“Güzel günler bizi bekler” diyor Alanson umut kokulu şarkısında. Sıkışık duvarların arasında umuda kapı aralıyor. Ama kapıdan geçebilmek için önce anahtara sahip olmak gerek; karanlığın kör ettiği anda ışığı görebilecek gözlere, bazı kelimelerin gücüne tutunacak bir dimağa ve inanca sahip olmak gerek. Sahi, şarkıda da geçtiği gibi “eyvallah” sözcüğünü ne zamandan beri duymuyoruz, kullanmıyoruz? Ne kadar süredir yüzümüzü, içinde boğulduğumuz ânın dalgalarından kurtarıp ufka, güzel günleri getirecek olan şafağa çevirmiyoruz? Hatırlayamayacağımız kadar uzakta kalmışsa bu vakit, boğulmuşuz demek ki. Önümüz arkamız, sağımız solumuz kısıtlamalarla, içinden çıkılmaz gibi görünen sorun yumaklarıyla sobelenmiş. Çaresizliği nefes nefes içimize çekmişiz, onunla dolup yüreğimize ulaşan her yolu tıkamışız. Yüreğimiz de üzerine serpilecek suyun hasretiyle kavrulmuş, kuru çöl toprağı gibi çatlak çatlak serilmiş. Unutmuşuz; bakışlarımız güzeli görmeyi, kulaklarımız hoş seslerin ahengine uymayı, ellerimiz yumuşağı hissetmeyi unutmuş. Yarını beklemek ve düşlemek, aşinalığını yitirdiğimiz birer yabancı olmuş. Ve ne yazık ki “umut”, uzun süredir yüreğimize uğramayan bir hatıraya dönmüş.
Ardı kesilmeyen küresel bir savaş hâli, siyasi ve politik gerginlikler, uzun soluklu bir kış derken son zamanların en yaygın hastalığı oldu umutsuzluk. Gelecekle ilgili her düşte artık bir kaçış arayışı var yahut tümden bir vazgeçiş hâkim. Bu gergin ortamın dayattığı kara bulutlarla görüş mesafesi iyice daralan bakışlar, ufku seçemez olmuş. Oysa kimi zaman mahşer yerini andıran bu karmaşada nefes alabilmek için insanî kimliğimizi hatırlamak yeterli; elimizde kendi bedenimiz miktarınca toprak ve buraya ekilmeyi bekleyen sayısız umut tohumu var. Bir cezası, bedeli de yok üstelik bu tohumları toprağa ekmenin. Zihinlerimiz buna aç, ruhumuzun dinlenmeye ihtiyacı var. Bu da ancak umudun kollarında gerçekleşecek bir vuslat. Aldığımız her nefes yeniden doğmaksa eğer, bu doğum, ancak bir sonraki nefesin umuduyla mümkün.
Zamanın yeniden doğuşu olan bahar aylarına girdiğimiz şu dönemde bizler de bir adım geri çekilip hayatımızı bir müddet dışarıdan izleyelim. En tehlikeli umutsuzluk, çaresizliği kendimize telkin ettiğimiz anda yakalar bizi. Bu yüzden özellikle her gün acı haberler aldığımız şu sıkıntılı günlerde umudu gözlerimizle hatırlayalım, beyazperdeyi yeniden aydınlatan filmlerle kendimize umudu telkin edelim. Bıkmadan, usanmadan her gün şafak vaktinde gökyüzünü eşsiz bir kızıla boyayan Güneş’in ve ondan yansıttığı ışıkla ertesi günün habercisi olan Ay’ın hatırına, unutmayalım:
Güzel günler bizi bekler; bir bekleyenimiz, hâlâ bir umudumuz var…
Rabia Elif Özcan