(Okuyacağınız bu yazı When Harry Met Sally’yi bir defadan fazla izleyip her izleyişinde bir öncekinden daha çok sevenlere ithaf edilmiştir.)
Sıcak bir öğleden sonrası… Fil’m Hafızası yazarları Nil Yüce ve Soner Yıldırım bir türlü aralarında paylaşamadıklarından birlikte yazmaya karar verdikleri When Harry Met Sally filmi hakkında sohbet edip notlar almak için bir kafede buluşuyorlar. Nil garsona siparişini verirken Soner kapıdan girip masaya doğru yaklaşıyor.
Garson: Öyleyse içinde roka ve çıtır ekmek bulunmayan bir Sezar Salata? Ve limon yerine sirke kullanıyoruz, hatta mümkünse sirkeyi salatanın yanında getiriyoruz?
Nil: Eve-
Soner (masaya otururken): Ben de onun aldığından istiyorum.
Nil: Orgazm taklidi yapmama gerek kalmadan sipariş verebilmene sevindim.
Soner: İnanmayacaksın ama ben de! En azından kimse bu masaya bakmıyor.
(Gülüyorlar. Aslında Meg Ryan’ın sahte orgazmını aratmayacak derecede abartılı bir şekilde kahkaha attıklarını söylemek daha doğru olur.)
Soner: Artık bakıyorlar. Bu arada bu orgazm taklidi meselesinin tamamen Meg Ryan’ın fikri olduğunu biliyor muydun?
Nil: Nasıl yani?
Soner: Senaryoda Harry ve Sally’nin sahte orgazm merkezli bir konuşması varmış. Ancak bu canlandırma fikrini Meg Ryan ortaya atmış. Sonraki plandaki ‘Ben de onun aldığından istiyorum’ repliği ise Billy Crystal’ın fikriymiş.
Nil: Defalarca filmi izlesen de, arkasında bilmediğin şeyler olabiliyor demek ki. Ne zaman biriyle When Harry Met Sally hakkında konuşsam ya da ne zaman filmi tekrar izlesem yeni bir şey öğreniyorum. Sahi neden bu kadar güzel? Düşünüyorum da, bu filmde gerçekten farklı bir şeyler var…
Romantik komedi deyince günümüzde ne geliyor aklına? Dışı oldukça süslü, ancak içi ‘derinliksiz karakterlerle dolu rengarenk, bol filtreli, bol markalı, ışıltılı filmler. Bu karakterler genelde aşkı bulana kadar hayatlarında düşüştedirler. İş yaşamlarındaki performansları zayıftır, her anlamda kaybedenleri oynarlar. Aşık oldukları an her şey yoluna girer, işlerinde motivasyonları yükselir, hatta terfi ederler. Bu bana hiçbir zaman samimi gelmez.
Soner: Evet, aşık olmak bir anlamda varoluşunu simgeliyor. İyi bir iş, güzel bir ev, son model bir araba, evlilik ve çocuk sahibi olmak… Bu düzende yalnızca ‘gerçek’ aşkı bulabilme ayrıcalığı seni bir filmin başkarakteri olma noktasına taşıyabiliyor. Ama iş yaşamındaki başarısızlıkla ilgili formülden çok emin değilim. Bunun tam aksi yönünde bir profil de çizilebiliyor bu karakterlere: İşinde başarıya ulaşmış, hatta zirveye çıkmış fakat duygusal anlamda aradıklarını bulamamış çekici karakterler mükemmelliklerini aşkı bularak tamamlayabiliyorlar. Ya da mükemmel aşka erişebilmeleri için hayatlarının rutini haline gelmiş her şeyden vazgeçmeleri gerekebiliyor. Ama aşk ve kişilerin iş yaşamları arasında bir bağ kurma çabasının varlığı muhakkak. When Harry Met Sally ise tamamen bu duygunun kendisine yoğunlaşıyor.
Nil: Evet, neredeyse her şey aşk olgusu üzerine inşa ediliyor. Aşk, onların hayatlarındaki her türlü maddiyattan ayrı tutuluyor. Statüye dair özelliklerin duygulara müdahale etmesine izin verilmiyor filmde. Filmin türdeki bir diğer farklı tarafı ise tercih ettiği zaman yayılımı… Genellikle yaşanan aşklar, en geç bir yıl içinde evlilikle sonuçlanıp birdenbire “ölümsüzleşiverir”. Burdaysa sinemasal zamanın içine en az on yıllık süreyi sığdıran bir hikaye var elimizde. Karakterlerin büyüdüğünü, olgunlaştıklarını, değişime uğradıklarını oturduğumuz yerden gözlemleyebiliyoruz rahatça. Hatta o kadar sindire sindire izliyoruz ki, gerçek hayatta da var olduklarına ikna ediyorlar bizi, yaşayan karakterler yaratıyorlar.
Soner: Kesinlikle önemli bir ayrıntı bu ve biraz da Meg Ryan ve Billy Crystal’ın oyun gücünü kanıtlıyor. New York’tan Chicago’ya giden genç kadınla, bir akşam yemeğinde eski sevgilisinden nasıl ayrıldığını anlatan Sally’nin aynı kişi olduğunu söyleyemeyiz. Sally’nin toyluğu, abartılı mimikleri ve had safhadaki utangaçlığı yıllar içinde yerini daha sakin ve kendinden emin bir kadına bırakıyor. Aynı şeyler Harry için de geçerli. Filmin başındaki alaycı ve vurdumduymaz adamla karısından boşanan orta yaşlı Harry’nin artık tam olarak aynı kişi olmadıklarını görebiliyorsun. Sanki filmi izlerken yıllar gerçekten geçip gidiyor… Elbette sanat yönetmenliğinin ve makyajın da en az oyuncular kadar payı var bu algıda.
Nil: Tabii ki, filmin verdiği duygu oyunculuk kadar tekniğin de iyi kullanıldığının bir kanıtı dediğin gibi. Harry ve Sally’nin hikayesine dair bir başka güzel ayrıntı da, birbirlerini değiştirmeye çalışmamaları. Daha doğrusu çalışsalar bile, filmin sonunda karakteristik özelliklerini korumaları bence filmi romantik komediye yakışır bir yerde tutuyor. Genelde, özellikle kadın karakter bir şekilde erkeğin tavırlarını, giydiği kıyafetleri ve hayat tarzını değiştirir, aşk bu anlamda bir mücadele alanı haline gelir.
Soner: ”Beni olduğum gibi kabul et, ancak o zaman birbirimizi keşfedebiliriz.” Harry ve Sally arasındaki etkileşim adeta 8 1/2‘den yadigar bu sözden nasipleniyor. Birbirlerini, iyi-kötü bütün özellikleriyle o kadar iyi tanıyorlar, potansiyel bir ilişki düşüncesinin set vurduğu ilk şey olarak adlandırabileceğimiz ”zaafların ortaya dökülmesi” meselesini dostluğun gerçek bir aşka dönüştüğü yıllarda o kadar çabuk aşıyorlar ki birbirlerini kabul etmeleri, dolayısıyla keşfedip sevmeleri de zor olmuyor.
Nil: Kesinlikle katılıyorum. Sally’nin müthiş enerjisi ve iyimserliği, Harry’nin karamsarlığını ve şüpheciliğini silip süpürmüyor. Aralarında sessiz bir anlaşma varmışçasına…
Garson: Aralarında roka ve çıtır ekmeğin bulunmadığı içeriğiyle limon yerine sirkeli salatalarınız. Sirke yanında!
Nil: Teşekkür ederiz… Ne diyorduk?.. Hah! Birbirlerinin en yakın arkadaşı olmalarına rağmen, birbirlerine her şeyi anlatmıyorlar. Harry, Sally sormadıkça buluştuğu kadınları hiç anlatmıyor. Sally de birisiyle görüşeceğini Harry’den saklıyor uzun süre. Bir taraf kendini herhangi bir konuda iyi hissederken diğeri ona hayatında bir şeylerin yoluna girdiğini sırf o kötü karşı taraf kötü hissetmesin diye anlatmak istemiyor, her ikisi de bunun bir üstünlük yarışına dönüşmesinden korkuyor çünkü. Ancak Sally’nin sakladığı tek şey bu değil, o kendi duyduğu ayrılık acısını da hiç açmıyor Harry’e, patlama noktasına gelene kadar. Bu bana şunu hatırlatıyor: İnsan ilişkilerinde özellikle işin içinde duygusal bağ varsa, iki taraf da ne olursa olsun bazı zayıf yanlarını saklamak ister. Kimse kötü yanlarının sevdikleri insanlar tarafından görülmesini istemez. Hele de sevdikleri o insan tarafından sevilmeyi çok istiyorlarsa.
Soner: Başka insanlarla duygusal yakınlaşmalarını uzun süre birbirlerinden saklıyorlar ve utana sıkıla bir anlamda itiraf ediyorlar dediğin gibi. Çünkü başından beri birbirlerini seviyorlar. İlk karşılaşmalarında Sally böyle bir ihtimali aklından bile geçirmiyor tabii, Harry ona kur yaptığında yakın arkadaşlarından biriyle… Neydi o kızın adı? Amanda… Amanda Rice?
Nil: Amanda Reese!
Soner: Evet, Reese. Ben de öyle demiştim. Sally hemen Harry’nin yakın arkadaşlarından biriyle çıktığı gerçeğini hatırlayarak (ve hatırlatarak) böyle bir ihtimali bile düşünmüyor. Uçaktaki ikinci karşılaşmalarında da Harry Sally’ye kur yapmaktan yine kendini alamıyor. Üstelik hayatının aşkı olarak yorumladığı ve boşandıktan sonra uzun yıllar etkisinden kurtulamayacağı müstakbel karısı Helen ile evlilik hazırlıkları yaparken! Sally ise Harry’ye yönelik ilk adımını üçüncü karşılaşmalarında onu akşam yemeğine davet ederek atıyor. Başka bir deyişle hem kendisinin hem de Harry’nin hayatında kimsenin olmadığını bildiği bir dönemde.
Nil: Sally’le bu karşılaşmalarında dahi onunla flört eden Harry aslında uslanmaz bir çapkın falan değil. Kur yaptığının bile daha sonraları farkına varıyor, ya da ilk tanıştıkları gün Sally’nin onu uyardığı andaki gibi. Dış etken olmadan ne yaptığını düşünmüyor. Sinatra “It Had To Be You” demeden uyanmıyor. Bu arada filmdeki zaman – zamansızlık müziklere de yansımış ve eski şarkılar seçilmiş. Swing-jazz klasiklerinden. Eğer dönemin popüler şarkılarıyla bu film çekilseydi, hikayenin ağırlığına uymazdı diye de düşünüyorum.
Soner: Evet, müzikler! Henry Connick Jr.’ın yeniden düzenlediği jazz klasikleri filmin retro atmosferindeki aslan payının sahibi. When Harry Met Sally’nin vizyona girdiği dönem bile izleyicilerde nostaljik bir his yarattığını düşünüyorum ben. Bu hissi yaratan bir diğer ve daha önemli şeyse senarist Nora Ephron’ın kendi yazdığı bütün eserlerine damgasını vuran klasik Hollywood aşklarına hayranlığı olsa gerek. An Affair to Remember hayranlığını ayyuka çıkardığı Sleepless in Seattle gibi When Harry Met Sally’de de Hollywood’un klasikleşmiş aşk filmlerine pek çok göndermede bulunuyor. Ama bana sorarsan When Harry Met Sally’ye bu dönemin filmlerinden gerçek bir referans verecek olarsak o referansın adı The Apartment olur. Filmin karakterler arasında ilişki gelişimi, ilişkilere getirdiği yorumlar ve mizah anlayışı bana hep bu iki film arasında bir baba oğul ilişkisi olduğunu düşündürür.
Bu arada Mary ve Jess konusunda ne düşünüyorsun? Bence onlar da üzerlerine ikinci bir film çekilebilecek kadar renkli ve kendine özgü bir çift. Ayrıca bu film Harry ve Sally’nin hikayesine odaklanıyor olsa da her şeyin özünde ‘kadının ve erkeğin’ ilişkisinin ele alındığını söyleyebiliriz. Bence Jess ve Mary de tıpkı o araya giren çiftler gibi bunun bir parçası ve özellikle filmin mizah yönünde büyük bir ağırlıkları var.
Nil: Mary ve Jess, arkadaşlarını uzun zamandır tanıyor ve yanı başlarındaymışçasına yakınlar, ama birbirlerinden habersizler. Sally’nin Harry’i toparlama rolünü bu kez Jess üstlenmiş durumda. Çünkü Marry evli bir adamla sürüncemeli bir ilişkiyi zorla bitirdikten sonra Jess’i buluveriyor. Karikatürize edilmiş bir halleri yok, mizahi yan ağır basıyor ilişkilerinde. Kendi başlarına ayrı bir yan hikaye yaratıyorlar bize, tabii dikkatimizi fazla dağıtmadan.
Soner: Bir de filmdeki bütün romantik sahnelerin mizahı bir bakışla sonlandırılması durumu var. Bunun en güzel örneği filmin sonunda her şey olup bitip seyirci, Harry’nin ” … hayatının geri kalanını başka biriyle geçirmek istediğini anladığında, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını istiyorsun. Anlıyor musun?” repliğinin ardından filmi izleyenler çoktan uzaklara dalmışken gelen ‘‘Bu şarkının anlamı ne? Bütün hayatım boyunca bunu anlamadım” sözü gibi. Aslında bu da The Apartment meselesini desteklediğini düşündüğüm bir diğer mesele. Bu finalin üzerinizde bıraktığı his The Apartment’ta Jack Lemmon aşkını ilan ettiğinde Shirley Mclaine’in ”Çeneni kapa ve kartları kes” demesine benziyor. Bu arada şimdi fark ediyorum, örnek gösterdiğim bu iki sahne de birer yılbaşı gecesiydi!
Nil: Yılbaşı sahneleri filmde karakterlerin geldikleri noktayı bize göstermek açısından kullanılan iyi bir zamanlamanın ürünü aslında, bize kıyaslama fırsatı veriyor. Filmin özenle yapmaya çalıştığı şey, vıcık vıcık bir romantik filme dönüşmesini önlemek ve komedi unsurunu bu durumda buzları kıran bir öğe olarak ön plana çıkarmak. Final sahnesinde de en çok ihtiyaç duyduğumuz anda Harry yine komediyi devreye sokuyor ve film boyunca yaptığı gibi şüpheci tavrıyla bizi yeniden gülümsetiyor. Böylece bittikten sonra Harry ve Sally’nin üzerimizde bıraktığı etki çok daha farklı oluyor. Peki toparlamak istersek, sence bir kadınla bir erkek ”sadece” arkadaş olabilir mi?
Soner: Doğru ya, filmin bütün esprisi bu sorunun üstüne kuruluydu. Filmi dikkate alırsak evet, olabilirler…Hayır hayır!.. Aslında yalnızca her iki taraf da halihazırda bir ilişki içindeyse… Yok! Bu soruya cevap vermek üzüm yerken çekirdeklerini açmayı unuttuğun araba camından dışarıya tükürmeye çalışmak gibi bir şey. Sana da öyle gelmiyor mu?
Nil: Banaysa hindistancevizli pastayı çikolata sosuyla yemek gibi geliyor. Halbuki sosu ayrı servis etseler…
Soner: Evet, sosun yanında olması gerçekten çok önemli!
(Sesleri gittikçe hafiflemeye başlar.)
Nil: Sevdiğim gibi olsun istiyorum.
Soner: Evet, masraflı!
Nil: Nasıl yani?
Soner: Unuttun mu? İki tür kadın vardır: Masraflı kadın ve masrafsız kadın… Masraflı kadı…
“Bu zamana kadar bu siteyi nasıl keşfetmemişim?” şeklinde hayıflanmama sebep olan çok çok çok kaliteli bir film değerlendirmesiydi. Yorumlarınızı diyalog şeklinde okuyucuya aktarma fikrine bayıldım.✅