Taste of Cherry (Abbas Kiarostami, 1997)
“… Kendimi öldürmeyi kafaya koymuştum. Dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. İpi bir ağaca doğru fırlattım ama tutturamadım. Bir kere, iki kere denedim ama başaramadım. Ardından ağaca çıktım ve ipi sımsıkı düğümledim. Sonra elimin altında yumuşak bir şeyler hissettim: Dutlar; lezzetli, tatlı dutlar…”
Birini yedim, taze ve suluydu. Ardından bir ikincisini ve üçüncüsünü… Birdenbire güneşin dağların ardından yükseldiğinin farkına vardım. Ama ne güneş! Ne manzara! Birdenbire okula giden çocukların seslerini duydum. Bana bakmak için durdular. Ağacı sallamamı istediler. Dutlar dallarından yere döküldü. Çocuklar yerken kendimi çok mutlu hissettim. Eve götürmek için biraz dut topladım. Karım hâlâ uyuyordu. Uyandığı zaman o da dutlardan yedi, çok hoşuma gitti. Kendimi öldürmek için evden ayrılmıştım, dutlarla geri geldim. Bir dut hayatımı kurtardı; sadece bir dut…’’
Badiî (Homayoun Ershadi), hayatından vazgeçmiş, ölmek isteyen bir adamdır. Ancak intiharını kendi elleriyle hazırlamak fikrinin ağır yükü altından ezilmiş, onun mutsuzluğunu sonsuza kadar ortadan kaldırmayı sağlayacak bu kutsal vazifeyi üstlenmesi için, para karşılığı gönüllü insanlar bulma arayışına girmiştir. Arabasıyla kıvrımlı yollardan geçer, tozlu inşaat alanlarında devasa kepçelerin kaldırdığı toprak yığınlarına uzun uzun bakarak şatafatsız ve sessiz cenaze törenini hayal eder. Önce arabasına aldığı genç bir asker korkarak kaçar ondan; sonra bir imam eşlik eder hayat ile ölüm arasında yürüdüğü ince çizgiye. En nihâyetinde mucizevi bir dut hikâyesi anlatan yaşlı bir adam oturur yanındaki koltuğa; Badiî’ye hayattan, mutluluğun ve yaşam inancının aydınlık ışığının, hiç umulmadık anlarda sızmayı başardığı o küçük çatlaktan söz eder. Hayat yaşamaya, yarınlar görmeye değerdir. Mutsuzluk da günahtır elbet, ancak umut etmenin titrek alevi hiçbir zaman sökülüp atılmamalıdır kalplerden çünkü en çaresiz anlarımızda, bizi düştüğümüz çıkışsız kuyulardan kurtaracak olan yine ‘’umut etmek’’ten başkası değildir.
“…Bütün umudunuzu mu kaybettiniz? Sabah uyandığınızda gökyüzüne baktınız mı hiç? Şafakta güneşin doğuşunu görmek istemez misiniz? Yıldızları görmeyi istemiyor musunuz? Dolunaylı geceyi yeniden görmek istemez misiniz? Kirazların tadından vaz mı geçmek istiyorsunuz?”
Badiî için de intihar, bir yardım çığlığıdır belki de. Yaşamayı daha derinden arzulamak, hayata yeniden tutunmak için küçük de olsa bir sebep bulma bahanesiyle sığınılmış bir sığınak…
Usta yönetmen Abbas Kiarostami’ye Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ödülünü kazandıran Taste of Cherry (1997), hayata, umuda ve küçük mutlulukların, yeşeren güzel yarınların insan yaşamındaki büyüleyici dokunuşuna adanmış naif bir şiir niteliği taşıyor. Tıpkı yaşlı öğretmenin öyküsünde olduğu gibi bir dut ağacı, önemsiz varsayılan küçük bir dut tanesi bile değiştirebilir insanın hayatını ve yaşamak; her yeni gün doğan güneşi yeniden selamlamak, kirazın tadını her yaz yeniden duyumsamak, paha biçilmezdir.
Elif Düşova