Mısır’dayız, 2013 yılında. Ordu yanlıları ve Müslüman Kardeşler sokaklara dökülmüş. Müslüman Kardeşler, İslamî referanslı sloganlarla orduyu protesto ediyor. Ordu yanlılarıysa orduya destek vermek ve Müslüman Kardeşler’e karşı durmak için sokaklarda. Bu iki grupla birlikte, protestoları bastırmak ve Müslüman Kardeşler üyelerini yakalamak için görevli askerler de sokaklarda. Öncesinde hep birlikte devrimi başlatmış, Arap Baharı’nı en canlı hâliyle yaşamış bir ülkenin insanları olarak birbirleriyle çatışıyorlar. Askerler, Müslüman Kardeşler’den olduğunu sandıkları tüm göstericileri yakalayıp kamyonetlere tıkıyor. Sokakta iki gruptan da insanlar olduğu için arabalara tıkılanların hepsi Müslüman Kardeşler üyesi değil. Bir kısmı bir gruba dâhil bile değil hatta. Çatışma (2016), bu olayların ortasında, farklı gruplardan insanların bir arada bulunduğu bir aracın içinde geçenleri, neredeyse belgesel tadında, gerçekçi ve tarafsız anlatıyor.Araca ilk bindirilenler arasında bir gazeteci ve kameraman var. Gazeteci, Mısır kökenli bir Amerikan vatandaşı. Sonra bir ordu yanlısı, yanında bulunan dokuz yaşındaki oğluyla alınıyor araca. Baba-oğul araca alınınca adamın karısı öne atılıveriyor, askerlere tehditler savuruyor; sonunda onu da tıkıyorlar arabaya. Kadın hâlinden memnun, zaten ya oğlu bırakılsın ya da kendi de onun yanında olsun diye deli deli bağırdığı belli, araca alınınca yüzü gülüyor. Saçları boyalı, orada ne işi olduğu anlaşılmayan bir DJ ve arkadaşı sokuluyor sonra aracın içine. Yavaş yavaş Müslüman Kardeşler’den göstericiler de araca alınmaya başlıyor. Bir baba ve kızı itiliyor içeri. Küçücük kızın içeri alınmasına feryat ediyor herkes. İçeridekiler kalabalıklaşan araçtan çıkmak için dışarıya bağırıp dururken, dışarıda askerin göstericilerle çatışması devam ediyor. Araç uzun bir süre olduğu yerde kalıyor. Bu sırada aracın kapısından içeri sürüklenenlerden biri, babasıyla birlikte gelmiş protestolara; babası da yakalanmış aynı anda, ikisi farklı araçlara sürükleniyorlar. Ayrılmasınlar diye bağırıyorlar askerlere, aynı araca bindirilsinler diye; asker dinlemiyor, babası yandaki araca gönderiliyor. Zengin bir çocuk da atılıyor arabanın içine, ordu sempatizanı o da. Arabada bir adam herkesi elindeki jiletle korkutuyor. Meğer sokaklarda yaşayan, araba camı silen biriymiş. Kendini koruyabilsin, diğerleri ondan korksun diye katil imajı vermiş kendine; sonradan dökülüyor. Aracın içi gitgide, kimin hangi gruptan olduğunun anlaşılamayacağı bir duruma evriliyor.Gazeteciyi kimse sevmiyor başta. Amerikan ajanı mı diye şüpheleniyorlar. Amerika’ya dair sorular soruyorlar bir ara, “Orada da böyle ağaçlar var mı, orada da deniz var mı, her yer bina mı,” diye. Mısır’ın durumunu, dışarıda olanları, içinde oldukları konteynervari aracı unutmuş; memleketlerindeki güzelliğin, dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığını düşünüyorlar belli ki. Orta Doğu insanının toprağına duyduğu cahilce ve tükenmez sevgi hüzünle gülümsetiyor.
Araç yola çıkıyor, ara ara duraklıyor. Her noktada çatışmalar, silahlı olarak devam ediyor. Askerler yaralanıyor, göstericiler de. Ölümler de oluyor, izliyoruz aracın camından. Müslüman Kardeşler üyeleri, araç duraksadıkça yan araçlardaki diğer Müslüman Kardeşler üyeleriyle haberleşiyor. Araç içinde koordine olmaları gerektiğini duyuyorlar bir araçtakilerden, içlerindeki en kıdemli Müslüman Kardeşler üyesini grup lideri belirliyorlar. Bu sırada görüyoruz ki, Müslüman Kardeşler çok organize bir topluluk. Araç içinde Müslüman Kardeşler sempatizanı olan biri de var, grup içi toplantı yaparken onu almıyorlar örneğin aralarına. Aidat veren, mevkisi olan insanlar “üye”ler, sempatizanın çok değeri yok bu noktada.
Araçtaki süre uzadıkça topluluk, iki siyasî grup olmanın dışına çıkıyor. Futbol konuşuyorlar bir ara mesela; iki büyük takım varmış Mısır’da, o iki takımın taraftarları olarak bölünüyorlar bu sefer de. Türkiye’deki izleyiciler için pek tanıdık bir durum bu. O sefalet durumunda, o aracın içinde bir de futbol takımları üzerinden tartışmak akıl dışı gelmiyor, o yakınlık da gülümsetiyor bizi. Bir ara DJ ve arkadaşı kavga ediyor, DJ’i Müslüman Kardeşler yanlılarının durduğu tarafa doğru itiyor arkadaşı, artık o da sizden sayılır diye. Müslüman Kardeşler de dert etmiyor bunu, ordu yanlısıyla kavga etmiş gencin kendi içlerinde durması çok mantıksız gelmiyor gibi.Sonlara doğru, bir kargaşanın ortasına geliyorlar araçla. O sırada şoförleri asker olmayan biri, araçtan çıkıp çıkmamak konusunda tartışıyorlar. Ordu yanlıları tedirgin, göstericiler Müslüman Kardeşler’dense kendilerini öldürmelerinden korkuyorlar. Müslüman Kardeşler onları koruyacaklarını temin ediyor. Diğerleri güvenemiyorlar bir türlü, dışarıdakiler anlarlarsa saldırırlar elbette. O sırada Müslüman Kardeşler’den bir üye korkacak bir şey olmadığını söylüyor, “Hangimizin kimden olduğu anlaşılmaz ki,” diyor. Filmdeki çarpıcı anlardan biri. Bu iki grubu ayıran, birbirilerini öldürecek kadar düşman eden ne gerçekten? Fikirleri üzerine hiçbir tartışma duymuyoruz. Taraftar gibi kendi sloganlarını bağırıp birbirilerine nefret kusuyorlar araçta. Ama bu bölünmenin altında yatan sebep ne? Ayrışmanın sonucunu görüyoruz, oysa onu başlatan nedenler belirsiz. Bu kadar birbirine benzeyen, ne askerin, ne saldırgan grupların ayırt edebildiği; birbirlerini sevmemeye şartlanmış insanlar onlar.
Bir ara söz, Arap Baharı’yla başlayan Tahrir Meydanı’ndaki ilk protestolara geliyor. Kocası ve oğluyla araçta olan kadın, “Güzel şeyler oluyor gibi gelmişti,” benzeri bir şey söylüyor. Bu da çok tanıdık geliyor bize. Eylemlerde yaşadıkları komik olayları anımsıyorlar birkaç dakika; bu sırada konuşanlardan biri ordu yanlısı, diğeri ise Müslüman Kardeşler’den. Kaybettikleri arkadaşlarını da hatırlıyorlar muhtemelen, gözleri buğulu.
İçimiz hiç umut dolamadan, kötü kapanıyor film. Bize şaşırtıcı gelmiyor; beklentimiz “mutlu son” olmazdı zaten, diğer Orta Doğu halkları gibi biliyoruz. Niye ayrıştığımız, bir dönem ortak birçok noktamız var gibi gelmişken neden parçalandığımız üzerine düşündürüyor çıkışında.
Filme, Mısır’da olan olaylara hâkim olarak girmek gerekmiyor. 2011-2013 yılları arasında Mısır’da meydana gelen olaylarla ilgili filmin girişinde verilen ufak bilgilerle, yönetmen seyirciyi içine sokacağı ortama hazırlıyor. Seyirci bunları önden öğrenerek gidebilir elbette filme. Ancak yönetmenin, derdini kendi insanlarından ötesine aktarma amacını gösteriyor bu ön bilgilendirme. Karşılığında seyircide de, filme ortak olma, anlamadığı yerleri es geçmeme ihtiyacı uyandırıyor. 2011’de Tahrir Meydanı’ndaki protestolarla başlayan süreci, gösterilerin içinden takip eden ve olayları göstericilerle söyleşiler yaparak, eylemler sırasında onlarla yan yana koşarak aktaran The Square (al Midan, 2013) belgeselinden sonra, dönemi bir kurgu üzerinden başarıyla anlatması açısından da kayda değer bir film Clash.