“2008 yılında Masumiyet Müzesi adında bir roman yayımladım. Bu romanın, tek konusu olmasa da, önemli bir konusu, derinlemesine ve takıntılı bir şekilde âşık olan Kemal adlı bir erkek kahramanın yaptıkları, hissettikleriydi. Çok geçmeden aşkın romanda gerçekçilikle anlatıldığına inanan okurlarım bana ısrarla şu soruyu sormaya başladılar: ‘Orhan Bey, siz bütün bunları gerçekten yaşadınız mı? Orhan Bey, siz Kemal misiniz?’ Şimdi bu soruya içtenlikle inandığım ve birbiriyle çelişen iki cevabımı vereyim: 1. ‘Hayır, ben kahramanım Kemal değilim.’ 2. ‘Ama romanımı okuyanları Kemal olmadığıma asla inandıramam.’”
Saf ve Düşünceli Romancı, Orhan Pamuk
Gerçek ile kurmaca arasındaki bağ öylesine kırılgandır ki bir romanı okurken, bir tiyatro oyunu seyrederken veya bir sinema filmine kendimizi kaptırırken ister istemez dâhil olduğumuz öykünün ne kadarının gerçek ne kadarının hayal ürünü olduğunu kestirmeye çabalarız. Bu eğlenceli oyun, çoğu zaman bizi bir sanat eserine bağlayan şeydir. Gerçekliğin içinde yerini saptamaya çalıştığımız kurmaca karakterlerin, şimdi sinema perdesinde nefes alıp veren ve filmin süresi dolduğunda yok olacak insanların sokakta, meyhanede, lokantada veya odamızda yeniden karşımıza çıkmasını isteriz. Ona “Seni tanıyorum” diyebilmek, az evvel filmde kalbini kırdığı sevgilisi için onu azarlayabilmek, başına gelen tüm kötülüklere karşı ona destek olabilmek isteriz.
Tüm bu safiyane arzularımızı kışkırtan, gerçeği kurmacayla karıştırıp tanınmaz hâle getiren öyle filmler vardır ki, okurlarının Orhan Pamuk’a yönelttiği sorunun bir benzerini getirir aklımıza. Film çekme öykülerini anlatan, kameranın arkasını kurmacaya bulayıp önümüze koyan filmlerdir bunlar. Bir filmin hikâyesini kendi ağzından dinlemenin bizi yönelttiği karmaşaya karşı Orhan Pamuk’un roman okurlarına yaptığı uyarıyı, sinema seyircisi için de tekrarlamış olalım:
“Roman okuma ve yazmanın verdiği zevklerin iki türlü okur tarafından tamamen kaçırıldığını ekleyeyim burada: 1.Bütünüyle ‘saf’ okurlar: Bunları, ellerindeki şey romandır diye ne kadar uyarırsanız uyarın, metni yazarın kendi hayat hikâyesi ya da yaşadığı şeylerin biraz değiştirilmişi olarak görürler. 2. Bütünüyle ‘düşünceli’ okurlar: Onlara, ne kadar ellerindeki kitabın sizin en mahrem duygu ve düşüncelerinizle yazıldığını söyleseniz de fayda etmez, bütün metinlerin hesap kitap ile ayarlanmış kurmacalar olduğuna inanırlar. Aman bu insanlardan uzak durun, diye uyarmak isterim sizleri. Çünkü onlar, roman okuma zevklerini hiç bilmezler.”
Close-Up (Abbas Kiarostami, 1990)
Hussein Sabzian, yönetmen Muhsin Mahmalbaf’ın büyük bir hayranıdır. Bir gün otobüste tanıştığı bir kadına kendisini Mahmalbaf olarak tanıtır ve ona, ailesine yeni filminde rol vereceğini söyleyerek kadının ailesiyle sık sık görüşmeye başlar. Abbas Kiarostami’nin yaşanmış bir olaydan uyarladığı bu filmin büyük bir kısmı Sabzian’ın duruşma kayıtlarından oluşmasına rağmen filmi belgesel olarak nitelendirmek mümkün değil. Peki, kurmaca bu öykünün neresinde yer alıyor? Kiarostami’nin kameraya almaktan çekinmediği Sabzian’ın ruhunda sanırım.
Life and Nothing More / Through the Olive Trees (Abbas Kiarostami, 1992 – 1994)
Köker Üçlemesi’nin son iki filmi, ilginç bir biçimde üçlemenin her filminin, birbirinin öyküsünü anlattığı bir denklem yaratır. Life and Nothing More’da yönetmen, bir filminde oynattığı (üçlemenin ilk filmi Where is the Friend’s Home) çocuğun yaşadığı bölgede büyük bir deprem olmasından sonra oğluyla birlikte yola çıkar ve oyuncusunu bulmaya çalışır. Depremin etkisiyle viran olmuş köylerden geçerken her şeye rağmen devam eden yaşamın peşinden, bitmeyecek bir arayışın izinden gider.
Through the Olive Trees ise Life and Nothing More’un çekim sürecine yöneltir kamerasını. Bu kez depremin sarsıntısıyla yaşayan köyün, naif bir aşkın önündeki ezeli engellerin öyküsü eşlik eder kameraya. Through the Olive Trees, bazen kurmacanın en gerçek öyküden daha gerçek olabileceğini gösterir.
A Moment of Innocence (Muhsin Mahmalbaf, 1996)
A Moment of Innocence’te Muhsin Mahmalbaf, kamerayı gençliğine yöneltir. Genç Mahmalbaf’ın bir protesto yürüyüşünde bıçakla yaraladığı polis, yıllar sonra oyuncu olma hayalleriyle ünlü yönetmenin kapısını çalar. Bunun üzerine Mahmalbaf, gençliğinde yaşadığı bu olayı bir film sahnesinde canlandırmaya karar verir ve polisi gençliğini canlandıracak oyuncuya koçluk yapması için görevlendirir. Bu esnada kendisi de, kendi gençliğine ders vermekle meşgul olacaktır. A Moment of Innocence, gerçeğin katılığından kurmacanın dokunaklılığına doğru ilerler ve ani bir bitişle zihnimize yerleşmeyi başarır.
Mayıs Sıkıntısı (Nuri Bilge Ceylan, 1999)
Nuri Bilge Ceylan’ın, bir önceki filmi Kasaba’nın (1997) çekimlerini konu eden Mayıs Sıkıntısı, belgesel gerçekçiliğiyle oldukça şiirsel bir anlatımı bir araya getirerek gerçek ile kurmaca arasındaki sınırı bulanıklaştırır. Yönetmen Muzaffer, Ceylan’dan ne kadar izler taşır, onu ne kadar yansıtır, izleyiciler olarak bunu anlamamız güç; ancak Mayıs Sıkıntısı’nı iyi bir film yapan, tam da bu olsa gerek.
Film (Kerem Topuz, 2011)
Kurmacaya olan inancını tamamen kaybetmiş bir yönetmen olan Kemal Mutlu alır eline kamerayı ve hayatı kaydeder. Ev arkadaşının misafiri olarak gelen İzzet’i başrolü seçen Kemal, onunla birlikte sokağa çıkar ve film gitgide tatsızlaşır. İronik bir anlatımla kurmacanın içinde gerçeğin korkunçluğunu yansıtmayı başaran Film, belki yönetmenin öyküsünü anlatmıyor, ama sokaklardaki gerçeği ona dokunmadan gösteriyor.
This Is Not a Film (Cafer Panahi, 2011)
Hiçbir kategoriye sığmayan, belki ismini de bu belirsizlikten alan This is Not a Film, çoğunlukla belgesel olarak nitelendirilse de izleyene verdiği duyguyla bir belgeselin ötesinde yer alıyor. Yönetmen Cafer Panahi, yaptığı filmlerden ötürü ev hapsiyle cezalandırılmasının ve film çekmesinin yasaklanmasının ardından görüntü kaydeden her türlü cihazla evdeki bir gününü çeker. Bu sırada arkadaşına çekmeyi planladığı filmden bahseder, sahneleri evinin salonunda krokilerle planlar veya kapıcının peşine takılıp onunla sohbet eder. Belki burada kurmaca yoktur ve bu bir film değildir, ancak “film çekememenin filmi” olarak Panahi’nin bir günü, başlı başına binlerce anlam taşımaktadır.
Pek Yakında (Cem Yılmaz, 2014)
Listede yer alan filmlere göre oldukça farklı bir yerde duran Pek Yakında, anlatacak muhteşem bir öyküsü olan ve bu öyküyle dünyayı değiştirecek güce sahip olduğunu düşünen, fakat parası olmayanların, kısacası pek çoğumuzun tanıdığı, kendinden bildiği insanları anlatmakta. Bir filmin herkes için başka bir anlamı olabilir; kimisi için ailesine kavuşmak kimisi için rüyalarına ulaşmaktır bir film. Pek Yakında, gerçeğe yaptığı zarif dokunuşlarla oldukça samimi bir komedi ve tanıdık bir hikâye.