Bilimin ışığında yıllarca süregelen bir kurgunun içinde hayatına devam eden insanlık, kendisine takdim edilmiş insansı formdan medeniyetler boyunca sıyrılamamış ve üç boyutlu yaşamına devam etmiştir. Mu Uygarlığı’nın gizemli geçmişi ve aniden yok oluşu, Luvi adı verilen ışık insanları, Mısır piramitlerinin mimarı antik uzaylılar; Anunakiler ve Sirius takım yıldızına konuşlanmış kadim bilgelikler, türler arası farklılık inancının destekleyici kilit noktaları olmuştur. Üstelik her bir tür, devasa parçanın bütününü oluşturan gizemli, keşfedilmeye muhtaç öğretilerden ibaret olarak kolektif bilincimizde bir şekilde kendisine yer edinmiştir. Geçmişe gidip yaradılışı keşfedecek teknolojisi olmayan ve hâlihazırda zaman yolculuğu yapmayı öğrenemeyen insan ırkı, bir üst akıl sınıfına ulaşamamış; ancak asırlar boyu bilinçlerinden kozmik ziyaretçilere ait kodlar biriktirmişlerdir. Uygarlığın ilk adımları olan semboller, türdeşi olduğumuz primatların ilk elden mesaj kaynağıydı. Üstelik, günümüzde yaygın olarak kullandığımız sembolik emojilerin ise, yeni bir sınıfın iletişim modeline müdahâle edilebilmesi için tasarlandığına inanılmaktadır.
Efsanevi yönetmen Steven Spilberg’in bilim kurgu dünyasına kazandırdığı Close Encounters of the Third Kind (1977), nesiller boyu meraklısını heyecanlandırmış ve henüz tanışılmayan zeki ırkın evrende var oldukları mesajını her kuşaktan alıcıya başarılı bir şekilde iletmiştir. Alışılagelmiş tüm öğretiler yeniden sorgulanıyor ve olası herhangi bir keşif için Baudrillard’ın öncülük ettiği hiper gerçeklik kavramı yaratılmış oluyordu. Birtakım teorisyene göre ise ne bir tehdit vardı ne de dünya dışı yaşam. Tüm olasılıklar insanların uydurmasıydı. Öyleyse birçok sanatçı ve sinema insanı besin kaynağını nereden alıyordu? Dünya çapında haddinden fazla sansasyon yaratan Küreselciler, yeni olan her bir gelişmenin akabinde okları kendine çeviriyordu. Kozmik ziyaretçilerin saldırısı ya da diğer olası felaketleri önleyebilecek tek güç kendileriydi. Bu nedenle sanat akımlarını etkilemeleri ve yaptırım uygulayabilecek konumda olmaları olağan bir durumdu. Zaman zaman, özellikle 1970’ler sineması dünya insanlarını büyülemiş ve tek bir ideal düzen inancıyla tesir altına alınmış filmlerin ana yurtluğunu ilan etmişti. Dünyanın belki de tarih boyunca en zorlu olayların içinde bulunduğu bir dönemdi 70’ler. Ancak bir o kadar da muazzam sanat hareketleri görülüyordu. Yeni dünya düzeninde çevremize baktığımızda biçimsel özellikleri bizlerden farklı birçok türle ilk tanışmalara olumlu tepki vermek için hazırlanmış olabilirdik. Spielberg’in çağının ötesinde bir sinemacı ve başarılı bir yönetmen olmasının nedeni elbette ki uzaylılar ya da boyutlar arası formlar değildi. Farklı ve estetik bakış açısı sinematografiye aç bir kitleyi destekliyor ve oluşturduğu kodlar ile dünya insanlarıyla karşılıklı kültür alışverişinin temelini oluşturuyordu. Üstelik mensubu olduğu janr sineması bilim kurgu severleri tatmin etmeye yetecek düzeydeydi.
Filmin konusuna gelirsek, bir uçuş sırasında yörüngeden kaybolan uçak filosu yıllar sonra aniden Mojave Çölü yakınlarında yere çakılır. Olayı araştırmaya gelen ekipler kazanın sebep olduğu etkenin nedenini bulamaz. Ana karakterimiz Roy, manyetik etki altındaki şehir ışıklarının kesinti sebebini araştırmak için sahaya çıkar. Kısa bir süre sonra UFO ile ilk temasını gerçekleştirir. Yakın zamanlı olarak benzer bir temas Melinda ve üç yaşındaki oğlu Barry ile de gerçekleşmiştir. Gördükleri nesnenin büyüsüne kapılan ikili (Melinda ve Roy) UFO’ların gezegenlerine geliş amaçlarını bulmak ve devletin gerçekleştirdiği aldatıcı politikanın gerçeklerini ortaya çıkarmak adına yasak bölgeye doğru yola çıkmıştır.
Film, ana akım bir kurgu ile bu noktada başlar. Ancak henüz ilk dakikalardan itibaren olayların kilit noktasını 1945 yılında kaybolan uçak filosu oluşturur. Devasa UFO hava sahasında yıllar önce uçak grubunu kendisine ışınlamış ve yaklaşık otuz yıl sonra yeniden bırakmıştır. Bu süre zarfında iletişim kurmama sebepleri pilotlardan insan genetiğini aktaracak bir çalışma gerçekleştirmek ya da insan ırkının bilinç düzeyini ölçerek bir sonraki temas anına kadar eğitilmelerini sağlamak olabilir. Kasaba halkının yaşananlardan tek anladığı şehirlerine saldıran bir hava gücüdür. UFO ve dünya dışı varlıklar temelini dolduramayacakları kuruntulardan ibarettir. Seçilmiş insanların sayıca az oluşu ve hemen hemen her filmde cesurca ön plana çıkan güçlü karakter söz konusu filmde de biçimsel olarak seyirciyi tatmin edecek unsurlarla bezenmiştir. Roy iyi bir aile babasıdır. Çocuklarıyla ve eşiyle güzel vakit geçirir. Ancak UFO olaylarından sonra gerçekleri sorgulama ve yaşadıklarını anlamlandırma güdüsü ağır basar, takıntılı ruh hâli eşi ve çocuklarıyla arasını bozar. Yani bir uyanışa erer ve elindekileri kaybeder. Çünkü, bilinci açılan bireyi etki altına almak zordur, itaat etmeyi reddeder. Roy, artık üst aklın planlarını empoze edebileceği pasif birey değildir. Eşinin çocuklarıyla birlikte evi terk etmesi düzene itaat edip herkes gibi olmazsa başına geleceklerin sadece kısa bir kesitidir. Öte yandan Melinda’nın üç yaşındaki oğlu Barry’nin kaçırılması UFO ve haliyle uzaylı ırkının zararsız birer yapıda olduğunun da göstergesidir. Barry’nin bakış açısından tüm bu yaşananlar bir oyundur ve UFO daha önce görmediği büyüklükte muazzam bir oyuncaktır. Bu durumda anlıyoruz ki kozmik ziyaretçiler zararlı değil; tam aksine dostane bir topluluğu oluşturur.
1977 yılında çekilen o dönem koşullarında bilim kurgu olarak sınıflandırılan film, artık günümüz koşullarında gerçekleşmesi imkânsız bir hikâye olarak görülmemektedir. Benzer birçok yapım ve gerçekleştirilen çalışmalarla insanlık tarihinin kat ettiği bu dijital yol, Dijital Tanrı kavramına doğru evrilmektedir. Ancak yine de tüm bu kurgusal düzlemi hâlâ bilim kurgu filmi olarak ele almakta fayda var. Ufolog olarak hitap edebileceğimiz Dr. Claude Lacombe, uzaylılar ile iletişim kurmayı zorlu uğraşların ardından başarıyor. Ve bu iletişimi en ilkel yöntem olan ses koduyla gerçekleştiriyor. Film bu noktada gayet tutarlı kurgulanmış. İlk defa karşılaştığımız bir varlığa verdiğimiz aksiyon genelde hayret içerikli ses tepkisi olur. François Truffaut’nun hayat verdiği Lacombe karakteri, bu kodların kullanımını çok iyi biliyor. Eğer ileride olası bir temas gerçekleşirse, bilinçli bir insan prototipini başarılı bir şekilde temsil ettiği için insanlığa kurtarıcı bir misyonla umut vadediyor. Spielberg, bizi bu noktada da şüphelenmeye sürüklüyor. Lacombe’nin Amerika yetkililerini de dâhil ederek kurduğu merkezi üs, zehirli bir sis bulutunun içinde olduğu gerekçesiyle halktan insanların bölgeye gelmesi yasaklanıyor. Roy ve Melinda’nın zor şartlar altında her türlü hukuki yaptırımı reddederek kaçak yollardan girdikleri bu merkezi üs, insanları kandırmak ve ölümcül bir hava dalgasının eğer soluyacak olurlarsa kendilerini öldüreceğine inandırdıkları bir komployu oluşturuyor. Roy: “Bizi çıldırtmaya hakkınız yok.” derken tüm yaşananların farkında olduğunun altını bir kez daha çiziyor.
Spielberg’in ilk tanışma için tercih ettiği topluluk Griler adı verilen uzaylı ırkını temsil etse de aslında Griler’in kullandıkları bu teknoloji ve dünya insanına yaklaşımları Galaktik Federasyon’a tabii olan Komutan Ashtar Kumandasına ait barışçıl misyonu temsil etmektedir. Film, göksel varlıkları anlamlandırıp araştırmak için izleyenlere müthiş bir sorgulama evreni yaratıyor. Böylece çocukluk hayalimiz olan uzaylılarla tanışma, Close Encounters of the Third Kind’ da uzun soluklu bir macera olarak anılarımızda yer ediniyor.