Olgunlaşma denilen gayet kompleks süreç, genel olarak insanın okkalı bir düşüş yaşaması ve ardından da bir toparlanma evresi geçirmesi üzerinden yürür. Böylece kişi, negatifi deneyimleyerek pozitifi de anlamlandırabilir. İngilizce’de ‘coming-of-age movies’ (‘olgunlaşma filmleri’ diye çevirebiliriz) denilen tür, bu iki basit yapıyı kullanan filmlerden oluşur. Genelde gençleri konu alan türün The Breakfast Club (1984), Pan’s Labyrinth (2006) ve Boyhood (2014) gibi başyapıtları mevcuttur.
Me and Earl and the Dying Girl (2015), isminde üç kişi olsa da aslında tek kişi hakkında bir film. Başkarakterimiz Greg (Thomas Mann); lise son sınıfta okuyan, fiziksel görünümünü beğenmeyen, yetişkin gibi davanmaya çalışan ama doğal olarak davranamayan tipik bir Amerikan gencidir. Günlük hayatında okulundaki her grupla dirsek teması olsa da hiçbirinin içinde değildir. Böylece kendisine göre görünmez olup arkadaşı Earl (RJ Cyler) ile klasik filmlerin parodilerini çekmeye vakit bulabilmektedir.
Greg’in hayatının (ve filmin de) kırılma noktası, annesinin dırdırına katlanamayarak kanser teşhisi konmuş sınıf arkadaşı Rachel (Olivia Cooke) ile takılmaya başlaması olur. İkilinin annelerinin zoruyla başlayan bu garip ilişki, bir süre sonra bir alışkanlığa veya Greg’in tanımıyla ‘talihsiz ilişki’ye dönüşür. Greg’in de birkaç kez vurguladığı gibi, ilişkilerinde hiç romantik bir unsur yoktur ama bunun sebebi gerekli zeminin oluşmaması değil, çiftin olaylara karşı takındıkları umursamazlıktır.
Greg’in kontrol altında tuttuğu ve bu yüzden de olgunlaşamadığı yaşamı, Rachel ile beraber başka bir boyuta evrilir. İkilinin arkadaşlığı önce Greg’i okulda görünür kılar, ardından Rachel onun filmlerini öğrenir. Diğer yandan konuşmalarıyla kendini Rachel’a iyice ifşa eden Greg, savunmasız kalmaya başlar. Ona giderek bağlanırken hastalığın da giderek daha kötüleşmesi, Greg’i tepetaklak etmeye yeter de artar.
Yönetmen Alfonso Gomez-Rejon, oldukça basit ve sıradan bir konuyu yerinde müdahalelerle oldukça çekici hâle getirmesini bilmiş. Greg haricindeki karakterler, Rachel bile, hiç derinlenmesine incelenmese bile Greg karakterini o kadar güzel tamamlıyorlar ki senaryodaki diğer hatalar hiç göze batmıyor. Tabii bunda filmin uyarlandığı romanın yazarının, senaryoyu bizzat yazmasının payı olduğunu düşünüyorum. Ama esas başarı kesinlikle Gomez-Rejon’da. Atmosferi kurması, parodi filmler ve tarih hocası gibi filmi yumuşatan ama destekleyen de unsurları kıvamında kullanması, ikili arasındaki romantizmde gerçekçiliği yakalayabilmesi, oyuncularından da gerekli performansları alabilmesi,…
Gomez-Rejon’un son yılların iki gözde dizisi Glee (2009-2015) ve American Horror Story‘de (2011-…) yönetmenlik yapmış olması, sanki bu başarıyı biraz açıklıyor. Me and Earl and the Dying Girl başarılı bir film projesi, tıpkı her şeyi planlanan günümüzün popüler dizileri gibi. Sundance’ten başlayarak hem ödül hem de övgü toplaması bu başarısının en büyük kanıtı. Bilhassa finale doğru melodrama meyleden yapısıyla izleyicisini kolaylıkla tavlıyor, hatta filmlere bağışıklık kazanmış çoğunun gözlerini yaşartıyor. Ama bu planlı yapısı, onun bir üst seviyeye geçmesine yani klasikleşmesine engel oluşturuyor. Muhtemelen 2015’in en beğenilen filmlerinden bir olacak ama bir The Breakfast Club gibi defalarca izlemeyeceğimiz bir ‘coming-of-age’ filmi var karşımızda.