Una mujer fantastica (2017) ile 2018’de “Yabancı Dilde En İyi Film” Oscar ödülünü kazanan Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun son filmi olan Disobedience (2017), her ne kadar 37. İstanbul Film Festivali’nin en merak ettiğim yapımlarından biri olsa da, festivalin izlediğim diğer filmleri arasında en zayıf yapım oldu benim için.
New York’ta yaşayan bir fotoğrafçı olan Ronit (Rachel Weisz), haham olan babasının ölüm haberini alıp Londra’daki evine döner. Öncesinde içinde bulunduğu / büyüdüğü aşırı dindar Yahudi topluluk, Ronit’in gelişini pek de hoş karşılamaz; zira Ronit ile Londra’daki Yahudi topluluğunun çoğu konudaki görüşleri birbirinden farklıdır. Yönetmen, film boyunca gerek gerilim dolu bir şekilde, gerekse mizahi bir dille seyirciye bunu hissettiriyor bu arada.
Ronit’in çocukluk arkadaşları Esti (Rachel McAdams) ve Dovid (Alessandro Nivola) ise evlenmişlerdir. Ronit, cenaze için Londra’ya geldiğinde Esti-Dovid çiftinin evinde kalır fakat bu yeni durum, üçünün de ilişki dinamiklerini derinden sarsar; çünkü çok eskilerde kalmış olan bir hikâye, Esti ve Ronit arasındaki aşk ve tutku tortuları tekrar gün yüzüne çıkar.
Bu şekilde bir özetten sonra film çok fazla şey vaat ediyormuş gibi dursa da maalesef istenen etkiyi yaratamıyor. Karakter derinliğiyle (ki Rachel Weisz ve Rachel McAdams hem çok güzel oynamışlar, hem de aralarındaki uyum gayet inandırcı) ilgili bir sıkıntı olmamasına ve güzel bir kurguya sahip olmasına rağmen film insanı içine almıyor. Kasvetli yapısı, filme odaklanmayı zorlaştırıyor kısacası.
Bana kalırsa filmdeki en büyük eksiklik “cesaret” kavramıydı. Film ne tam olarak kadın hakları, kadın bağımsızlığı ya da lezbiyenlik adına bir tavır sergileyebilmiş, ne de yaptığı baskıcı, kökten dinci toplum eleştirisinin arkasında durabilmiş. Dolayısıyla filmden geriye sadece başarılı iki kadın oyuncunun etkileyici performanslarını izleyip aralarındaki kimyayı gözlemlemek kalıyor seyirciye.