<p style="text-align: justify;"><a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/25film.jpg"><img class="size-large wp-image-28452 aligncenter" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/25film-1024x663.jpg" alt="25film" width="620" height="401" /></a></p> <p style="text-align: justify;">Ardlarından hiç bitmeyecekmişçesine başlayan muhabbetleriyle, kalbimize ve aklımıza ettikleriyle, hayallerimizi, umutlarımızı, korkularımızı ve içimizdeki nice duyguyu perdeye yansıtan filmler... Biz sinemaseverler için hayatımızın birer parçası hâline geldiklerinden yekünde kapladıkları değerin farkına en çok yıldönümlerinde, kendimizle yüzleştiğimizde varabiliyoruz. Biz de <strong>Fil’m Hafızası Yazı İşleri</strong> ekibi olarak tam da böyle bir dönemdeyiz. Dvd raflarında, sinema salonlarında, ödül gecelerinde hakkı verilmemiş 'yalnız ve güzel' filmlere varana dek sinema tarihini bir bütün olarak ele almayı kendisine görev bilmiş bağımsız sinema platformumuz <strong>Fil’m Hafızası 3 yaşında!</strong></p> <p style="text-align: justify;"><em>Keşfetmenin keyfi</em> ile geçen bu üç yıl şerefine yine siz okurlarımız için mottomuza uygun bir dosya hazırladık. Yönetmen, yazar, oyuncu ve sinema yazarlarından oluşan çok sayıda kıymetli isimden bu özel günümüz ve dosyamız için kendilerinin çok sevdiği ve <em>‘keşif’</em> değeri taşıdığını, hak ettiği kadar ses getirmediğini düşündüğü bir film önerisi istedik. Ortaya rengarenk ve iştah kabartan filmlerle dolu bir hazine çıktı!</p> <p style="text-align: justify;">Dosyamıza katkıda bulunan birbirinden değerli isimlerin her birine ve üç yıldır bizi takip eden siz sinemasever okurlarımıza teker teker teşekkür ediyoruz.</p> <p style="text-align: justify;">Hep birlikte, sinemayla dolu nice güzel seneler geçirmek dileğiyle!</p> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/2/">Ahmet Güntan</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/3/">Aslı Özge</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/4/">Barış Saydam</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/5/">Burak Göral</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/6/">Burcu Aykar</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/7/">Ceylan Özçelik</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/8/">Cüneyt Cebenoyan</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/9/">Defne Halman</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/10/">Deniz Akçay</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/11/">Ebru Çeliktuğ</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/12/">Ege Aydan</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/13/">Emine Yıldırım</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/14/">Engin Ertan</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/15/">Ercan Kesal</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/16/">Fatih Özgüven</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/17/">Fırat Yücel</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/18/">Goncagül Sunar</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/19/">İmre Tezel</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/20/">Janet Barış</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/21/">Kerem Akça</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/22/">Muhammet Uzuner</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/23/">Müjde Işıl</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/24/">Natali Yeres</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/25/">Nazan Kesal</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/26/">Pelin Batu</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/27/">Ramin Matin</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/28/">Senem Aytaç</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/29/">Serdar Akbıyık</a> <a href="https://filmhafizasi.com/film-hafizasinin-3-kurulus-yildonumune-ozel-kesif-dosyasi/30/">Tunca Arslan</a> <p style="text-align: justify;"><!--nextpage--></p> <p style="text-align: justify;"><strong>Ahmet Güntan - Şair / Yazar (Plenty, Fred Schepisi, 1985)</strong></p> <p style="text-align: justify;"><a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/plenty.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28422" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/plenty.jpg" alt="plenty" width="582" height="400" /></a></p> Günümüzde herhangi bir şey nasıl keşif değeri taşır, onu bilemiyorum, her şeyin herkese açık olduğu bir dönemdeyiz. Bütün filmler bir palet üzerinde erişilebilir durumda. Ama bugüne kadar da bana Plenty’i gördün mü? diyen birine rastlamadım. O yüzden keşfe en yakın film benim için Plenty olmuştur. 1986 yılında, Cidde’de, her gün işten çıkar, kaçak VHS kiralayan Filipinli birinin evine uğrardım, Suudi Arabistan’da sinema yasaktı, oradan iki üç film kiralar, hemen o gece hepsini seyrederdim. Plenty filmini Meryl Streep’in adını gördüğüm için almıştım. Fred Schepisi’yi, David Hare’i, Charles Dance’ı, Tracey Ullman’ı, John Gielgud’u, hiçbirini tanımazdım. Filmde Sting ile Ian McKellen’ın da rol aldığını bu yazıyı yazmak için IMDb’ye bakınca keşfettim. Hayatımda hayalkırıklığını, hayalkırıklığının asla tamir edilemeyeceğini beni bu kadar çarpacak bir biçimde anlatan başka bir film seyretmedim. Niye, bunu hâlâ bilmiyorum. Az delilik değil, neredeyse yüz yirmi defa seyrettim bu filmi, şaka değil yüz yirmiden fazladır belki. Hayattan çok şeyler bekleyerek başlayan ama sonra sıradanlığın duvarına çarpan bir kadının dramı. Tracey Ullman’ın filmin bir yerinde dediği gibi psikiyatrik bir kabare. Meryl Streep’in bence en iyi oynadığı filmlerden biri. Hele aşağıda seyredebileceğiniz bölümü belki yüz yirmiden daha fazla seyretmişimdir, ezbere bilirdim, eve girer girmez bu bölümü seyreder sonra kalkıp geceye başlardım. [video width="540" height="360" mp4="http://www.filmhafizasi.org/video/upload/Meryl-Streep-is-priceless-in-Plenty.mp4"][/video] <p style="text-align: justify;"><!--nextpage--></p> <p style="text-align: justify;"><strong>Aslı Özge - Yönetmen (Force Majeure, Ruben Östlund, 2014)</strong></p> <p style="text-align: justify;"><a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/force-majeure.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28417" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/force-majeure.jpg" alt="force majeure" width="750" height="427" /></a></p> İsveçli yönetmen Ruben Östlund, ne yapacağını merakla beklediğim yönetmenlerin en başında geliyor. Özellikle son filmi <em>Turist</em>’de gerek anlatma biçimindeki özgünlük, gerek tekniği olağandışı kullanma haliyle kendine has farklı bir sinema dili oluşturmayı başarıyor. <p style="text-align: justify;"><!--nextpage--></p> <strong>Barış Saydam - Sinema Yazarı (An Angel at My T</strong><strong>able, Jane Campion, 1990)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/an-angel-at-my-table.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28407 size-large" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/an-angel-at-my-table-1024x576.jpg" alt="an angel at my table" width="620" height="348" /></a> An Angel at My Table, Jane Campion’ın filmografisinde unutulan filmlerden biridir. Janet Frame’in hayat hikâyesinden uyarlanan yapım, Campion’ın karakterlerine şefkatli, incelikli ve bütünlüklü yaklaşımının ilk güçlü işaretlerini verir. Tüm dünyada isminin duyulmasını sağlayan bir sonraki filmi Piyano’nun da ilk eskizlerini An Angel at My Table’da görürüz. <!--nextpage--> <strong>Burak Göral - Sinema Yazarı / Senarist (Brief Encounter, David Lean, 1945)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/brief-encounter.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28427" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/brief-encounter-1024x749.jpg" alt="brief encounter" width="620" height="421" /></a> <p style="color: #141823;">David Lean’i büyük epik filmlerin usta yönetmeni olarak biliriz en çok. “Kwai Köprüsü” (The Bridge on The River Kwai), “Arabistanlı Lawrence” (Lawrence of Arabia), “Doktor Jivago” (Doctor Zhivago) gibi ‘büyük’ filmlerinden önce Lean, ünlü tiyatro yazarı Noel Coward’ın dört eserini beyazperdeye uyarlamıştı. Bunların sonuncusu olan, Coward’ın tek perdelik “Still Life” adlı oyunu bir film olmak için yeterli malzemeye sahip gibi durm<span class="text_exposed_show">amasına rağmen Lean’in kamerasıyla tek bir anında bile boşluğa düşmeyen, yürek yakan, mendil ıslatan usta işi bir melodrama dönüşmüştü. </span></p> <p style="color: #141823;"><span class="text_exposed_show">“Kısa Tesadüfler”, yaşanamayan bir aşkın iç burkan hikayesini anlatır. Filmde başkalarıyla evli olup da bir rastlantı sonucu birbirlerine aşık olan Laura ve Alec, "etraf ne der?" endişeleri ve utangaç duyguları sayesinde sadece aşk değil dostluklarını da yarım yamalak yaşamak zorunda kalıyorlar. David Lean bu başyapıtında zaman zaman Alman dışavurumcu ışık oyunlarına başvurur. Özellikle de sahne geçişlerinde. Ses kuşağını kullanışı ise sinema dersi gibidir. Ama kuşkusuz filmin bu kadar ‘sevilebilir’ olmasının en güçlü nedenlerinden biri de iki başrol oyuncusu Celia Johnson ve Trevor Howard’ın olağanüstü performanslarıdır. İki oyuncu da o kadar samimi, sevimli ve uyumlular ki, insan onların sonsuza kadar birlikte olmayı hak ettiklerini düşünmeden edemiyor.</span></p> <div class="text_exposed_show" style="color: #141823;">“Kısa Tesadüfler” bize ‘kırık bir aşk hikayesi’ni sinemada anlatılmış en güzel haliyle sunan eşsiz bir başyapıttır ve bugün hâlâ aynı gücüyle sapasağlamdır...</div> <!--nextpage--> <strong>Burcu Aykar - Sinema Yazarı (<span style="color: #141823;">Hotel, Jessica Hausner, 2004)</span></strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/Hotel_Film.jpg"><img class="size-full wp-image-28488 aligncenter" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/Hotel_Film.jpg" alt="Hotel_Film" width="800" height="469" /></a> <span style="color: #141823;">Jessica Hausner, adının daha çok duyulmuyor oluşuna şaşırdığım yönetmenlerden biri. On yıl önce “Hotel”i seyrettiğimde, sinemada önemsediğim pek çok şeyi filmde bulmuş ve kendisini takibe almıştım. Öncelikle, bıraktığı hissiyat yıllarca unutulmayacak, çok iyi bir atmosfer filmi bu. Mekan, ıssız bir ormanın içindeki eski bir otel. Yönetmen, genç bir kadının (Irene) bu otelde çalışmaya başlama hikayesinden b</span><span class="text_exposed_show" style="color: #141823;">ir psikolojik gerilim malzemesi çıkarıyor. En sıradan, gündelik, tanıdık ayrıntıların birer korku unsuruna dönüştüğü bu dünya, tedirgin ediciliği, gizemi ve bilinmezliğiyle bir kabus sanki. Diyaloglardan ziyade bakışlar ve sessizlik önemli. Simetrisi ve hesaplılığı insanda huzursuzluk yaratan, çok incelikle düzenlenmiş kadrajlardaki sinema duygusu o kadar kuvvetli ki, sesini kısarak bile izleyebilirsiniz filmi. Daha hayat mücadelesinin başında olan Irene’nin birey olma, kendini kabul ettirme, cinselliği keşfetme yolculuğu, insanın içinin her tür mekandan daha korkutucu olabileceğini gösteriyor. Belirsizlikten korkmayan, hikayede tam açıklanmayan, açık uçaklar bırakan Hausner, seyircinin sezgilerine güvenen, yaratıcılığına saygı duyan, herkesin kendi iç dünyasında bir yolculuğa çıkmasını sağlayabilen bir yönetmen. Kesin cevaplardan ziyade, soru sormak ve alternatifler üzerine hayal kurmakla ilgileniyor. Böylece sınırları ve dünyası her seyirle değişebilen, genişleyebilen filmler çıkıyor ortaya.</span> <!--nextpage--> <strong>Ceylan Özçelik - Sinema Yazarı (The Great Ecstasy of Robert Carmichael, Thomas Clay, 2005)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/robert-carmichael.png"><img class="aligncenter wp-image-28423" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/robert-carmichael-1024x436.png" alt="robert carmichael" width="646" height="285" /></a> Kimi filmleri izleyip izlemediğimi bile hatırlamadığım şu günlerde; sekiz yıl önce festival kataloğunda okuduğum cümleyi her nasılsa unutmadım: “Kubrick’in Otomatik Portakal’ı bu filmin yanında Britney Spears klibi kalacak.” Tabi bu aşırı doz iddialı bir cümle… Ama filmin şiddetle kurduğu ilişki beynimin bir köşesine yerleşti. <span class="text_exposed_show" style="color: #141823;"> Yepyeni bir rejisörseniz ve şiddete dair bir film yapıyorsanız; neyi, ne kadar, nasıl ve ne zaman gösterdiğiniz çok önemli malum. İşte The Great Ecstasy of Robert Carmichael’ın hüneri, şuurda gizli. Göstermenin sorumluluğunu ana merkeze alırsak, günümüzün sayılı örnekleri arasındaki ‘oda’ sahnesi, aklıma geldikçe beni ürpertiyor. Ürpertiyor da neymiş, ruhumu karartıyor. İzin verenlerle sahneyi paylaşmadan bitirmem mümkün değil. İzin vermeyenler için keşif anım burada sonlanıyor.</span> <span class="text_exposed_show" style="color: #141823;">Bize bir noktada elbet karanlık bir patlama yaşatacağı her tarafından akan, parasız pulsuz, sessiz liseli Robert Carmichael, birkaç elemanla bir evde… Önce ağır ağır gençlere yaklaşıyor, hareketi kesmeyen kamera. Salonun köşesinde bir DJ, setiyle meşgul, yüksek müzik! Birkaç yeni yetme oğlan yaşıtları bir kızla odaya giriyor. Kamera duruyor. İçeriyi görmüyoruz. Robert Carmichael koltukta, televizyona bakıyor. Televizyonda “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu”! DJ’in müziği, operasyon, genç kızın acı çığlıkları… Psikolojik, fiziksel, görsel, işitsel… Şiddetin her türlüsü…</span> <!--nextpage--> <strong>Cüneyt Cebenoyan - Sinema Yazarı (Jeremy, Arthur Barron, 1973)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/jeremy.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28413" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/jeremy.jpg" alt="jeremy" width="556" height="289" /></a> Jeremy'yi seyrettiğimde filmin kahramanıyla aşağı yukarı aynı yaşlardaydım (14-15 gibi). Ben de Jeremy gibi müzikle yatıp, müzikle kalkıyordum. Ama müziğin yanında bir de kız olsa hiç fena olmazdı. Nerdeee? Okuduğum erkek lisesinde, bir sevgili edinme ihtimalim yok gibiydi. Yine de bir yaz tatilinde, Almancı bir kızla bir aşk yaşadım, öpüştük. Sonra gitti. Bir daha da görmedim Figen'i. Sonra yıllarca başka bir kızın eline de değmedi elim. Jeremy'yle çok özdeşleşmiştim seyrederken. Onun beceriksizlikleri, sonunda kızla birlikte olmayı başarması, kızın sonunda başka kente göç etmesi. Bu yaştaki erkeklerin hikayelerini anlatan başka bir film görmemiştim, hala da Jeremy gibi bir başka film gördüğümü hatırlamıyorum. Jeremy'nin sevgilisinin sütyeninin kopçasını açarkenki beceriksizliği ne kadar doğrudur! "Kadın şeyleri" karşısındaki erkek beceriksizliği filmlerde pek görülmez. Giysiler buharlaşıp yok olurlar, sevişme söz konusu oldu mu. Ve tabii Glynnis O'Connor'ın beyaz sütyeni. Yıllarca rüyalarımı süslemişti o soyunma sahnesi. Valla bilmem, yeni kuşaklar beğenir mi ama benim için Jeremy çok özel bir filmdi, öyle de kalacak. Figen ve Glynniss sizi seviyorum. <!--nextpage--> <strong>Defne Halman - Oyuncu (Nothing Personal, Urszula Antoniak, 2009)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/nothing-personal.png"><img class="aligncenter size-full wp-image-28421" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/nothing-personal.png" alt="nothing personal" width="640" height="346" /></a> 'Nothing Personal' (Özel Hayatlar) 2009 yapımı, Hollandalı yönetmen Urszula Antoniak'ın çarpıcı ilk filmi. Bu film insanın parçalanmışlığını onarma, bütünlüğüne dönme arayışını çok özgün ve gerçekçi bir biçimde sunuyor. Bu nedenle benim için önemli bir keşif niteliği taşıyor. Filmde modern toplumun, insanı, akıl ve duygu ikiliğine sıkıştıran yapısına kişisel bir karşı çıkış, kaçış ve arınma isteği var. <p style="color: #141823;">Yalnızlığı seçmiş iki karakterin keşfe dayalı tanıma süreci<span class="text_exposed_show">ne tanık oluyoruz. Genç kadın karakterin (Lotte Verbeek) yol öyküsü, orta yaşlı erkek karakterle (Stephen Rea) buluştuğu noktadan itibaren dönüşüme uğrar. Reddedişle çıkılan yol kendi öznelliğini kabule dönüşür. Yalnızlık anlam değiştirir. Filmi bana göre değerli ve etkili kılan unsurlardan biri, çağdaş toplumun dayattığı kalıpları kırmak için verilen mücadeleye dair düşündürdükleridir.</span></p> <div class="text_exposed_show" style="color: #141823;">Film, ilk karesinden itibaren sürekli şaşırtmayı başarıyor. Antoniak, hiçbir klişeye izin vermiyor, her an alışılmış yaklaşımlardan uzak, beklentilerimizin dışında. Diyaloga fazla gereksinim duymadan, ummadığımız bir iletişim biçimi, yeni bir dil oluşturuluyor karakterler arasında. Birbirlerinin 'Özel Hayatlar'ıyla, geçmişleriyle ilgili hiçbir şey bilmeyen bu iki karakteri ancak bazı ipuçlarıyla tanıyoruz ve bu süreçte onlar gibi biz de ilginç tepkiler, sürprizlerle karşılaşıyoruz. Film, 'ilişkilerde karşımızdakini anlamak, tanımak için çok fazla bilgiye gerek yoktur, bize verilenle yetinmek mümkündür' diyor. Yönetmen bu düşüncesinden hiç ödün vermiyor ve iki karakteri birbirlerine biraz yaklaştırsa bile, belli sınırlar dışına hiç çıkarmıyor. Filmde anlatılan ne modern öncesi naifliktir ne doğaya sığınmaktır ne de başka türden bir romantik idealizmi yüceltmektir. Filmin en ayrıksı ve cesur iması; kadın karakterin çıktığı yolda kişisel serüveninin yolun kendisi olduğunu keşfetmesidir. Yol artık kendisidir.</div> <!--nextpage--> <strong>Deniz Akçay - Yönetmen (Le sens de l'humour, Marilyne Canto, 2013)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/marilyne-canto-le-sens-de-l-humour.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28418" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/marilyne-canto-le-sens-de-l-humour.jpg" alt="marilyne-canto-le-sens-de-l-humour" width="525" height="350" /></a> Marilyne Canto 'nun sırtını uzun yıllara dayamış konforlu fakat tam da bu konforuyla bunaltıcı evliliğinden , tekdüzeliğin rehavetinden kaçma, kendine hala yaşadığını ispatlama güdüsüyle bir süredir aldattığı kocasının ani ölümüyle hem kendini hem ölümü bağışlayamayan bir kadının gelgitlerini naif , tam da sevdiğim üzere gündeliğin küçük detaylarına sakladığı anıştırmalarla anlattığı , hem yönetip hem yazıp hem oynayarak mühim de bir iş başardığı film yılın en iyilerinden değil fakat kenarda bırakılırsa haksızlık edileceğini düşündüğüm bir film. <!--nextpage--> <strong>Ebru Çeliktuğ - Sinema Yazarı (Leolo, Jean-Claude Lauzon, 1992)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/leolo.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28408" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/leolo-1024x619.jpg" alt="leolo" width="620" height="374" /></a> Léolo, birbirinden çılgın aile üyelerinin gerçeğinden kaçmak için sığındığı hayal dünyasından, aslında hayata dair her gerçeğin yer aldığı çocukluk ülkesinden bize seslenir. Bir yanda akıl hastanesini aratmayan ev ortamı, bir yanda yetişkinliğe adım atma sancıları ve tabii cinsellik. İstanbul Film Festivali sayesinde yıllar önce izleme şansını yakaladığımız "Léolo", henüz "işlevsiz aile" öykülerinden sıkılmadığımız bir dönemde karşımıza çıkmıştı. Kanadalı yönetmen Jean Claude Lauzon'un ikinci uzun metrajlı filmi, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışmıştı. Lauzon, Kanada'nın umut vaat eden yönetmenlerinden idi, fakat filmi tamamladıktan beş yıl sonra 43 yaşında kendi kullandığı uçağıyla yaptığı kazada hayatını kaybedecekti. <!--nextpage--> <strong>Ege Aydan - Oyuncu (Nuovo Cinema Paradiso, Giuseppe Tornatore, 1988)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/cinema-paradiso.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28429" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/cinema-paradiso.jpg" alt="cinema paradiso" width="624" height="350" /></a> Ben Cinema Paradiso'yu seçtim. Gelişen ve çoğalan hayatın her türlü değeri sorumsuzca yok ettiğini bir inceden sergilediği için. <!--nextpage--> <strong>Emine Yıldırım - Senarist / Yapımcı (Living in Oblivion, Tom DiCillo, 1995)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/living-in-oblivion.jpg"><img class="aligncenter size-full wp-image-28410" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/living-in-oblivion.jpg" alt="living in oblivion" width="1000" height="685" /></a> Benim için keşfedilmeye değer filmlerin başında Tom Dicillo'nun "Living in Oblivion"u gelir. Sinema yapmanın eziyetini, absürdlüğünü ve bencilliğini bu kadar komik anlatabilen başka bir film izlemedim. Sinemacı olmak isteyen herkesin izlemesi gereken bir film. <!--nextpage--> <strong>Engin Ertan - Sinema Yazarı (Rocker, Klaus Lemke, 1972)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/rocker.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28409" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/rocker.jpg" alt="rocker" width="725" height="313" /></a> Klaus Lemke, Alman sinemasının en özgün figürlerinden birisi olmasına rağmen, ne yazık ki ülkesi dışında pek tanınmaz. Yönetmenliğe 60'ların ikinci yarısında başlayan Lemke'nin kariyerinin en parlak dönemi 70'lerdir ama o yılların gözde akımı Yeni Alman Sineması dahilinde de anılmaz. Lemke'nin 'gerilla tarzı' çekilmiş diyebileceğimiz filmlerinden birini bile izlemekse, onun herhangi bir gruba neden kolaylıkla dahil edilemeyeceğini de anlaşılır kılacaktır. Lemke'nin en meşhur filmi 1972 yılında ZDF için çektiği "Rocker"dir. İlk bakışta "Easy Rider"a veya Amerikan yapımı kimi 'çete filmleri'ne benzetebilirsiniz "Rocker"i. Fakat Lemke, Amerikan sinemasından tanıdık kimi kodları alıp, onları yerelleştirmeyi çok iyi başarmıştır filminde. Bu nedenle "Rocker" Amerikan sinemasındaki kimi eğilimlerin izini sürmekten çok, o dönemin karşı kültürünün Batı Almanya'da nasıl tezahür ettiğini perdeye taşır. Hamburg'da geçen filmde amatör oyuncular rol almıştır, hatta bazılarının canlandırdıkları karakterler kendileriyle aynı adı taşır. Filmde konuşulan argo o kadar yerel ve gerçektir ki, çoğu repliği klasikleşmiştir. Anlatılan hikâye yolları birbiriyle kesişen üç karakter üzerinden ilerler; bir motosiklet çetesinin üyesi olan ve hapisten şartlı tahliye ile çıkan 'rockçı' Gerd, Gerd'in eski kız arkadaşının yeni sevgilisi 'araba hırsızı' Ulli ve Ulli'nin evden kaçarak ağabeyinin peşine takılan 15 yaşındaki erkek kardeşi Mark... Kamera bu karakterlerin takıldıkları mekânlarda; barlarda, cafelerde, tuvaletlerde ve sokak aralarında dolaşırken belgesele yakın bir gerçekçilik de yakalar. "Rocker"in 'çiğ' enerjisi, kuşkusuz kimi seyirciyi olumlu şekilde etkilemeyecektir. Kimileri filmin hem biçiminde hem de hikâye anlatımındaki bazı tercihleri özensiz bulabilir. Ancak Lemke'nin filminde benzerine o kadar az rastlanan bir sahicilik var ki, tüm eksiklerine rağmen "Rocker"e kayıtsız kalmak imkansız. Bir kamyon şoförünün Gerd'in motosikletini ezerek parçaladığı unutulmaz sahnenin yarattığı duygusal etkiyi başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki? <!--nextpage--> <strong>Ercan Kesal - Oyuncu (Cet obscur objet du desir, Luis Bunuel, 1977)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/arzunun-şu-karanlık-nesnesi.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28430" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/arzunun-şu-karanlık-nesnesi-1024x661.jpg" alt="arzunun şu karanlık nesnesi" width="620" height="400" /></a> Luis Bunuel'in ''Arzunun Şu Karanlık Nesnesi'' filmidir. Bunuel sinemaya gerçeküstücülük anlayışını sokan bir yönetmendir. Bu filmde tek kadın karakteri iki ayrı oyuncuya oynatmıştır. ''Conchita'' rolünü C. Bouquet ve A. Molina oynamıştır. Sinemada nasıl anlattığından daha çok, neyi anlattığının bir örneğidir.<!--nextpage--><strong>Fatih Özgüven - Sinema Yazarı (Malpertuis, Harry Kümel, 1971)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/malpertuis3.jpg"><img class="size-full wp-image-28469 aligncenter" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/malpertuis3.jpg" alt="malpertuis3" width="540" height="288" /></a> <span style="color: #222222;">'Malpertuis', Belçikalı yönetmen Harry Kümel'in çok ilginç bir filmidir. Kümel'in Delphine Seyrig'li Les Levres Rouges/ Daughters of Darkness (Kırmızı Dudaklar) filmi görece olarak daha çok bilinen ve Türkiye'de de gösterilmiş olan stilize bir vampir hikayesidir; Kümel, bu filmde dekadans, Sembolizm, Art Nouveau gibi kaynaklardan yararlanarak müthiş sanatkarane bir 'yoz' atmosfer yaratır. 'Malpertuis'de ise, Gotik edebiyat geleneğinin izinde karanlık ve esrarengiz bir konağa ayak atan genç tayfa Jan (Mathieu Carriere), konağın garip sakinlerinin izini sürerek aşama aşama hiç tahmin edilmeyecek, beklenmedik bir sırra vakıf olur. Tüm filmi konağın en tepesinde bir odada yatakta yatarak geçiren Cassavius rolünü Orson Welles'in canlandırdığını ve bütün karakterlerin 'iplerini elinde tutanın' da o olduğunu ilave etmek gerek. 'Malpertuis', 1972 Cannes Film Festivali'ne katılmış ve derin bir umursamazlıkla karşılanmış, galiba biraz aşırı bulunmuş. Belki de asıl talihsizliği fantastik hikayelerin pek moda olmadığı yetmişlere denk gelmesi. ( O yıl ödülü Fransceso Rosi'nin 'Mattei Vakası' adlı politik filminin kazandığını, 'Solaris'e ise ancak bir jüri özel ödülünün layık görüldüğünü hatırlatmakta fayda olabilir.) </span> <div style="color: #222222;">'Malpertuis'in o günden bu güne giderek artan bir kült filmi statüsü kazanmasının sırrı da burada aranmalı belki; ayrıksılığında, zamansız ve zamanötesi oluşunda... Gerry Fisher'in müthiş renk paleti, Georges Delerue'nin film müziği de 'Malpertuis'un en cazip tarafları arasındadır.</div> <!--nextpage--> <strong>Fırat Yücel - Sinema Yazarı (Puzzle of a Downfall Child, Jerry Schatzberg, 1970)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/puzzle-of-a-downfall-child.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28414" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/puzzle-of-a-downfall-child-1024x554.jpg" alt="puzzle of a downfall child" width="620" height="335" /></a> <span style="color: #141823;">Jerry Schatzberg’in, Carole Eastman’la (künyede Adrian Joyce) birlikte kaleme aldığı bu ilk filmi ne yönetmenin en iyileri arasında gösterilir, ne de 70’lerin Yeni Hollywood’u dendiğinde akla gelen filmlerden biridir. Ama bana kalırsa, yine Eastmen’ın kaleminin dokunduğu Five Easy Pieces’ın, Schatzberg’in Scarecrow’unun, John Schlesinger’in Darling’inin, hatta Cassavetes’in Etki Altında Bir Kadın’ının yanın</span><span class="text_exposed_show" style="color: #141823;">dadır yeri. Bir tek Altın Küre adaylığı olsa da Faye Dunaway’in en iyi ve en zor performanslarından birini bu filmle sergilediğine de şüphe yok. </span> <span class="text_exposed_show" style="color: #141823;">Bonnie and Clyde’la çıkışını üç yıl önce yapmış olan Dunaway’in canlandırdığı nevrotik bir manken Lou’nun moda dünyasında yükseliş ve düşüş hikâyesini anlatır film. Röportaj kayıtları, anılar, mektuplar, gerçekleşmiş ya da hayal edilmiş durumlar arasında kronolojiden bağımsız gezinir dururken, ne Lou’nun patolojisinin nedenine dair ne de erkeklerin ve fotoğraf makinelerinin onda ne ‘gördüğüne’ dair net bir açıklamaya erişiriz. Ama bu karmakarışık hayat kurgusu, hem imajlar dünyasının güzellik fetişizmine hem de karakterin yalnızlık-yaşlanma korkusuna, yani hem piyasanın hem de insanın dekadansına dair güçlü bir duygu bırakır. </span> <span class="text_exposed_show" style="color: #141823;">Yeni Dalga oyunbazlığının, örneğin Piyanisti Vurun’un kurgu stilinin Amerikan moda dünyasına has bir şizofreniyle buluştuğunu düşünün, üstüne Godard’ın kadınların yüz ifadelerine yönelik fetişistik merakını, Bergman’ın acımasızlığını ve Cassavetes’in endişeli melankolisini ekleyin. Puzzle of a Downfall böyle bir film. Kusursuz değil; anlatıma zenginlik kattığı da düşünülebilecek toy tarafları var. Toplumsal cinsiyet politikaları bakımından bugün ne kadar ciddiye alınır, orası da meçhul. Ama yakın zamanda Blu-ray’i çıkan bu filmin özellikle 70’lerin karşı kültür sinemasına ilgi duyanlar tarafından keşfedilmeyi beklediği kesin.</span> <!--nextpage--> <strong>Goncagül Sunar - Oyuncu (Nine Lives, Rodrigo Garcia, 2005)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/nine-lives.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28434" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/nine-lives-1024x561.jpg" alt="nine lives" width="620" height="339" /></a> <span style="color: #141823;">İf Bağımsız Film Festivali'nde seyrettiğim "9 Lives" benim için tam bir keşif filmiydi. Alejandro Gonzalez Inarritu'nun yapımcı olarak adını görmek beni filme çeken birinci sebepti ve sonra sağlam kadın oyuncu kadrosu. </span><span style="color: #141823;">Yönetmeni Kolombiya asıllı taze yönetmen Rodrigo Garcia.</span> <span style="color: #141823;">Çok az insanın bildiği 9 Lives, 9 kadının hayatından kesitlerle biçimlenmiş çok etkileyici bir film. 9 ayrı kadın hikayesi klişesine düşmeden, 9 kadının hayatlarında sadece bir ana odaklanıp o</span><span class="text_exposed_show" style="color: #141823;"> kadının bütün hayat hikayesini okumamızı sağlayan bir kurgu ve anlatım geliştirmiş. Film beni tam da bu yüzden beni çarptı, oyuncular inanılmaz tatmin edici performanslar sergiliyor. Zaten oyuncuların isimlerini görmek yetmişti benim için: Sissy Spacek , Glenn Close, Robin Wright, Holly Hunter vs.. Son olarak 9 Hayat filmini yönetmeni öyle güzel özetlemiş ki “Karakterin hayatının tümünü yansıtabilen bir an yakalamak isterim. Bu, öyle bir an olmalı ki, kişinin nasıl o hayatın tutsağı haline geldiğini anlatsın."</span><!--nextpage--> <div style="color: #222222;"><strong>İmre Tezel - Başka Sinema Proje Direktörü (Dünyanın En Güzel Kadını, Nejat Saydam, 1968)</strong></div> <div style="color: #222222;"></div> <div style="color: #222222;"><a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/dunyanin-en-guzel-kadini.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28486 size-full" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/dunyanin-en-guzel-kadini.jpg" alt="dunyanin-en-guzel-kadini" width="400" height="225" /></a></div> <div style="color: #222222;"></div> <div style="color: #222222;">Fimin adı 'Dünya'nın En Güzel Kadını', ya da benim aklımda kalan haliyle 'Tamba Tumba Esmer Bomba'. Bunu, Arabesk, Neşeli Günler, Muhsin Bey izlemiştir yıllar içinde; ama adını buraya yazabilmek için öğrendiğim, benim için Tamba Tumba Esmer Bomba olan Türkan Şoray harikası film, ilktir. Türkan Şoray'ın adı Türkan Moray'dı filmde.</div> <div style="color: #222222;"></div> <div style="color: #222222;">Çocukken büyük annemin az ışıklı salonunda haftada bir gece olan yerli film kuşağında izlemiştim filmi. İzlediğim ilk yerli filmdi galiba. Türkan Şoray'ın kocaman gözleri ve inci göndermesi giysisiyle istridyenin içinden dans ederek çıktığı sahne karşısında hissetiğim şaşkınlık tarif edilemez. Aynı filmden bir başka sahne de, Tarzan'ın Jane'i misali kostümü ve saçlarıyla döktürdüğü çılgın dans figürleri. Türkan Şoray filmde bazen saf ve uysal, bazen dişli ve saldırgan. Bir sahnede meyhane şarkıcısı, bir sahnede ünlü bir gazinoda assolist. Bazen birine aşık, bazen diğeriyle evlenmek üzere. Bir sahnede cinayet var, diğerinde seks (ne günlermiş).</div> <div style="color: #222222;">Hepsinin bir arada olabilmesi ve her şeye rağmen mutlu sonla bitmesi küçük bir çocuk için anlaşılması zordu. Ama herkesin mutlaka dinlemesi gereken Tamba Tumba Esmer Bomba şarkısı muhteşemdi. Bu inişli çıkışlı ve karmaşık durumlar ilginç gelmişti. Sonrasında Yeşilçam'dan çok film izledim. Olan biteni daha iyi anladım.</div> <!--nextpage--><strong>Janet Barış - Sinema Yazarı (<span style="color: #141823;">Topio stin omichli, Theodoros Angelopoulos, 1988)</span></strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/topio-stin-omichli.jpg"><img class="size-large wp-image-28477 aligncenter" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/topio-stin-omichli-1024x753.jpg" alt="topio stin omichli" width="620" height="455" /></a> <span style="color: #141823;">"Puslu Manzaralar"ın hem Angelopoulos filmografisinde hem de benim kişisel tarihimde ayrı bir yeri var. Angelopoulos'un diğer filmleri arasında daha az görünür olsa da, babalarını aramak üzere yola çıkmış iki çocuğun köksüz yazgısı yönetmenin karakterlerine yansıttığı melankoliyle çok güzel anlatılır.</span> <!--nextpage--> <strong>Kerem Akça - Sinema Yazarı (<span style="color: #141823;">Shinjû: Ten no amijima, Masahiro Shinoda, 1969)</span></strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/doublesuicide.jpg"><img class="size-full wp-image-28446 aligncenter" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/doublesuicide.jpg" alt="doublesuicide" width="1024" height="768" /></a> <span style="color: #141823;">Sinema tarihinde 'yöreye özgü sanat dallarından estetik yaratma' konusunda kilometre taşı filmlerden olan Double Suicide ("Shinjû: Ten no amijima", 1969), Japon Yeni Dalgası'nın ilk akla gelen klasiklerindendir. Masahiro Shinoda, ülkede 'bunraku' olarak bilinen kültürel kukla tiyatrosundan bir anlatı modeli çıkararak, Takeshi Kitano'nun "Bebekler"inden Guy Moshe'nin "Bunraku"suna kadar sayısız filmde iz bırakmıştır.</span> <!--nextpage--> <strong>Muhammet Uzuner - Oyuncu (Press, Sedat Yılmaz, 2010)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/press2.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28419" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/press2.jpg" alt="press2" width="600" height="290" /></a> <span style="color: #141823;">Kendi yaşadıkları hayatın tartışmasız doğru olduğuna inandırılmış bir seyirci topluluğunu gerçeklerle yüzleştirerek oluşturduğu şok etkisi ve duygu sömürüsüne çok açık bir konuyu sorunun vahametinin altını daha da çizecek şekilde kendi meselesine mesafeli bakabilmesiyle PRESS Filmi.</span> <!--nextpage--> <strong>Müjde Işıl - Sinema Yazarı (High Plains Drifter, Clint Eastwood, 1973)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/high-plains-drifter.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28411" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/high-plains-drifter-1024x434.jpg" alt="high plains drifter" width="620" height="262" /></a> Clint Eastwood'un yönettiği ikinci film. Klasik ve spagetti western klişelerini harmanladığı filminde bir nevi kara film denemesine de soyunur. Kendi personasını önce yerle yeksan eder, sonrasında fetişleştirir. Kasabadaki evleri kırmızıya boyattığı bölüm, filmin alameti farikasıdır. <!--nextpage--> <strong>Natali Yeres - Sanat Yönetmeni (La Antena, Esteban Sapir, 2007)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/La-Antena-2007.jpg"><img class="aligncenter size-full wp-image-28431" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/La-Antena-2007.jpg" alt="La Antena (2007)" width="499" height="329" /></a> <span style="color: #141823;">Estaban Sapir'in yönetmenliğini yaptığı "La Antena". Siyah beyaz ve tamamı diyalogsuz olan bu film sistem eleştirisini seslerini kaybeden bir toplumu medya aracılığıyla yöneten ve televizyona insanların bağımlı olduğu bir düzeni anlatan bir çalışma. Estetik ve metinsel tercihlerinden dolayı benim için bir keşif. 19. Ankara Film Festivali'nde keşfettiğim bu Arjantin filmi faşizmi bu kadar zarif anlattığı için de bence önemli. </span> <!--nextpage--> <strong>Nazan Kesal - Oyuncu (Benny's Video, Michael Haneke, 1992)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/bennys-video.jpg"><img class="aligncenter size-full wp-image-28416" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/bennys-video.jpg" alt="benny's video" width="1023" height="576" /></a> Uzun düşünmelerden, hatırlamalardan sonra benim için keşif olabilecek Haneke’ nin filmi: <em>Benny'nin Videosu</em>. Bu filmde Haneke video takıntısıyla topluma yabancılaşan şiddet tutkunu bir ergenin hikayesini anlatır. Haneke’nin deyimiyle "Bir medyaya, yani videoya bir başka medya yani sinema üzerinden bakılır." Filmde medya araçlarının "Dünyanın gerçekdışılaşmasına" yol açmasının sert bir eleştirisini izleriz. <!--nextpage--> <strong>Pelin Batu - Oyuncu (El Angel Exterminador, Luis Bunuel, 1962)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/el-angel-exterminador.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28420" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/el-angel-exterminador.jpg" alt="el angel exterminador" width="460" height="350" /></a> Film seçmek zor oldu ama oldu, en sonunda. Bunuel'in <em>The Exterminating Angel</em> filmi aklıma geldi. Neden? Çünkü film, bir yere esrarengiz bir şekilde saplanmanın, inertia ya da yerinde saymanın ne kadar vahşi olabildiğini çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Buñuel, her zamanki gibi sürrealizmi gerçekçilikle harmanlamış. Ayrıca insanın dar alanda ne kadar çirkinleşebileceğini göstermiş. İnsanlar odadan ya da kiliseden neden çıkamıyorlar? Bu metafor bile yeter... <!--nextpage--> <strong>Ramin Matin - Yönetmen (Institute Benjamenta, or This Dream That One Calls Human Life, Stephen Quay - Timothy Quay, 1995)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/benjamenta2.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28428" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/benjamenta2-1024x701.jpg" alt="benjamenta2" width="620" height="424" /></a> Stop-motion'un efsane kardeşleri Quay'lerin ilk animasyon olmayan uzun metraj filmi Benjamenta, Robert Walser eserlerini temel alarak İsa ve Pamuk Prenses üzerine karanlık bir alegori yaratıyor. <span style="color: #141823;">Jakob iyi bir uşak olmak ve kendi benliğini sıfırlamak için girdiği enstitüde içi boş, manasız ve kendini tekrarlayan derslere uyum sağlayamıyor. Kişiliklerin sıfıra indirgenmeye çalışıldığı</span><span class="text_exposed_show" style="color: #141823;"> bu ortamda, diğer 7 öğrencinin yanında şuursuz asiliği ile dikkatleri üzerine topluyor. Bu uyumsuzluğu ve farklılığı, bu garip okulun sahibi olan kafayı sıyırmış Johannes ve muhteşem bir bunalımda olan güzel kız kardeşi Lisa için ilaç gibi geliyor ve şaşkın Jakob'a çeşitli fanteziler ve ağır sorumluluklar yüklüyorlar.</span> <span class="text_exposed_show" style="color: #141823;"> Zaman zaman hipnotize edici, zaman zaman sinir bozan kapalı bir kutu bu film. Bir rüyanın gizli mantığıyla akıyor, duruyor, dönüyor. </span>Quay kardeşler filmi adeta kendi animasyon filmlerindeki estetik anlayışla çekmişler ve filmin en vurucu yanı şüphesiz olağanüstü güzel ve akıl almaz bir incelikle örülmüş görsel-işitsel dünyası. Muhteşem kadrajların yanı sıra görüntü yönetmeni Nic Knowland'in ışıkların dokusunu çıkartması büyüleyici. 18 sene önce yeni başlayan bir sinema öğrencisi olarak ilk izlediğimden beri kafamın bir kenarında yaşayıp hayallerimi tetiklemeyi devam ediyor. Keşfe değer. <!--nextpage--> <strong>Senem Aytaç - Sinema Yazarı (Wanda, Barbara Loden, 1970)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/Wanda05.jpg"><img class="aligncenter wp-image-28433" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/Wanda05.jpg" alt="Wanda05" width="630" height="300" /></a> 48 yaşında kanserden ölen Barbara Loden’in yazdığı, yönettiği ve oynadığı tek uzun metrajı. ‘Yeşil Gözler’ kitabında Marguerite Duras, Loden’in eşi Elia Kazan ile yaptığı söyleşisine filme övgüler yağdırarak başlıyor; oradan keşfettim filmi. Film, kocasını ve çocuklarını terk edip kendisini ‘yola bırakan’ bir kadının hikâyesi. Loden’ın oyunculuğunun cazibesine kapılmanın kaçınılmaz olduğu bir ‘serseri’, bir <em>flaneuse</em> -bir arkadaşımın çok yerinde çeviri önerisiyle bir <em>sürtük</em>- filmi <em>Wanda</em>. Hem çok güçsüz hem çok güçlü, hem çocuksu hem kadınsı, hem içine kapalı hem de hayat karşısında apaçık bir kadının <em>sürüklenmesinin</em> ‘tuhaf’ ve ‘ham’ hâli gibi. Filmin kendisi kadar, Loden’ın hayat hikâyesi ve Duras bağlantısı ile de ayrı bir yeri var filmin bende. <!--nextpage--> <strong>Serdar Akbıyık - Sinema Yazarı (The Ballad of Jack and Rose, Rebecca Miller, 2005)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/the_ballad_of_jack_and_rose_2003_portrait_w858.jpg"><img class="aligncenter size-full wp-image-28424" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/the_ballad_of_jack_and_rose_2003_portrait_w858.jpg" alt="the_ballad_of_jack_and_rose_2003_portrait_w858" width="640" height="420" /></a> Rebecca Miller’in yönettiği filmin başrolünde Daniel Day-Lewis, Camilla Belle oynuyor. Bazı filmler sinema sanatının değerinden çok kişisel olarak size ne ifade ettiğiyle öne çıkar. Jack ve Rose’un şarkısı benim için böyle bir film. İnsani değerler ve toplum sosyolojisi anlamında en önemsediğim dönem 1960’lar ile 1970’lerdir. Cinsel devrimin yaşandığı, kapitalizm ile hesaplaşmak isteyen insanların büyük kitleler oluşturduğu bir dönemdir. Fakat bugüne baktığımızda bu hesaplaşmanın kaybedildiğini görüyoruz. İşte bu kaybı yaşayan bir adamın dramını anlattığı için içselleştirebildiğim ve beni üzen bir filmdir Jack ve Rose’un Şarkısı. Özellikle Daniel Day-Lewis seyredilmeye değer bir performans gösteriyor. <!--nextpage--> <strong>Tunca Arslan - Sinema Yazarı (Boynu Bükük Küheylan, Erdoğan Tokatlı, 1990)</strong> <a href="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/boynu-bükük-küheylan.jpg"><img class="aligncenter size-large wp-image-28425" src="https://filmhafizasi.com/wp-content/uploads/2014/07/boynu-bükük-küheylan-1024x576.jpg" alt="boynu bükük küheylan" width="620" height="348" /></a> Erdoğan Tokatlı'nın 1990'da çektiği "Boynu Bükük Küheylan", kişisel seyir tarihim açısından Kemal Sunal'ı "keşfettiğim" yapımdır. Genel seyirci kitlesi açısından en az bilinen, en az seyredilen Kemal Sunal filmidir sinemamızın kıymeti bilinmemiş örneklerinden biridir. "Boynu Bükük Küheylan"dan sonra, o güne dek belli bir önyargıyla yaklaştığım için mahcubiyet duyduğum Sunal'ın tüm filmlerini seyretmeye karar vermiş ve birkaç yıl içinde bunu gerçekleştirmiştim. Benzer durumu "The Cable Guy" (1996) dolayısıyla Jim Carrey için de yaşamış olduğumu belirteyim.
Bunuel. In bu filmini izledim gizemli bir sebepten olduğu yerde kalan insanların pozitiften negatifenasıl dönüştüğünü tüm gerçekliğile yansıtmış..sürükleyici gizemli ve gerçekçi aynı zamanda.
İzleyebileceğimiz bir site var mı , ben bulamadım?
Eski bir film….Pera Müzesi. nde film festivalinde gösterimi yapıldı.