Kaybolmak, tükenmek üzere olan dünyanın geleceği, geçmişi ile birleşiyor.
Interstellar‘da (2014) yeniden doğum miti ve karanlığın aydınlanması fikrini toplayan şaşırtıcı ve karmaşık bir kurgu söz konusu. Hikâye kurgusu zaten yeterince karmaşık iken Christopher Nolan, metaforlar ve mitolojik anlatımlarla bu kurguyu katman katman örmüş. Bu katmanlardan ulaşabildiklerimizi birlikte soyarak alternatif gözlerle okumayı deneyelim.
Filmin içinde gizlenivermiş birçok fikre temas eden gözler, ilk olarak filmin giriş sahnesi görseli ile buluşuyor: Kitaplık. Kitaplığın temsil ettiği çok şey var elbette ancak benim algımın sınırlarında birkaç konu belirdi. Raflardaki kitaplar iki ana öğeyi işaret etmekte: bilimi ve bilgiyi. Kitapların içine yerleştirilen uzay aracı maketi ve kitaplığı kaplayan toz, bilginin sisli bir görüş mesafesinde dahi evrenin derinliklerine ışık tutabileceğini simgeliyor. Hepsi bu değil elbette. Yıllarca uzay aracı pilotluğu üzerine eğitim almasına rağmen uzayı hiç deneyimlememiş olan Cooper’a (Mathew McConaughey) bu bilgisi hiç fayda getirmiyor. Karşısına çıkan zor görev aslında Cooper için bilgisini deneyimleme imkânı da sunuyor. Bilimin desteği ve mühendislik bilgisiyle yola çıkan Cooper’ın onca yol ve deneyimin ardından vardığı yer ise kitaplığın arkası oluyor. İşte bu çok heyecan verici: “Bilginin varlığına ancak bilginin ardına geçersen tanıklık edersin“. Bilgelik bilgi ile değil, o bilginin ötesini görebilen göz ile geliyor. İlk saniyeden başlayan bu yolculuğun hikâyesi kitaplığın ardında, bilgiden bilgeliğe geçiş ile son buluyor. Nolan’ın katmanlarından birisi böylece soyuluyor filmin başından sonuna.
İkinci katman elbette kahramanımız Cooper’ın yolcuğu üzerine. Dünyayı kurtarmak için yola çıkan Cooper, kendi geleceğini bırakıp, çocuklarını kurtarmak fikrinden beslenerek dünyayı ardında bırakma cesareti buluyor. Kurtarıcı olarak çıktığı yolculukta ise duygusal olarak yenilip durduğu bir döngüye giriyor. İlki, evden ayrılırken kızı ile vedalaşamadan kırık ve buruk bir kalple uzaklaşmasına denk gelmekte. Burukluk hissi ulaştıkları ilk gezegende hayat imkânı bulunmaması ve bir sonraki varış noktasında hayatta kalma güdüsüyle insanlığını bırakan Dr. Mann (Matt Damon) tarafından aldatılması ile perçinleniyor. Fakat Cooper bu son macera ile çoğu kahramanın geçtiği yoldan geçerek akıllanıyor. Yaşatmanın yaşamaktan üstün olduğunu anlayarak kendini evrenin şefkatli kollarına bırakan Cooper, yenilgiyi kabul edip bilgeliği eline aldığı an kendini ve dünyasını kurtaran adımı atmış bulunuyor.
Bir başka katman ise hepimizin dikkatini cezbeden bir meseleye vurgu yapıyor. Ayakları yere basan bir distopya: Dünyanın sonu kötülük ve savaş ile gelmiyor. Nolan’ın yıldızlar arasındaki evreninde kıyamet bir tohumda saklı. Dünyada savaşlar bitmiş, herkes odağına yaşamı devam ettirme fikrini almışken felaket, doğanın çürümesi başlıyor. Dünya her ne kadar kendini yenilese de sonsuz bir gezegen değil. Eninde sonunda eskiyip çürüyecek olan bu gezegen insanları kusmaya ve yokluğa sürüklemeye başlıyor. Interstellar bu yönden bilim kurgu filmlerin ucu kaçan düşsel distopyalarına kıyasla daha akla yatan bir bakış açısı sunmakta.
Dördüncü katman ise mısır tarlasına denk geliyor. Sona kalan mısır tohumlarının da yok olmaya başlaması ile dünya bir toz bulutuna bulanmakta. Mısırın burada bir de yan anlamı var. Maya ve Aztek kültürlerinde mısır tanrıçalarına inanılır, insanlığın ilk anasının mısır tohumundan ortaya çıktığı düşünülür. Daha da güzeli takvimlerini –ki takvim zamanı içinde saklar- mısır tarlalarının hasat zamanına dayandırırlar. Filmde iki uçtan mısırın sembolizmine gönderme hissediliyor. Filmin başında, kurtarıcı Cooper, mısır tarlası olan bir çiftçidir ve filmin sonunda dünyayı Cooper’ın kızı Murphy’nin (Jessica Chastain) marifetli elleri kurtarır. İnsan bir mısır tohumundan doğar. Nolan yeniden doğum kavramını, dirilişin sembolü olan Lazarus (İsa’nın ölüler arasından dirilttiği insan) ile de İncil’e göndermeler yaparak güçlendirmekte.
Bir diğer katman da tüm evreni, zamanı, mekânı, boyutları ve konumları tek hamlede yeniveren en ulaşılabilir kavrama gelsin: Sevgi. Filmde Dr. Brand’in (Anne Hathaway) ağzından dinlediğimiz “Sevgiye bir şans ver, kalbinin sesini dinle” senfonisi, evrenin ötesindeki Murphy’nin, babasına duyduğu özlem ve kırgınlık dolu kalbinden zihnine taşarak geleceği kurtarıyor. Cooper’ın deneyiminin ve bilgelik yolunun öte tarafında Murphy, babasını anlamak ve özgür bırakmak yolunda bir deneyim yaşamakta. Birbirine kavuşmak için evrenin derinliklerinden geçip ayrıldıkları noktaya dönen baba-kız, onları ayıran zamanı aşarak bedensiz bir kucaklama yaşıyor. Murphy’nin, babasını anlamak için babasının ayrıldığı – yani bedenen öldüğü- yaşa bastığı doğum gününde başladığı barışma ritüeli, ayrıldıkları noktada kitapların arasındaki kavuşma ile son buluyor.
Altıncı katmanımız, karadeliklerden bir karadelik. Cooper’ın çaresizlik hissinden çıkarak cesaret ve huzurla açıldığı yolculuk, bir karadeliğin ufkunu görme misyonuna dönüşüyor. Karadelik karanlık ve yokluk maskesini indirdiğinde işte orada, insanın kendi zihninin aydınlığı bulunuyor. Bilinçaltının bir derin kuyu olduğunu psikanaliz sayesinde anladık. Bu derin kuyu – bu karadelik- bir sadelik ve zarafetle aşıldığında insan bilincine açılıyor. Bilinç en çarpıcı anılar içinde sivriliyor ki Nolan da bu anları eleyerek karadeliğin ufkuna yerleştiriyor. İnsan bilinci kendi ışığında kendi küçüklüğünü görüp kendi varlığının en büyük farkındalığı ile kucaklaşıyor. Bu sahneyi Nolan, Cooper’ın dilinden açıklıyor: “Bizi buraya ‘onlar’ getirmedi. Buraya biz geldik”: Kendimiz. Kendilik. Kendi varlığını fark ettiği an Cooper, dönüş yolu için kapıyı da aralamış bulunuyor. Bilinçaltı bir karadelik oluveriyor bu metaforla: Zamanın yok olduğu, içi dışa bağlayan bir tünel.
Bir katman da Nolan’ın zaman mekân kavramlarını kurcalamasıyla önümüze seriliyor. Filmin temelinde ele alınan zaman kavramı tüm bilimin gelip de tosladığı bir duvar iken, bu duvarı bir düzleme dönüştürüp göz hizasına taşıyor Nolan. Filmin başından itibaren bir zaman hesabı ve gelecek kaygısı sarıveriyor insanı. Tâ ki dünyayı kurtarma yolculuğunda zamanı harcaya harcaya yol alan bir avuç insanın, zamanı artık tutamayacaklarını anlayıp kaygılarını ve korkularını koyvermelerine kadar. Dünyada onlarca yıl geçerken dakikalarla yarışan bilim insanlarının korkuları, izafiyet kavramı ile mütemadi şartlanırken yoklukta son buluyor. İşbu ki zaman, Cooper için karadeliğin öteki ucunda dokunulabilir, görülebilir bir boyut hâlini alıyor: Zaman, mekâna dönüşüyor. Zamanın mekânlaşması ile varılmak istenen yer ise anlamaya uğraştığımız 5. boyut yani bilinmezlik sahası.
Gelelim sekizinci katmana ki filmin en etkileyici ve heyecanlı sahnelerinden birine denk düşüyor: Dr. Miller’ın varmış olduğu fakat aslında hiçbir yere varmayan elverişsiz bir alan: yüzeyi sudan ve devasa dalgalardan oluşan bir gezegen. Devasa iki dalga arasında kalıp kurtulmaya çalışan bilim insanlarının çaresizliği ve korkusu yansıyor perdeye. Çok bilindik ve özel bir mite işaret ediyor bu iki devasa dalga: Kızıldeniz’i yarıp geçen kurtarıcı Musa’ya. Bu miti açıklamak ancak ansiklopedik bir dizi açıklama ile mümkün olur. Bu noktada bizim için susmak dâhice olacaktır.
Son katman Prof. Brand’in (Michael Caine) gizli ve etkileyici bir tonda tekrarladığı şiiri: Yaşam için savaş verirken, ölümü coşku ile kabul etmek. Yaşam döngüsünün bir parçası olan ölüm kişisel bir deneyim iken, filmde türün ve evrenin yaşamının devamı için coşkun bir diriliş olarak yer buluyor.
Kuantum fiziği ve bilimin yolculuğundan beslenen Nolan, yolu anlatmak için filminde araç olarak bolca metafor kullanıyor. Bize de bu katmanları gözlemlemek düşüyor.
Nolan’ın hikâyesi soymakla bitmiyor.
Yönetmenin varmak istediği, kuantum fiziğinin de bir adım ötesi.
Lâkin;
Bilim henüz oraya gelmedi.
Interstellar neler anlatıyo daha iyi anlamak için:)
3 saatlik limitine singularity’i sığdırmış çağın ufuk açan filmi interstellar. Belgesel olarak değil bir film olarak incelediğiniz için teşekkürler.
Çok iyi bir analiz.. tekrar izlemek için sakin bir zihin zamanı ariyor insan.. o kadar iyi bir film..
Bu kadar mükemmel bir analiz olamaz.Allahım bu nedir?Hangi gözle izlediniz filmi?Efsane.
ellerinize sağlık