Bir nakliyat şirketinde çalışan Dean, yaşlı bir adamın hastaneye taşınma işiyle ilgilenirken tesadüfen gördüğü Cindy’den çok etkilenir. Cindy’nin peşine düşen ve kendisine bir şans vermesi için çalışan Dean sonunda bunu başarır. Geçmişin beklenmeyen bir anda kendini hatırlatması bu aşkı sallar ama daha da güçlü kılar. Yine de zaman ilerledikçe ilişkileri yıpranır ve özellikle kızları Frankie’nin çok sevdiği köpeği Megan’ın ölmesiyle her şey dibe vurmaya başlar. Film köpeğin kaybolduğu zamandan başlayarak araya giren flashbacklerle ilerler ve işte o “ ilerleyen zamanı “ ve neden bu hale geldiklerini tam olarak göstermez. Klasik iletişim problemleri ana etken gibi görünüyor olsa da şu soru akla gelir: Sevilen birinin istenmeyen geçmişi gerçekten tamamen unutulabilir mi? Modern zamanların saf aşkını yaşayan ve yoğun bir tutkuyla Cindy ve Frankie’ye bağlanan Dean’in duyguları, her şeyi yeniden olması gerektiği haline getirebilecek midir? Büyük laflar vaat etmeyen, tuzaklara düşmemeye çalışan, sade görselliği, hikayesi ve “ cuk oturan “ müzikleriyle başarı yakalayan, ister sert bir hüzün, ister neşeli bir kopuş etkisi olsun, aşkın gerektirdiklerini abartmadan veya küçültmeden irdeleyen bir film: Blue Valentine…