Geçmişlerini ya da geleceklerini bilmediğimiz iki insanı gözlemlemek ve yine hiçbir şey bilmediğimiz halde yavaş yavaş onların her adımlarını öğrenip tahmin etmek gizemli olurdu değil mi? Murtaza‘da olanlar da benim için üç aşağı beş yukarı bunu temsil ediyor. Yavaş yavaş merak duygusu sarıyor. Bu insanları neden izliyoruz; neden daha fazlasını öğrenmek istiyoruz? Yaşlı bir çift olan kör bir kadın ve ona bakmakla yükümlü kocasını izlemek neden izleyiciyi sarıp sarmalıyor? Yönetmenin, izleyicinin sorgulama isteğini ayakta tuttuğu ve hiç düşürmediği aşikâr. Ama bu sorgulamadaki her bir sorunun cevabını bulabilmek, büyük bir muamma.
Malatya’nın bir köyünde yaşayıp kayısı ağaçlarıyla geçimlerini sağlayan Murtaza ve Sabure, sıradan bir hayat yaşamaktadır. Daha doğrusu bizler öyle sanmaktayız. Murtaza, kör karısı Sabure’nin olmayan gözleridir âdeta. Buna rağmen, aralarında bir gariplik vardır yalnızca sezebildiğimiz, ama başlarda kesinlikle somut bir olaya dayanamayan. Ardından kızlarının vefatıyla Murtaza, Sabure’yle arasını daha da açacaktır. Çünkü vefatı gizleyecektir, ama Sabure bunu sözlerle duymasa da manevi olarak son nefesine kadar hissetmektedir. Böylece Murtaza’nın hikayesinin artık iki ayrı dalı olur. İlki bir durumun altından sızanlarken, diğeri bir olayın altından sızan pis kokulardır.
Murtaza‘da bazı şeyler yarım kalmıştır aslında. Ama bunun en büyük nedeni, yönetmen Özgür Sevimli’nin deyişiyle bu hikayenin bir kurgudan çok biyografi içeriği taşımasıdır. Bazen yarım kalmış olanlar ve kusurlardır filmi güzelleştiren. Bu durumun Murtaza için geçerli olduğunu düşünebiliriz. Meral Çetinkaya ve Cezmi Baskın’ı izlemenin de büyük bir lüks olduğunu söyleyebiliriz artık beyaz perdede. Bu da Murtaza için büyük bir artı oluyor tabii. Murtaza ve Sabure’nin söze az dökülen, ama hissetmemenin mümkün olmadığı iç dünyalarını Cezmi Baskın ve Meral Çetinkaya sayesinde daha çok sevdik belki de. O çok sevdiğimiz şehirlerimizde göremeyeceğimiz ve duyamayacağımız bir hikayeye tanıklık ettik; Murtaza’nın omuzlarındaki yükü biz de yüklendik. Çünkü küçük hayatları olan insanları arkamıza bile bakmadan terk ettik ve unuttuk, hayatlarımızın böyle büyüyeceğini zannederek.
Filmin sonunda merakımızı giderdik ya da gideremedik; tatmin olduk ya da olamadık; yine de içimiz buruk ayrıldık sinema salonundan. Bu da Murtaza‘nın bizleri ikna ettiğinin en büyük göstergesidir.