–Dün akşam annem bana bir fotoğraf gösterdi. Yarısı kayıptı. Söylemek istemedim ama benim hayatımda onun yarısı gibi kayıp.
Doğduğumuz andan itibaren hayatımıza yön vermeye başlayan ebeveynlerimizin varlıklarının fazlalığını duyumsadığımız zamanlar elbette ve ne yazık ki olmuştur. Fakat, eksikliği hakkında hiç düşündük mü? Bir çocuk için, insan yaşı kaç olursa olsun ebeveynleri karşısında her zaman çocuktur, anne ya da babasının eksikliği tasvir edilemeyeceği kadar katlanılmaz bir durum olabilir. Çünkü bir çocuk, öyle ya da böyle karakterini anne ve babasının ona hazırladığı dünya çerçevesinde oluşturur. Ya onlar gibi ya da onlardan zıt bir karaktere bürünür, bürünmeye çalışır. Uzmanlara göre öğrenme kuramlarından biri olan rol-model alma sürecinde, çocuklar bu iki ana figür üzerinde yoğunlaşır. Peki, ya bu figürlerden biri eksikse?
Almodovar’ın Todo Sobre Mi Madre (1999) filminin açılış sekansı olabildiğince durağan gözükmek ile birlikte, filmin kalanına dair birçok referans veriyor. Açılış sekansındaki jenerik yazılarının bulanıklaşarak ekranda belirmesi ve yok olması hikâyenin içeriği hakkında izleyiciye en baştan küçük bir ipucu bırakıyor. Almadovar’ın hikâyeyi biçemsel bir şekilde aktardığı bu jenerik sekansının etkisiyle seyirci olarak bizler, filmin karakterlerinin bulanık hayat hikâyelerine ilk saniyelerden itibaren alışmaya başlıyoruz.
Bir erkeğin ölüm sahnesinin sıradanlığı, erkeklerin filmin dünyasındaki konumunun güzel bir örneklendirmesi olarak kabul edilebilir ve bekâr bir annenin günlük yaşantısına bu şekilde dâhil oluruz. Bu annenin büyüttüğü ve filmin üç erkeğinden biri olan Esteban’ın dünyasına ise daha temkinli adımlarla gireriz. Daha sonra yazar olma isteğini öğreneceğimiz Esteban’ın, içine kapanıklığı ve yanından bir dakika bile ayırmadığı not defteriyle arasındaki ilişki, onun sosyal ve psikolojik yalnızlığının birebir referansı olmaktadır. Almodovar filmin önemli erkek karakterlerinden biri olan Esteban’ın dünyasına seyirci olarak bizleri tam anlamıyla sokmayı tercih etmez ve annesiyle olan diyaloglarından onun kişiliğine dair çözümlemeler yapmak yine biz seyircinin bakış açısına bırakılır. Bir tiyatro oyuncusundan imza almak adına uğraşırken geçirdiği bir kaza sonucu ölmesiyle ilk defa Esteban’ın bakış açısına geçer ve onu anlamaya başlarız. Sanki hep bir insanı kaybettiğimiz zaman anladığımızdaki gibi, sanki Esteban’ın kaybettiği babasını ne olursa olsun anlayacağını belirtiği gibi.
Oğlunun ölümünden sonra, Manuela’nın yaptığı yolculukla Esteban’ın kendisi için yarım kalan hikâyesi bizim için tamamlanmaya başlar. Almadovar, tren yolculuğu sekansındaki tünel sahnesinde Esteban’ın ana rahmine tekrar dönüşünü ve aslında bir şekilde yeniden doğacağını büyük bir ustalıkla tasvir eder. Aynı zamanda, “On yedi yıl önce aynı yolculuğu yapmıştım. Şimdikinin tersine, Barcelona’dan Madrid’e. O zaman da kaçıyordum. Ama yalnız değildim. O zamanlar babasından kaçıyordum, şimdi ise babasını bulmaya gidiyorum.” diyen Manuela’nın repliğinden anlaşılacağı üzere bu yolculuk bir bitiş değil, yeni bir başlangıçtır.
Genellikle baba figürü, ataerkil toplumun egemen olduğu bu dünya şartlarında, otoriter ve daha eril bir karakteri temsil etmektedir. Özellikle sinema dünyasında, erkek hegemonyasından dolayı, erkek karakterler genellikle iri kıyım, gösterişli ve ses tonları dahi sert kişiler tarafından canlandırılır. Fakat Manuela’nın, oğlunun babasını aramak için gittiği transeksüellerle dolu bir sokakta böyle bir baba figürüne rastlayamayacağımızı tahmin ediyoruz ve Esteban’ın hikâyesi burada ilginçleşmeye başlıyor.
Manuela aradığı sokakta, oğlunun babası olan Lola’yı değil fakat en yakın arkadaşı olan Agrodo’yu bulur. Agrodo, kendini tüm kadınlardan daha kadın hisseden, göğüsleri ve penisi oluşu yüzünden başkaları tarafından hep farklı olarak ötekileştirilen ve bundan asla gocunmayan bir transeksüeldir. Hayata ve yediği dayaklara karşı her zaman pozitif, anlayışlı ve eğlenceli bir karakter olmasının yanında bir repliğinde belirttiği üzere çok duygusaldır. Aynı zamanda filmin birkaç kısmında Agrodo ismini almasının nedenini, insanları hep mutlu etme isteğinden kaynaklandığını açıklar. Agrodo, Manuela’yı iş bulmasına yardımcı olmak için seks işçisi ve transeksüellere yardımcı olan rahibe Rosa ile tanıştırır. Rosa, daha sonrasında anlayacağımız üzere Lola’nın çocuğunu taşıyan ve Aids virüsüne yakalanmış, çok zengin bir aileden gelmesine rağmen rahibeliği ve insanlara yardım etmeyi tercih eden saf bir genç kızdır. Almodovar’ın filmindeki ana kadın karakterlerinin hepsinde savaşçı olmalarının yanında, insanlara yardım etme özelliği vardır. Bu kadınlar, sadece kendileri için değil, başkaları için de yaşarlar.
Filmin diğer önemli erkek karakterlerinden biri olan Rosa’nın babası ise, bakıma muhtaç, sosyal hayatın içerisinde olmayan bir erkektir. Kendi kızını dahi tanımayacak konumdadır.
Rosa, Manuela’yı kendi ailesinin yanına iş vermeleri için götürdüğünde aslında annesinin ondan ne kadar farklı olduğunu sezeriz. Anne-kız arasındaki ilişki olağanın dışında ve gerektiğince soğuktur. Rosa’nın kendi karakterini “annesi-olmayan” olarak oluşturduğunu anlarız. Annesi fahişelere bile uzakken, Rosa bir transeksülle sevişebilen bir rahibedir.
Manuela, oğlunun ölümüne sebep olan ünlü tiyatro oyuncusu Huma’yla karşılaştığında normal-dışı bir sakinlik içerisindedir. Hatta Huma’nın gizli yürüttüğü lezbiyen ilişkini saklar ve kaybolan sevgilisi Nina’yı bulmasında ona yardımcı olur. Manuela’nın Huma’ya yaptığı iyilik, kaybettiği oğluna daha yakın olmaya çalışma ihtiyacı gibi çözümlenebilir. Huma bir tutkuyla âşık olduğu Nina’ya bir anne-baba şefkatiyle yaklaşan bir karakterdir. Nina’nın uyuşturucu bağımlısı olduğunu bilmesine rağmen onu bir kliniğe bile yatırmayı göze alamaz. Onsuz yaşayamayacağını düşünmektedir. Almodovar filmindeki kadınların yalnız kalma korkusunu birçok şekilde ortaya koyar. Bu filmdeki kadınların yalnızlık anlayışı, sevginin eksikliğidir. Rosa ve Manuela’nın arasında geçen bir diyalogda da vurgulandığı gibi; “Kadınlar yalnız kalmamak için her şeyi yaparlar.” Nitekim, Manuela’nın Lola’nın çocuğunu taşıyan ve pek yakında ölecek olan Rosa’ya bakması gibi.
Manuela, kendi Esteban’ına babasını anlatmayı tercih etmemişti. Farklı bir baba figürünün etkisinde kalmasındansa, babasının eksikliğini kabullenmesini sağlamıştı. Bir şekilde Esteban’ı eksik ve yalnız bırakmıştı. Babası olmasına rağmen eksikliğini çeken Rosa ise ölmeden önce Manuela’dan bir söz alarak doğacak bebekten, yani Esteban’dan hiçbir şey saklamamasını rica eder. Filmin sonunda, Manuela Rosa’nın doğurduğu minik Esteban’ı, kendi oğlu olan Esteban’ın resmini ve not defterini Lola’ya götürerek, çocukların pek yakında ölecek babasıyla tanışmasını sağlar. Bu şekilde, tam anlamıyla olmasa dahi kaybettiği çocuğu Esteban’ın not defterinde bahsettiği gibi yarım kalan hikâyesini tamamlarken, minik Esteban için yeni bir sayfa açar.
aids virüsü diye bir şey yok. aids (acquired immune deficiency syndrome) edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu demektir. hiv (human immunodeficiency virus) etkeni aids’e sebep olur.