Fallen Angels (Yön. Wong Kar Wai, 1995)
Wong Kar Wai Asya’nın en doğusu Hong Kong’da 1990’lı yılların ortalarına doğru başlayan şehir dramaları yaratmaya başlamıştır. Filmografisi 90’lardan daha geriye ve milenyumdan sonrasına doğru genişliyor olsa da Hong Kong’un kendine özgü şehirleşmesinin içinde debelenen karakterlerin rüyamsı hayatlarını ve insan ilişkilerini Chungking Express’ten (1994) başlayarak sırasıyla Fallen Angels (1995) ve Happy Together’la (1997) filmlerinin merkezine oturtmuştur.
Wai, uzun bir süre Birleşik Krallık kolonisi olarak kalmış ve Çin Halk Cumhuriyet’inin otoriter ve disiplinci yönetiminden görece soyut kalarak Batı stili şehirleşme sürecine geç de olsa katılabilmiş olan bir bölgede, geç kalınan şehirleşmenin Hong Kong ve insanlarınca içselleştirilme sancılarını, yarattığı kahramanları şehirler üstü karakteristiklerin ve hikâyelerin öznesi yaparak yansıtmıştır.
Wai’nin bu filmleri şehrin içinde geçer; Hong Kong’un bakkallarını, Çin makarnası barlarını, ayaküstü yenen şeyler satan yerlerini, daracık sokakları ve uzun çarşılarını gösterir (118, Botz-Bornstein). Ancak filmlerinin kurgusu, görüntü yönetmenliği, renk seçimi, en basit ifadeyle görsel dilinin oluşturduğu kompozisyon modern şehirle ilgili akıllara gelen imajların dönüştürülmesini ve bu yolla şehrin fiziki sınırları dışına çıkılabilmesini, kayıp kahramanların modern masallarının anlatılabilmesini mümkün kılmıştır. Zira Wong’un karakterleri şehir sokaklarında dandyler gibi amaçsızca bir o yana bir bu yana dolanır; tıpkı dandyler gibi, ne kapitalist dünyaya karşıdırlar ne de onunla tamamen bütünleşmişlerdir. Yadırgatıcı bir kayıtsızlıkla bir şehit hayatı “oyunu oynarlar” ve aynı dandyler gibi, gerçekdışı, düşsel bir varoluş tarzı geliştirmişlerdir (121, Botz-Bornstein). Yukarıda belirttiğim gibi, Wong’un modern Hong Kong filmlerinin dandylerinin düşsel manzaralarının yaratılmasındaki en kritik detaylardan olan görselliğin öğelerinden biri olan renk, masalsı bir gerçekliğin ortaya çıkışında şehir hayatının alışılageldik görüntülerini bozarak diğer detaylardan ayrılır. Bu anlamda, Fallen Angels (1995) renk paletinden hikâye ve duygu durum devşiren çarpıcı Wong Kar Wai filmleri örnekleri arasında Hong Kong’un ağırlığını yoğunca hissettirmesiyle diğerlerine nazaran bir çift sözü daha hak etmektedir.
20.yüzyılın son on yılının Hong Kong’un kahramanlarının yaşadığı Fallen Angels’ın düşsel uzamı renklerin bir araya nasıl geldiği, çevreleriyle ve film karakterleriyle nasıl etkileşime girdiğiyle kuruluyor. Hong Kong’un daha çok modern tarafıyla ilişkili metro durakları, McDonalds gibi yerlerde floresanın hâkim renk olarak öne çıktığı görülüyor. Ancak filmin asıl zengin renk paletinin ortaya çıkması filmin tam da bu gibi düşsel gerçekliğin bozulduğu Hollywood mekanlarından uzaklaşmasıyla gerçekleşiyor. Zira şehrin modern ve Batı başkentlerini hatırlatan yüzünden kaçtıkça filmin Hong Kong’un şehirleşmeyle kurduğu özgün sentezin bölgeleriyle karşılaşıyoruz: Bir metro hattının hemen yanında izbe bir ev, geleneksel Çin yemeği satan sıkış tıkış lokantalar, harap kumarhaneler, garip mezbahalar, gökyüzünü kapatan kablolar ve dökülmekte olan binalar. Filmin kahramanlarının çoğunun macerasının başladığı, büyüdüğü ve çözüldüğü ve Wai’nin renkleri karakterler arasında başka bir anlaşma aracı olarak ya da duygu durum göstergesi olarak kullandığı yerler tam da buralar olarak karşımıza çıkıyor. Bu geçişe sıradan bir floresan aydınlatmadan epeyce bulanıklaştırılmış ve tozlandırılmış sepya sarısı, kırmızı ve yeşil floresan eşlik ediyor. Hem mekân aydınlatmaları (bar sahnesindeki yoğun kırmızı ışık, filmin sonundaki lokantanın çarpıcı yeşil floresan aydınlatması ve suikastçının evindeki sepya sarısı) hem de karakterlerin ışıkla olan ilişkileri şehri bir rüya alanı ilan ederken, karakterlerin de düşsel kahramanlar olarak kurulmasına yardımcı oluyor. Örneğin He Zhiwu suikastçının ajanıyla ile tünelde yolculuk etmekteyken yüzlerine vurulan kırmızı ışık, suikastçıya aşık iki kadının metroda karşılaştıklarında etraflarını çeviren kırmızı duvarlar ve Punkie’nin suikastçıyla vedalaştığı merdiven sahnesinde neredeyse karakterleri görünmez kılan kırmızı aydınlatma, mekanla karakterleri renk etrafında bir araya getirerek filmin rüya etkisini sürdürmesine yardımcı oluyor. Ancak renk yalnızca mekân ve karakter aydınlatmalarından fazlasını temsil ediyor. Zira film kelimelerden çok görselliğe ve o görsellikte oyuncuların ruh durumların gözlemine dayanıyor. Bu en güzel He Zhiwu’nun Charlie/Cherry’ye âşık olduktan sonra sarıya değişen saç rengiyle özetleniyor.
Fallen Angels modern masalların kahramanlarını sinema ekranında düşsel kılabilmek için renklerin gücünü keşfedebilmiş ve renklerin ifade gücünü dile bağımlı kalmadan yaratabilmiş sıra dışı bir modern zamanlar efsanesi olarak şehrin keşmekeşinden doğaya kaçmadan da soyutlanabileceğini ispatlayan çarpıcı bir görsel deneyim sunuyor.
Koray Soylu