The Truman Show (Peter Weir, 1998)
“İstediği zaman gidebilirdi ve eğer gerçeği keşfetmeye kararlı olsaydı, onu engellememiz mümkün olamazdı.”
Hayatınızın tümüyle yalan olduğunu öğrenseydiniz; yaşamak için neye tutunurdunuz? Truman, küçüklüğünden beri kâşif olup dünyayı gezmek isteyen biri olmuştur fakat genç yaşta kaybettiği babasından sonra yaşadığı adadan hiç ayrılmaz. Aynı adada üniversiteyi bitirmiş, evlenmiş, bir eve ve işe sahip olmuştur fakat merak etme ve gezme dürtüsünü hiç kaybetmemiştir. Truman’ın hayatı ile ilgili en önemli nokta ise kendisinin bir televizyon yıldızı olduğunu bilmemesidir. Aslında Truman, istenmeyen bir gebelik sonucu dünyaya gelen ve bir şirket tarafından evlat edinilen ilk bebektir. Truman’ın hayatı, kendi adını taşıyan bir televizyon programında yedi gün, yirmi dört saat canlı olarak yayımlanır. Ana rahminden itibaren yaşamı, kameralarla kayıt altına alınmıştır. Hayatınızdaki her şeyin sahte olduğu ve yaşadığınız otuz yılın bir kurmaca olduğunu öğrendiğinizde yaşamak için bir amaca ihtiyaç duyarsınız. Truman için bu amaç, âşık olduğu kadını bulmaktır çünkü sahip olduğu tek gerçek anı ilk aşkıyla olan anısıdır. Diğer tüm anıları ise televizyon programının yönetmeni olan Christopher tarafından kurgulanmıştır.
Yönetmenliğini Peter Weir’inin yaptığı The Truman Show (1998) filmi, alt-metinde kapitalist sistem içerisindeki toplumun televizyon bağımlılığını ve tüketim alışkanlıklarını anlatır. Film, insanların yozlaşmış duygularını komedi unsurlarıyla başarılı bir biçimde ele almıştır.
Truman’ın hatırasındaki her anı, bir senarist tarafından yazılmıştır. Hayatındaki her insan, bir televizyon oyuncusudur. Reklam ve reyting uğruna kurulan bu set ortamı, Truman’ın gerçek sandığı hayatıdır. Özgür iradesi yoktur; hayatı tümüyle dekor, mizansen ve diyaloglarla çevrilidir. Bu fantastik film, aslında yaratıcı düşünme ve hür irade ile hareket etmenin önünde engel olan sistemi eleştirir. Yönetmen, ana karaktere de bir eleştiri biçimi vermiştir. Truman’ın eleştirisi, gülümsemesidir. Truman, hayata umutla ve inatla gülümseyerek bakar. Belki de bu sebeple hem filmdeki izleyiciler hem de bizler, Truman’ın zincirlerini kırıp mutluluğa ulaştığını görmek isteriz fakat film bu noktada başka bir duruma dikkat çeker. Toplumda örgütlenme bilincinin olmadığını görürüz. Nitekim seyirciler, ekran başında toplu bir halde Truman’la güler ve ağlar ama aynı insanlar Truman’ın ertesi gün neler yaşayacağını izlemek istediğinden Christopher’ın kurduğu düzene karşı çıkmaz.
Film boyunca Truman, kendisine yol gösterecek bir akıl hocasına sahip değildir hatta aksine güvendiği insanlar tarafından hep kandırılmıştır. Ailesi ve arkadaşları sandığı kişiler, hep aklını karıştırmıştır. Bu akıl karışıklığı, yarı delilikle beraber cesaret bulur. Kısaca filmdeki ana karakterimiz, yakaladığı ipuçlarını toplayarak ve sezgilerine güvenerek yol almıştır fakat hep bir amacı vardır. Özgür olmak, dünyayı gezmek ve sevdiği kadına kavuşmanın hayali Truman’ın mücadele etmesine umut aşılar. Dağları, denizleri hatta yangınları atlatan Truman, asla pes etmez ve kaderinin mimarı Christopher’a da şöyle seslenir:
-Hey! Yapabildiğinin en iyisi bu mu?
Büşra Soylu