Dünyanın en büyük fast food zinciri olan McDonalds’ın büyüme sürecine eğilen ve elli yaşından sonra milyarder olan Ray Kroc’ın bu amaç uğruna gözünü karartışını odağına alan The Founder (2016), bir başarı hikâyesinden ziyade kendine has bir yergi olarak karşımıza gelmektedir. Yönetmenliğini Saving Mr. Banks (2013), The Blind Side (2009) gibi başarılı filmlerin altına imzasını atan John Lee Hancock’in yaptığı filmin başrolünde ise Birdman (2014) ile küllerinden doğan Michael Keaton yer almaktadır.
Mikser satarak geçimini sağlamaya çalışan ve şehir şehir, kasaba kasaba gezen Ray Kroc; inatçı ancak biraz da şansız bir adamdır. Kaderin yüzüne güleceği an ise yolunun McDonald’s isimli bir restorana çıkmasıyla başlar. Nitekim gittiği bu yenilikçi restoran, daha önce karşılaşmadığı kadar hızlı ve aynı zamanda lezzetli bir menüye sahiptir. Kroc’un bu restoranın kurucusu olan McDonald’s isimli kardeşlerle tanışması ise, onun tüm girişimci tarafını sinsi bir şekilde dışa vurmasına neden olacaktır. Bu dakikadan sonra, bir girişimcinin macerasına tanıklık ettiğimiz The Founder, aynı zamanda markanın gerçek yaratıcısı olan McDonald’s kardeşlerin de dramına bir parantez açmaktadır.
Malum, yükseliş hikâyeleri son dönemde Hollywood’un en çok ilgi çeken konularından bir tanesi. The Social Network (2010) yahut Steve Jobs (2015) bu alanda karşımıza çıkan, son dönemin başarılı işlerinden birkaçı. En az onlar kadar ayakları yere sağlam basan bir proje olarak beliren The Founder, günümüzün en büyük fast food restoranlarından olan McDonald’s’ın büyüme sürecini işlerken, bir yandan da acımasızlığın dışavurumunu olanca realitesiyle gözler önüne sermektedir.
McDonald’s’ın kurucusu olarak bilinen ancak yalnızca orijinal bir fikri büyütmesiyle milyarder olan Ray Kroc, esasen bir girişimcinin yapması elzem olan tüm ana başlıkları, etik unsur gözetmeden icra etmesiyle şöhrete kavuşmuş biridir. Hali hazırda üniversitelerde verilmekte olan İşletme Bilimine Giriş’in ilk dersinde, birçok hoca girişimciliğin altın kuralı olarak risk alabilme kabiliyeti, inatçılık, hırs ve gözü kara olabilmenin önemine değinir. Nitekim Ray Kroc’ta bu özelliklerin hepsinin var olduğunu en başta söylemekte yarar var. Ancak onun dilediği noktaya ulaşmak adına, yola beraber çıktığı kişileri bir çırpıda arkada bırakma uğraşı, esasen onun kapitalist düzende benliğini yitirmiş bir adam olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Evet, The Founder en başta bir yükseliş ve büyüme hikâyesi. Bu nedenle, genç dimağlara ilham kaynağı olabilecek düzeyde değerli bir film olmaya aday. Ancak bu noktada Ray Kroc’un idealist ve mütevazı iki kardeşin hayallerine ket vurması; hem hikâyenin dramatik yoğunluğunu yukarıya taşıyor hem de kapitalizmin acı yüzünü bir kez daha gün yüzüne çıkarıyor.
McDonald’s’ın asıl kurucusu ve hızlı üretim sisteminin üreticisi olan Dic ve Mac kardeşler, yerel bir marka olarak yavaş yavaş büyümeyi hedef edinmiş ancak bu noktada kendi çizgilerinden asla sapmamaları gerektiği idealini benimsemişlerdir. Tam da bu süre zarfı içerisinde Ray Kroc’un karşılarına çıkması en başta onlar için sevindirici bir durum olarak gözükse de zamanla bu iki kardeşin çöküşünün de habercisi olacaktır.
Hikâye bu aşamada, McDonald’s kardeşlerin ve Ray Kroc’un çatışmasından harikulade bir şekilde beslenmektedir. Nitekim Ray, daha fazla para kazanmak adına her şeyi göze alabilecek bir yapıdayken McDonald’s kardeşler markanın, özgünlüğünden asla ödün vermemesi gerektiğini savunmaktadır. Esasen bu da McDonald’s’ın büyüme aşamasındayken en büyük yardımcısı olduğu gerçeğini su yüzüne çıkarıyor. “Başarıya giden her yol mubahtır” mottosunu izleyen Ray, McDonald’s kardeşlerin baskıcı tavrı yüzünden, istediği gibi at koşturamıyor ve markanın büyürken özgürlüğünün korunmasına bilinçsizce ön ayak oluyor.
The Founder hikâyesi kadar biçimiyle de öne çıkan bir film. McDonald’s kardeşlerin yaşadıkları dramı ajite etmeden aktarmayı başaran hatta bu durumu bir alt metin gibi sunmayı tercih eden yönetmen John Lee Hancock, eğlence sınırlarını zorlayan ve insanların pür dikkat izlemesini sağlayacak bir anlatış tarzıyla arz-ı endam etmektedir. Tabii bunda filmin sıcak renkleri, müzikleri ve dönemin retro atmosferini üst düzey bir şekilde yansıtmasının payı yadırganmayacak derecede büyük. Bu da hâliyle filmi, basit bir Hollywood yapımının ötesinde değerlendirmemize olanak sağlıyor ve doğacak hayranlığı iki katına çıkarıyor.
İki zıt kutbu bir potada eriten ve günümüzün en büyük firmalarından biri olarak kabul gören McDonald’s’ın büyüme sürecini merkezine alan The Founder, bir başarı hikâyesini gözle görünür kılarken bir yandan da zaferin doğurduğu üzücü sonuçlara parantez açıyor. Taraf tutmak ve öznel bir şekilde yorumlamak gerekirse, Ray Kroc’un McDonald’s kardeşlere yaptığı, onları dımdızlak ortada bırakmaktan ve hayallerini çalmaktan başka bir şey değil. Her ne kadar film, Ray Kroc’un yükseliş hikâyesi gibi algılansa da markanın asıl yaratıcısı olan ve naif kişilikleriyle ile ilk anda sempati beslenebilecek Dic ve Mac’e layık oldukları övgüyü vererek de takdiri fazlasıyla hak ediyor.