Amerikan Sinemasında Bir Ekol: Alfred Hitchcock (1899-1980)
Şişman ve albenisiz bir çocuk olan Hitchcock, çekingen ve obsesifti. Aşırı korumacı annesi, ‘ders vermek’ için polislerle anlaşıp Hitchcock’ı nezarete attıran bir babası ve ödevini yapmadı diye fiziksel şiddet uygulayan bir öğretmeni vardı. Çocukluğunda söz sahibi olamadığı ve kontrol edemediği hayatı yüzünden olsa gerek büyüyünce düzenli ve kontrolcü olmayı obsesyon haline getirdi. Takıntıları ve detaycılığının kariyerine büyük etkisi olacağını henüz bilmiyordu.
Gençlik dönemlerinde sinemaya merak sardı ve yirmili yaşlarında bir stüdyoda çalışmaya başladı. O sıralarda hayatını değiştirecek kadınla, Alma Reville ile tanıştı. Birkaç sene sonra evlendiği Alma ile yönettiği filmlerde beraber çalışıyordu. 1920’lerde çektiği bu ilk filmleri yeterli ilgiyi göremedi. Ancak üçüncü filmiyle yavaş yavaş kendi tarzını yakalamayı başardı ve günümüzde bilinen Hitchcock sinemasının temellerini attı.
Sesli sinemaya geçişle birlikte Hitchcock’ın yönettiği ilk sesli film aynı zamanda İngiltere için de bir ilk olma özelliği taşıyordu. Yavaş yavaş ünlenmeye başlayan başarılı yönetmen, öncüsü olduğu cameo rollerde görünmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar doğduğu topraklar olan İngiltere’de kalan Hitchcock, savaşın patlak vermesi ile birlikte Amerika’ya, Hollywood’a adımını attı. Yapımcı Selznick ve Bernstein’le yapımlar ortaya çıkaran Hitchcock, 1940’ların sonuna gelindiğinde bağımsız çalışmak istedi ve kendi yapım şirketini kurdu. Artık özgürdü. En kişisel ve en derin filmlerini 1950’li yıllarda çekmiş olan Hitchcock, Rear Window (1954), Vertigo (1958) ve North by Northwest (1959) filmleri ile döneme damgasını vurdu.
Yönetmenin belki de en dikkat çeken filmleri, sıradan insanların kendilerini olağanüstü durumlar içinde buldukları suç ve gerilim filmleriydi. Gerilim ustası olarak ün kazandı. Gerek döneminde gerekse günümüzde sektörden birçok insanı etkileyen filmlerin altına imzasını attı. Kariyerinin başında sessiz filmler de çektiği için görsel hikâye anlatımını her zaman diyaloğa tercih ederdi. Sahneleri o kadar güzel kurguluyordu ki her anıyla izleyiciyi tedirgin bir bekleyişin içine sürüklüyordu. Filmlerinde önemli olan son değil, hikâyenin gidişatıydı. Kamera açıları ve sahne seçimleriyle izleyicide kötü bir şeyler olacağının beklentisini yaratıp, onları tedirginliğin içine sürüklüyordu. İnsanları izledikleriyle iğrendirmekten hoşlanıyordu. Seyirciyi anlık sürprizlerle şaşırtmak yerine onları karakterlerin bilmediği bilgilerle donatarak duygusal olarak hikâyenin içine çekip gerilimi artırıyordu.
Şahsına münhasır yönetmen, Ingrid Bergman, Grace Kelly, Janet Leigh, Doris Day, Cary Grant, James Stewart gibi birçok yıldızla çalışmasına rağmen yine de oyuncuların yetenekli olup olmamasının filme etki etmediğini savunuyordu. Başrol oyuncusunu filmin ortasında öldürmek de ancak Hitchcock’ın cesaret edebileceği bir şeydi. (Psycho, 1960).
Sinema endüstrisine büyük katkıları olan yönetmen, 1960’tan sonra filmlerindeki gerilimi korkuya dönüştürdü. Psycho filminde ödipal kompleks ve transseksüelliğe değindi; Freud’a gönderme yaptı ve kişilik bölünmesini işledi. Bu da daha önce Amerikan sinemasında görülmemişti. Felaket filmlerinin başlangıcı sayılan The Birds (1963) ise, insanoğlunun doğal felaketler karşısındaki acizliğini vurguluyordu. Daha sonradan çektiği filmlerde sürpriz elementleri kullanmadan da gerilim yaratabilmeyi, korkuyu komedi havasında vermeyi başardı.
Neyi anlattığından çok nasıl anlattığıyla ön planda olan yönetmen, birbirinden değişik olay örgülerini gerilim yaratarak izleyiciye aktarmayı ve üzerinde yürüdüğü çizgisini kariyerinin sonuna kadar bozmamayı başarabildi. 1980 yılında vefat ettiğinde geride 359 dizi bölümü, 53 film ve sinema endüstrisine getirdiği yeniliklerle günümüze kadar uzanan bir miras bıraktı.
Efsane Karayılanoğlu Toka