Filmlerin ana yakıtı çatışmadır. İnsanlığın en kadim çatışması ise kadınla erkek arasındakidir. Yüzyıllar geçse de özü değişmeyen bu ezeli ilişki; sayısız savaşa sebep olmuş, sayısız hikâye ile anlatılmış, sayısız sanat eserinde ölümsüzleştirilmiştir. Lakin bu çetrefilli ilişkiyi anlatmak kolay değildir. Çatışmanın gelgitli ve herhangi bir şablona oturamayan yapısı, onu aktarabilmeyi de zorlu kılar. 60’ların ünlü filmlerinden Un Homme et Une Femme (1966) bunu yapabilen nadide filmler arasındadır. Claude Lelouch gençliğinde çektiği filmle, Altın Palmiye ve Oscar (En İyi Senaryo) gibi prestijli ödüllerin yanı sıra dünya çapında bir ilgiye de mazhar olmuştur.
Lelouch, benzer bir isme sahip son filmi Un + Une (2015) ile aynı sulara yine dalıyor. Bu sefer esas oğlanımız, dünyaca ünlü bir film müziği bestecisi olan Antoine (Jean Dujardin); esas kadınımız ise Fransa’nın Hindistan Başkonsolosu’nun eşi olan Anna (Elsa Zylberstein). Ünlü bir Hint yönetmenin çekmekte olduğu Romeo ve Juliet uyarlaması için Hindistan’a gelen Antoine’ın onuruna başkonsolostukta bir yemek verilmesiyle başlar her şey. Yemekte yan yana oturan ikili, farklı dünyalara sahip olmanın getirisiyle zıtlaşsalar da birbirlerinin çekimine hemen giriverirler. Lakin ikisinin de hayatında başkaları vardır. Anna severek evlendiği eşine büyük bir saygı duymaktadır ve uzun zamandır çocuk sahip olmayı istemektedir. Antoine ise uzun zamandan beri ilk defa stabil bir ilişkiye sahiptir, hatta piyanist sevgilisi ona evlenme teklifi yapmıştır ama o cevap verememiştir. Anna’nın çocuk sahibi olabilmek için çıktığı spiritüel yolculuğa, Antoine da dinmeyen migrenine medet aramak için katılınca işler daha da karışır.
Bir erkek ile bir kadın… Bir ilişki ne kadar karmaşık olabilir ki? Bakışmalar, imalar, yalanlar, anlar, gülümsemeler, dokunuşlar… Un + Une, kadınla erkek arasındaki kadim çatışmayı tüm doğallığıyla perdeye yansıtıyor. Lelouch, screwball komedi trüklerini kullanarak ilişkinin getirdiği tüm kasveti ustalıkla yumuşatıyor, filme nefes aldırıyor. Gerçekçi diyaloglarla seyirciyi bir an kahkahalara boğarken, diğer an derin bir hüzne sokabiliyor. Filmin ritmindeki dalgalanmalar, başka birinin elinde kolaylıkla filmi savurabilecekken Lelouch bunu avantaja çevirmeyi başarıyor. Filmin her tarafına yerleştirdiği çatışmaları ustalıkla kullanıyor, her birini farklı bir amaçla hikâyeye yediriyor, hiçbiri âtıl kalmıyor, hepsi farklı şekillerde de olsa filme hizmet ediyor.
Bunun yanında Un + Une; kimi konularla dalgasını geçiyor ama asla ezmiyor, haddini biliyor. Zaten eleştirisini, o kadar samimi ve ince bir mizahi dille yapıyor ki hayran kalıyorsunuz. Mesela Antoine, Anna’nın spiritüel dünyaya duyduğu ilgiyi düzenli olarak eleştiriyor ama gerektiğinde Anna’ya bu konuda destek olmayı ihmal etmiyor. Tabii filmin Hindistan’da geçmesi de başka bir hava katıyor. Sokaklar, insanlar, bol baharatlı yiyecekler, sıkışık trenler, Ganj Nehri’nin tüm pisliğinin rağmen büyüleyiciliği…
Un + Une, çok az filmin becerebildiği şekilde erkekle kadın arasında gelgitli ilişkiyi incelemeye çalışıyor. Belki Un Homme et Une Femme kadar sinematografik ve sıra dışı değil ya da Before Sunrise (1995) kadar doğal değil ama kendi havasına sahip, eğlenceli ve dokunaklı bir romantik-komedi. Bunu içtenlikle yapabilen kaç film var ki?