 kişilik kalabalıktan sadece 160’ının göz altına alındığını, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan on beş sanığın firar ettiğini ve 13 Mart 2012 tarihinde mahkemenin hâlâ aranmakta olan firari sanıklar lehine zaman aşımı kararı aldığını bilmek utançla dolduruyor içimizi. Daha büyük bir utanç ise günümüzde hâlâ bu katliamdan bahsedildiğinde sessiz kalan, içten içe katliamı savunup “Oh olsun o ateistlere, Alevilere.” diyebilecek kadar kindar, yobaz ve insanlıktan nasibini almamış kişilerin içimizde yaşıyor olduğunu bilmek.
Bir belgesel olarak, teknik açıdan belki çok üst düzey bir film değil Menekşe’den Önce. Hataları var, kusurları var elbet ama her şeyden önce vicdanı var, hesaplaşması var. Bu yüzden bir belgesel olarak olmasa bile, bir belge olarak büyük değeri var. Yine düşünce suçundan yargılanan bir sanatçı olan piyanist Fazıl Say’ın bestelediği ve Cem Adrian’ın seslendirdiği “İnsan İnsan” eşliğinde otelin merdivenlerinde oturup ellerinde temizlik sopasıyla bekleyerek kendini savunmaya çalışan üç önemli şairimizin, Metin Altıok, Uğur Kaynar ve Behçet Aysan’ın çaresizliğine tanık olmak. İyisi mi son sözü Soner Yalçın’ın kendi cümlelerine bırakalım:
“İnsanlığın en büyük ve tehlikeli hastalığı bellek kaybıdır. Unutturmamak bir gazetecinin görevleri arasındadır. Madımak katliamını hafızalardan sildirmeyeceğiz. Menekşe’den Önce bu amaçla hayata geçirildi. Ne yazık ki, tam bitiremeden Silivri Cezaevi’ne atıldım. Şaşırmıyorum, Madımak gibi bir vahşeti yapanlar, tarihin her döneminde düşüncenin düşmanı olmuşlardır. Bu büyük yolculuğumuzu sürdürmeye devam edeceğiz. Belgeselimin tamamlanmasında emeği geçen sevgili dostlarıma teşekkür ederim.”
Ne söylesek boş tüm kelimeler kifayetsiz kalır kimsenin ceza alamamış olmaması adaletin olmadığının göstergesidir. Bu olayın üzerinde durulmalı ve kesinlikle unutturulmamalıdır.