Jim Jarmusch sinemasını kabaca iki ana odağa ayırırsak, elimizde bol muhabbetli ve de bol koşuşturmacalı iki küme oluşabilir. Paterson’da (2016) ise yönetmen olağan çizgisinin dışına çıkıp bu iki öğenin de odak noktasında olmadığı bir film yaratıyor. Elbette sinemayı formüle etmek söz konusu olamaz ama eğer Jim Jarmusch’un bir formülü olsaydı, Paterson bu formülün biraz bir tarafından biraz da diğer tarafından beslenip yarım kalmış bir film olarak düşünülebilirdi.
Kısa bir özet geçmek gerekirse; Cannes’da Altın Palmiye için yarışmış olan film, Paterson’da full-time otobüs şoförü part-time şair olan Paterson’ın (evet, karakter, şehir ve de film aynı isme sahip) bir haftalık rutinini, aynı üçgene kısılıp kalmış hayatını anlatıyor. Paterson otobüsüne biniyor, mesai bitince evine geliyor, akşam bara gidiyor ve kapanış.
Film daha bu noktada seyirciyi sahne ve hatta replik tekrarlarıyla yormaya başlıyor. Bir hafta boyunca takip ettiğimiz karakterin hayatına, otobüste kulak misafiri olduğu konuşmalarla renk getirilmeye çalışılmış olsa da, alelâde yolcuların muhabbeti seyirciyi ancak bir noktaya kadar çekebiliyor. Onun dışında kalan zamanda seyirci, Paterson’ın da hayata (ve de filme) dâhil olmasını bekliyor. Rutininin çeperleri kırılmaya yüz tutunca bir heyecanla, bir ümitle kopmakta olduğumuz filme geri dönsek de, Paterson hemen kontrolü eline alıp hayatını rayına geri oturtuyor.
Paterson’ı izlenmeye değer bir karakter hâline getirebilecek yegâne detaylardan bir tanesi ise şiire olan ilgisi olabilir. Eşi Laura’nın insanlıkla paylaşılmaya değer bulduğu fakat Paterson’ın kimseye göstermediği “Gizli Not Defteri”nde biriken şiirler… Arada William Carlos Williams alıntılarıyla ilerleyen şiirsel sahneler, Williams’ın Patersonlı oluşu, şehrin şiire etkisi ve de dolaylı olarak şehrin Paterson’a ve filme etkisinin üzerine vurgu yapıyor.
Görmeye alışkın olduğumuz bir rolle, Paterson karakteri olarak karşımıza çıkan Adam Driver, bir oyuncu olarak fazla zorlanmıyor. Eğer filmi götüren bir oyuncu varsa o da kesinlikle About Elly’den (2009) hatırladığımız Golshifteh Farahani. Paterson’ın eşi Laura’yı canlandıran Farahani için filmdeki tempoyu yükselttiğini söyleyebiliriz. Laura karakteri Paterson’ın tam zıttı, hayatında stabil kalan her şeye savaş açmış bir kadın. Bir gün muffin dükkânı açma hayaliyle yanıp tutuşuyor, diğer gün tek hayalinin bir folk şarkıcısı olmak olduğunu söylüyor. Evinde boyayıp hareket katmadığı nesne kalmayan Laura’nın Paterson’ın durağanlığıyla herhangi bir sorun yaşamıyor olması, Paterson’ın hayalperest eşinin yere basan bir çift ayağı görevini görmesinden kaynaklanıyor belki de.
Bunun dışında, Paterson’ın gününün yorgunluğunu ve belki de monotonluğunu üzerinden atmak için her gece köpeğini dolaştırmaya gittiğinde uğrayıp bir bira içip ayrıldığı bardaki sahneler, seyirciler için de bir nevi kaçış noktası oluyor. Doc ile geçen sohbetler ve bardan gelip geçenlerin kısa süreli katılımları, bar sahnelerini en ilgi çekici sahneler yapıyor. Sadece bu sahnelerde tanımadığımız birinin kahramanımızın hayatına müdahil olabileceği hissine kapılabiliyoruz. Evet, otobüs de engin bir gelip geçen insan kalabalığından oluşuyor ama burada şoförün tek yaptığı uzaktan başkalarını dinlemek olduğu için seyirci aradığı etkileşimi hissedemiyor.
Toparlayacak olursak, Paterson beklentilerimi karşılamayan bir film oldu. Elbette bunda nicedir Jim Jarmusch’un yeni filmini izlemeye gün saydığımız için beklentilerimizin tavana vurmasının etkisi de olabilir. Ancak Paterson karakterinin, bizlere izlemeye devam etmemiz için yeni bir şey sunmuyor oluşu, ilgi çekici diyalogların hep arka planda gerçekleşmesi, Paterson’ın hayatının tam olarak rutinin kelime anlamı oluşu ve bunu haftanın günlerine ayrılmış bir filmde tekrar tekrar ve tekrar hissediyor olmak seyri biraz yorucu kılıyor.
Filmi etkileyici kılan ise Paterson’ın gündelik hayatı içerisinde karşılaşıp dokunmaksızın yanlarından geçip gittiği insanların hikâyeleri. Bu filmin keyfine ancak gün be gün takip ettiğimiz Paterson’dan uzaklaşıp diğer ayrıntılara, önemsiz görünen karakterlere kafa yorduğumuzda varabiliriz diye düşünüyorum.