Gün biterken çingenelerle
İnecek ovaya çengilerle
Ateş yakılacak ve birer
Yalım düşecek kızların yüzüne
Ahmet Telli
Şiirde anlatılanlar artık mazide kaldı. Romanların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte onlar da kuralsızlığın dünyasına ayak uydurma çabasının içine girdiler ve artık mülksüzdürler. Bu filmde şunu gördüm: Kapitalizm mülksüzlere ve üretim araçlarına sahip olmayanlara acımıyormuş. Yaslar içindeyken bile sömürülmeye ve yasa dışı olma durumunda ise bu filmde olduğu gibi hırsızlığa itebiliyormuş. Yönetmen Jonas Carpisgnano kadrajını Romanlar, Afrikalıların ve yerli İtalyanların yaşadığı bir tür simbiyoz içinde olan İtalya’nın tecrit edilmiş ve distopik olarak yaratılan Ciambra’ya çevirir. Daha doğrusu şehre uyum sağlayamayan, dışlanmış kimliklerin yaşadığı bir banliyö; onların hemen ötesinde Afrikalı mültecilerin yaşadığı bir kamp bulunur. Film, sanki İtalyanlar, romanlar ve mülteciler bağlamında etnografik bir inceleme. Kullanılan müzik filmin ruhunu ve toplumsal yaşantısını çok iyi yansıtır. Müzik konuya iyice sindirilmiş de diyebiliriz. Geniş bir roman ailesi, evin geçimini hırsızlık yaparak sağlayan ağabeyine benzemek isteyen ve ergenlik çağında olan Pio. Kanunların ince sınırında olan bir aile. Suç sanki onlar için bir yaşam tarzı. Carpisgnano, Romanları sanki doğuştan hırsızlık ve kötü işlere meyilli bir toplulukmuş gibi göstermiş.
Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitabında Fransızlar Cezayir’i işgal etmeden önce onları da böyle tüm kötülüklere meyilli bir millet olarak göstermişlerdi. Birilerinin onları ehlîleştirmesi gerekiyordu. Fransızlar da bu hakkı kendilerinde bulmuşlardı. Filmde de Romanları kanunlarla ve cezalarla ehlileştirmeye çalışmak ve sürekli onlara baskı yapmak sanki İtalyan polisinin göreviydi.
Filme geri dönersek filmin başkarakteri ve büyüme sancısı çeken Pio, kapalı mekân korkusu olan, hızlı trene binmekten çekinen ve utangaç bir kişiliği sahiptir. Çünkü bu durum onun kalp çarpıntısını hızlandırıp nefes almasını zorlaştırıyor. Bunlarla birlikte bir kimlik bulma çabası ve bir an önce yetişkin olma mücadelesi… Belki de o kalp rahatsızlığını erkek olma kodlarıyla gölgelemek istiyor. Bir kimlik bulma sorunu ya da daha doğrusu kendisini ailesine kabul ettirme çabasında diyebiliriz. Filmin çoğu yerinde Pio’ya “Sen daha çocuksun” demeleri de aynı kaygı ile ifade edilmiştir. Çünkü zaten yönetmen bunu filmde bize gösterme konusunda başarılı ama ille de o cümleyi de kullanmak istemesi, seyircinin daha iyi anlamasını sağlayıp işi sansa bırakmaz. Küçük yaşta sigara içen çocukların varlığı zaten yaşadıklarının normsuzluğunu ve kanunların uygulanmadığı bir mekânın izlenimini vermeye yeterlidir. Bize Yılmaz Güney’in Yol filmindeki bir sekansını hatırlatır: Diyarbakır’ın gecekondu mahallesinde sigara içen çocukların yer aldığı sahne, her iki yönetmenin de çok küçük yaşta sigara için çocuklar üzerinden gecekondu yaşamına dair benzer göstergeleri kullandıklarını gösterir.
Filme geri döndüğümüzde Pio’nun yaşadığı mahalleye gelen polislerin varlığıyla birlikte insanların anlamsız bir şekilde kaçışmalarına tanık oluruz. Romanlar, İtalyanların dışladığı bir topluluk oldukları hâlde onlar da mülteci olan Afrikalıları öteki olarak dışlar. Bir deyim vardır: ‘’Misafir misafiri sevmez, ev sahibi ikisini de sevmez.’’ Bahsi geçen sahne, sanki bu durumu özetler; “öteki”nin “öteki”yi sevmeme hâlini. Buna rağmen Pio’nun başı sıkıştığında mülteci olarak başka bir yerde yaşayan Afrikalı göçmen Aviva’nın yanına sığınır ve ondan destek alır. Bu sekans bize bir birimizi sevmesek de birlikte yaşmak zorundayız gibi bir mesajı da içerir. Ayiva’nın kaderi onlarınkinden pek de farklı delgidir. Onun da ülkesinde bıraktığı bir kız kardeşi ve küçük yaşta bir kızı vardır. Ayiva kendi ülkesine geri dönmesi için bir deponun içine beyaz eşya biriktirir. Biriktirilen bu eşyalar bir nevi onun bu cehennemden kurtulma biletidir. En büyük hayali onları bir konteynerin içine koyup ülkesine gitmektir. Ayiva, Pio’nun ailesinin borcunu ödemesine destek olmak ister; bunun için zor depodan bir televizyon ona verir. Yardım ettiğini düşünür; oysa bilmez ki insanoğlunun ilk ve son olmayan nankörlüklerinin ve ihanetin kurbanı olacaktır. Pio garaj tarzı bir yerde çaldıkları arabaları parçalarken onun yanında olan dedesi ona şunu der:
“Biz eskiden özgürdük, canımız nereye isterse oraya giderdik. Şimdi buradayız. Unutma! Dünyaya karşı tek başımızayız.”
Bu cümle; bireyin göçebe hayatı ile yerleşik hayat arasındaki konumuna bir gönderme yapar. Mekânın arasında dolaşan at, onların halen geçmişlerine bağlı olduklarına dair bir vurgudur. Bu atta atalarının ruhu da diyebiliriz. Dedesi ölünce ona Hristiyan geleneğine göre bir tören düzenlenir; ama demek ki din dahi çoğu zaman bireyi öteki olma hâlinden kurtulmayı sağlamaz. Filmin kilit noktası olan sekansa baktığımız da Pio’un ağabeyi onu Ayiva deposundaki olan her şeyi çalması konusunda ikna eder. Bir gece bir pikapla Ayiva depodaki her şeyi çalar. Yönetmen bu sekansla romanların ne kadar kötü ve güvenilmez oldukları tezini de doğrulamış olur. Onlar Avrupa’da istenmeyen Müslüman mültecilerden daha kötü bir karaktere sahip olduklarının da altını çizmiş oldu.
Halil Dusak
Hocam çok güzel yorumlamissiniz filmi izlemeden filme hayran kaldım.basarilar dilerim…