Türkiye’nin, 70li yıllar dönemi içerisinde bulunduğu durumu en açık şekilde gösterir Canım Kardeşim (1973). Tüm o yoksulluk, çaresizlik ve umutları gözler önüne serer. Filmde yüzlerce, binlerce erkeğin Türkiye’den Almanya’ya iş bulma hayalleriyle her şeyi arkalarında bırakarak gitmeye çalışmaları konu alınır. Bekleyiş içindeki insanları görürüz filmde. Umudunu kaybedenleri ve umudu olanları… Kemal Sunal bu filmde karşımıza küçük bir rolle, Almanya’ya iş bulma ümidiyle gitmeye çalışan bir emekçi olarak çıkar. Murat (Tarık Akan) ve Halit (Halit Akçatepe) ise Almanya’ya gitmeye çalışanlara sağlık kontrolünden geçebilmeleri için “kumsuz çiş” satar. “Alamanya Alamanya bundan enayisi bulaman ya!“* şarkısıyla umut tüccarlığı harika bir biçimde anlatılır.
Film içerisinde, Türk sinemasının o yıllardaki yıldızları yan rollerde karşımıza çıkar. Metin Akpınar, filmde kan satarak insanlar üzerinden geçinen bir simsardır. Biricik Adile Naşit’imiz de Kahraman’ın (Kahraman Kıral) öğretmenini canlandırır. Filmde Yeşilçam’dan aşina olduğumuz pek çok yüz vardır. Ama esas karakterlerimiz iki arkadaşı canlandıran Tarık Akan ve Halit Akçatepe’dir. Canım Kardeşim, Tarık Akan’ın o dönem oynadığı filmler içerisinde yakışıklı, kızların sevgilisi genç bir erkeği canlandırmadığı nadir filmlerden birisidir aynı zamanda.
Yoksul bir mahallede, alkolik bir babanın iki oğludur Murat ile Kahraman. Murat ile yakın dostu Halit, hayatlarını sürdürebilmek için türlü yollar denerler. Ama hepsinde o yoksulluğu ve çaresizliğin sebep olduğu tükenmiş hayatları izleriz. Gittikleri kahvedeki sıradan tiplerin geçim kaygısı dahi buna en açık örnektir. Murat’ın çok da sevmediği alkolik babasının ölmesiyle filmin baştaki neşeli havasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlarız. Murat’ın babasının ölüsünü dahi gömecek parası yoktur. Bu iki arkadaş yoksul bir mahallede doğmalarıyla kaybetmeye o andan başlamışlardır. Halit’in, annesini bir pavyonda konsomatris olarak görmesi, hastanedeki ve okuldaki yoksul insanların manzarası, dopingli ata umut bağlayanlar… Ancak filmin en acı ânı Murat ve Halit’in küçük Kahraman’ın kanser olduğunu öğrendikleri andır.
Kahraman kan kanseridir ve üç ay ömrü kalmıştır. Ne yapacaklarını bilemezler. Ama son zamanlarını mutlu geçirmesi için ellerinden geleni yaparlar. Tüm yoksulluğa rağmen gülmek en büyük servetleri olmuştur. Tavuk yemek, pasta yemek, her şey lükstür onlar için.
Klasik Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi gururlu fakir gencin, zenginlerin hayatına girip onlara ders verdiği hikâyelerden çok başkadır bu film; sadece yoksulluk vardır, zengin zalimler ve değişmeyen gariban hayatlar… “Şu garibanlığa lanet olsun!” der durursunuz film boyunca.
Ertem Eğilmez ustanın ve senaryo yazarı Sadık Şendil’in bu filmde bize yaşattığı tarif edemediğimiz keder, bir daha çok az filmde çıkmıştır karşımıza. Burada en büyük etki ise tartışmasız Cahit Oben imzalı film müziğidir. Filmi izlememiş olsanız bile bu müziği duyduğunuzda içinizi keder kaplar; yoksulluğu, yalnızlığı hemen hissedersiniz.
Anlatacağım sahne ise filmin final sahnesi. Sonunda Murat ve Halit Kahraman’a istedikleri televizyonu alabilmek için her şeyi göze alırlar. Bir dükkândan televizyon çalarlar. Yaptıklarının sonucunu düşünmezler bile. Çok mutludurlar. Koşa koşa eve giderler. Murat Kahraman’a seslenir, ses gelmez, endişelenir. Biz de endişeleniriz tabii. Film boyunca her “Kahraman” diye seslendiklerinde cevap gelmeyince olduğu gibi… O küçük adama bir şey oldu diye korkarız. Sonra yanına giderler. Kahraman, uykusunda yatakta döner. Bir iç çekeriz. Halit’le Murat televizyonu kurmaya başlarlar. “Televizyonu kuralım öyle uyandırırız.” derler. Televizyonun karşısında bir de yer hazırlarlar Kahraman’a, rahat izlesin diye. Televizyonda bir çizgi film vardır. Karga çıkar karşımıza. Sanki ölümün habercisi gibidir… Yine de umutluyuz, mutluyuzdur. Son isteği gerçek olacaktır. Murat, Kahraman’ın odasına girer ve onu uyandırmaya çalışır ama bu sefer o korktuğumuz sona gelmişizdir. Bu filmde mutlu son yoktur. Kahraman’ın o küçücük bedenini kucaklar, gözlerinde yaşlarla kardeşine sarılır Murat. Biz de gözlerimiz yaşlı “Neden uyandırmadınız ki?” diyerek o küçük cansız bedenin masumluğuna bakar kalırız ve yoksulluğa ağır bir küfür ederiz. “Kaç para ulan bir çocuğun son arzusu?”
*Metin Türköz’ün Alamanya şarkısıdır https://www.youtube.com/watch?v=0Ck_J0BYqY0
*******
Küçük İskender’in Kahraman Kıral’a ithafen yazdığı akrostiş şiiri.
kapatılmış bir sinema salonudur ağzım;
ağladığım için boğulmuş aktristlerin arasından
her zaman bir bisiklet geçer / gidonu sevgilimin
rüyada iki yana açılmış kolları!
aslında hiçbir filmde başrol oynamadı yalnızlığım!
mamafih, suya rolünü ezberleten
acımasız bir yönetmen gibiydi aşkım!
nerede ‘kamera’ dedi, nerede ‘stop!’; anlamadım!
kapatılmış bir sinema salonudur ağzım;
rahatsız etmemek için set çalışanlarını
adımı cast’tan, sahnemi klaketten sildim
lanetli bir çocuk gibi kendi dublörüme ağladım!
Küçük İskender / Burç Hikâyeleri