“Akıl fikir işleri yapan mühim bir şahsiyet” olan Ahmet’ten, mühim işler yapamasa da fikirleriyle var olmaya çalışan bir karaktere, Cemal’e geçiş; Kor’un (2016), Bulantı’ya (2015) göre en büyük artısı. Kaçak işçi olarak Romanya’ya giden kocasının ardından oğluyla birlikte şehirde yalnız kalan Emine (Aslıhan Gürbüz), eski patronu Ziya (Taner Birsel) ile çetrefilli bir ilişkinin içinde bulur kendini. Oğlunun, kalbi delik olduğu için ameliyat olması gerekince daha önce Cemal ile aralarında hırgür çıktığını bildiği, ancak tüm yaşananlara rağmen şüphe değil saygı duyduğu Ziya’dan gereken parayı almayı kabul eder. Emine, Ziya’nın senelerdir kendisine âşık olduğunu öğrenince, bir de aralarındaki ilişki Cemal’in yokluğuyla beraber bir rakı sofrasında serpilince, “siz” diye hitap ettiği adam önce “abi”ye, ardından da “sen”e dönüşür. Kocasından kalan boşluğu önceleri yüreğinde yankıyan bir kor olarak addetse de zamanla Emine için Ziya; iyi, yaşanılası bir adama dönüşür ve Emine kendisini onun kollarına bırakır. Bu andan itibaren genç kadın için evin kuralları değişir, değişen kurallarla birlikte kendini daha rahat ve güzel bir hayatın ortasında bulur. Artık çocuğu sağlıklıdır, atölyede bir de işi vardır.
Film boyunca konuşan her karakterin ardında beliren, bir şekilde kadraja girerek Cemal ortaya çıkana dek Cemal’in varlığını, Cemal döndükten sonra ise Emine’nin içinde kalan yangını ifşa eden, her daim yanan elektrikli ısıtıcı; ilk kez Ziya’nın odasında yerini klimaya teslim eder. Nitekim şehrin ışıklarını ardında bırakıp yalnız bir kadın olarak susmayı tercih eden Emine’ye karşın, çok konuşsa da kendi yaşam alanı içerisinde göremediğimiz için bir türlü tam anlamıyla ısınamadığımız Ziya, ısıtıcının karşısında konumlanarak bir buğu etkisi yaratır.
Cemal, esrarlı gidişi gibi Emine’ye gece yarısı ansız bir telefon açınca Emine tekrar kocasına ait olmak, eski düzenine kavuşmak ister. Ancak bir erkeğin nezdindeki ihanet ve gurur, sandığından çok daha güçlü iki unsur olarak karşısına çıkar. Cemal, oğlunu Ziya’nın ameliyat ettirdiğini öğrenince karakter olarak derinleşip sessizleşmekle kalmaz, bir şekilde aklından intikam planları da geçirir. Ancak izleyici olarak Cemal’in aklından geçenleri öğrenmemize değil, yalnızca sezmemize müsaade edilir. Demirkubuz, aralık bıraktığı kapılardan bizi karakterlerin konuşmalarına tanık ederek aslında hep bir gidiş ve yok oluş ihtimalinin, ikinci bir yolun olduğunu belli eder. Yüzlerinin yarısını göreceğimiz şekilde yerleştirilen kamera, bize ikiyüzlü, kimi zaman bencil ve onulmaz suratlar sunmakla kalmaz, herkesin aklından kurtuluşa dair bir ikinci planın geçtiğini anlamamıza da yardım eder. Ziya, yeni açacağı atölyenin başına usta olarak Cemal’i getirmek isteyince Emine ister istemez aklının köşesine ittiği dilemmayı körükler, içinde duran kor bir anda alev alır. Cemal ile Ziya’nın arasında talihsiz bir olayın yaşanmasından çekinir; ancak korktuğu taraf Ziya değil, senelerdir bildiği kocasıdır. Cemal Romanya’dayken salonda Ziya’nın sigara içmesine izin veren Emine, Cemal’e aynı hoşgörüyü göstermez ve çocuğu bahane ederek Cemal’in sigara içmesine engel olur. Ziya’nın, Emine’nin oğlunun adını sürekli yanlış söylemesi ise ait olamama üzerine bir tespiti olumlarken, Ziya’nın bir ayağının hâlâ kendi evinde olduğu da anlatır. Üç kişilik bu ilişkide herkes diken üstünde durur.
Ziya, bu üçlü ilişkide en sakin ve uysal taraf olarak, karısını ve üç çocuğunu bir kadın için terk etmeyi düşünse de “olmuyorsa olmuyordur”u kabullenerek “kötünün iyisi” duruşuyla aklımızda kalır. Caner Cindoruk’un canlandırdığı Cemal, topoğrafik dünyasından kopup atölyedeki makinelerin sert ve soğuk yüzeylerine her değişinde eviyle olan bağını yitirir; Ziya’ya daha yakın olarak aslında kırılan gururunu onarmaya, onun yerine geçmeye başlar. İçten içe ya da fiilen… Kahvedeki ahbap meclisinde kendisine yöneltilen meraklı sorular, deyim yerindeyse Romanya’da yediğini düşündükleri naneleri efsaneleştirir. Ancak Cemal, hiçbir zaman kendisinin yerine geçmek isteyen insanları, ahlâkıyla para kazanmaya gittiğine ikna etmek için didinmez. Sessiz kalmakla yetinir.
Film ilerledikçe ve Cemal’in atölyedeki pozisyonu değiştikçe evleri daha modern bir hâl alır; filmin başındaki tüplü televizyonun yerine plazma gelir. Ziya’nın odasındaki klimayla eşdeğer bir obje olan plazma, kopup giden ve bireyselleşen ilişkilerin de bir okumasını sunarken; önceleri tüplü televizyona yansıyan suskun ve bulanık yüzlerin yerini modern cihazla birlikte konuşan, haberleri, gündüz ve gece kuşağını gösteren, kadına şiddetten yahut şiddetin her türlüsünün vahşiliğinden dem vuran, ahkâm kesen yüzler alır. Cemal gelene dek susan ve Emine’ye sessizliğinde eşlik eden televizyonun, Cemal’in gelmesiyle birlikte konuşmasına izin verilir ve evin içini toplumdan yansıyan sesler, elâlemin dedikleri doldurmaya başlar. İzleyici açısından ahlâk, tabular, eril iktidar ve kadının toplumdaki yeri üzerinden dinleme seansları başlar.Toplumdan kopup gelen, her kanalda biraz daha şiddetlenen ve coşan bu güruh, Cemal ile Emine’nin evine dolar. Emine için artık susmanın, şehirde kocasız kalmanın, bir başınalığın anlamı kalmaz. Çünkü Cemal gelmiştir, artık o sussa da onun yerine konuşacaklar vardır. Gerek yüzüne, gerek arkasından.
“Ne gibi?”
Bulantı’da düştüğü tekrarlarla dikkat çeken Zeki Demirkubuz, son filmi Kor’da da aynı yöntemi uygular. Önce Emine ile Ziya, ardından Emine ile Cemal arasında vuku bulan, aynı kelimelerle ve sırayla tekrar eden konuşmalar, bir döngüyü var eder. İnsan için boşluğun yerine koyacak yeni bir hiçlik bulmak ne kadar kolaysa, Emine için aklının bir ucunda sönmeyen ya da alevlenmeyen, hep orta hâlle kaynamaya devam eden koru taşıracak bir adım atmak da aynı düzeyde zorlaşır. Emine’nin intihar girişiminde bulunduğu akşam ambulans çağırmaya eli varmayan Cemal, aynı akşam kahvedeki arkadaşlarının yaptığı “karı” muhabbetine tanık olur ve bir anda aklına Emine düşer. Cemal, Zeki Demirkubuz’un gitmek istese de dönüp dolaşıp aynı kucağa dönen saplantılı erkeklerine eklenmek üzere evin yolunu tutar. Ancak bu üçlü ilişkide ölenin mi yoksa hayatta kalanın mı kurtulacağı, bir başka belirsizlik olarak karşımızda durur.
Uzun temposu ve ağdalı anlatımıyla, çoğunlukla diyaloğa teslim olan Demizkubuz sinemasının en bilindik yönleriyle, izlemesi nispeten zor bir film Kor. Alt ve üstler arasındaki ilişkiyi, Bulantı’da olduğu gibi yine hiyerarşik yapı üzerinden aktaran film, aslında Cemal ile Emine’yi tam anlamıyla alt sınıf olarak kurgulamaz. Onların altta yer aldığını, ancak Ziya’nın varlığıyla fark ettirir. Öte yandan diyaloglarla yaratılan belirsizlik ve huzursuzluk hâli, karakterlerin karşı tarafın ne hissettiğini ve ne düşündüğünü anlama çabaları, sürekli cevap bekleyen sorularla açığa çıkar. Amaçsızca hissettiğini yaşamak isteyen, net bir cevap beklemeyen ise yalnızca Ziya olur. Sorular sorulur, ancak cevaplar bir türlü verilemez. Bir sorunun ardından hep ikincisinin gelmesi, diyaloğun illa bir tık daha derine inmesi gerekir. Diyaloglar her ne kadar yalın olsa da, içerdikleri anlam(sızlık) itibariyle karşı tarafa doğru kanaldan tesir edemez ve ikili ilişkilerde bir iletişim kopukluğuna sebep olurlar.
Bulanık yüzeylerdeki yansımalar, karanlığa gömülen fotoğraflar, buğulu camlar, kapı eşikleri, ansızın menteşesinden kurtulan kapılarıyla içsel ve üçüncül olana dair bir film olan Kor; Zeki Demirkubuz’un saplantılı, sessiz, yalnız ama kendi içinde çoğul, şüpheci ve zor karakterlerine farklı bir boyuttan dokunur. Bu defa gidenin yanında, yasak aşkın peşinde bulmayız kendimizi. Çünkü kapının eşiğinde durup her üç kişiye de objektif yaklaşarak, kimsenin yerini alamayarak, bir gözlemci olarak karar veririz. Hangisiyiz? Kabul mü ettik, vaz mı geçtik, yok mu olduk? Sahi, en çok hangimiz sevdik?
“Bu defa gidenin yanında, yasak aşkın peşinde bulmayız kendimizi. Çünkü kapının eşiğinde durup her üç kişiye de objektif yaklaşarak, kimsenin yerini alamayarak, bir gözlemci olarak karar veririz. Hangisiyiz? Kabul mü ettik, vaz mı geçtik, yok mu olduk? Sahi, en çok hangimiz sevdik?”
“Film boyunca konuşan her karakterin ardında beliren, bir şekilde kadraja girerek Cemal ortaya çıkana dek Cemal’in varlığını, Cemal döndükten sonra ise Emine’nin içinde kalan yangını ifşa eden, her daim yanan elektrikli ısıtıcı; ilk kez Ziya’nın odasında yerini klimaya teslim eder. Nitekim şehrin ışıklarını ardında bırakıp yalnız bir kadın olarak susmayı tercih eden Emine’ye karşın, çok konuşsa da kendi yaşam alanı içerisinde göremediğimiz için bir türlü tam anlamıyla ısınamadığımız Ziya, ısıtıcının karşısında konumlanarak bir buğu etkisi yaratır.=
Ne kadan güzel tespitler bunlar! Tebrikler!
Teşekkürler! 🙂
Bu filmi yazan da yöneten se bu filme bu yorum kadar kafa yormamışken bu yoruma yazık bence .