2004’te Polonya Ulusal Film Okulu’ndayken (LODZ) yönettiği “Marlis” adlı kısa film ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen Ozan Açıktan, 2010 yılına kadar daha çok reklam yönetmenliği ile tanınıyordu. 2010’da Çok Filim Hareketler Bunlar, 2012’de ise Sen Kimsin? adlı ısmarlama BKM projelerinin yönetmenliğini üstlenen Açıktan, birden “komedi filmleri yönetmeni” tanımıyla sinemaya adım attı. Bu, Açıktan’ın kısa filmlerini (özellikle de Marlis’i) izleyenler için üzücü bir durumdu, zira sanatsal ve estetik bakış açısıyla, akılda kalıcı replik yazmaktaki başarısıyla vizyon sahibi bir yönetmen olma yolunda ümit vadeden bir yeteneğe sahip olduğunu hissettiriyordu. İlk iki filmiyle daha çok zanaatkâr kimliğiyle ortaya çıksa da üçüncü filmi Silsile (2013) Açıktan’ı tanıyan ve takip eden insanları şaşırtmayan bir film olmuş.
Silsile, daha açılış sahnesiyle Avrupai bir sinemasal doku yakalayarak işe başlıyor. Fonda Dead Man Bones’un “Lose Your Soul” şarkısıyla açılan dört dakikalık sahnede Ozan Açıktan, reklam-klip estetiğini başarıyla yansıtarak mizansenler içerisinde verdiği ayrıntılı nüanslarla karakterlerin ruh hâlini ve aralarındaki ilişkiyi görsel-işitsel açıdan güçlü bir şekilde sinemasallaştırıyor. Açılış sahnesinde üç ana karakter ekseninde döneceğini zannettiğimiz hikâyeye bir anda çok fazla yan karakter dâhil olmaya başlayınca olaylar silsilesi gelişmeye başlıyor.
Bol karakterler geçidi eksenindeki çıkmaz odaklı hikâyesiyle ve kara komediyi temel alan yapısıyla Silsile’nin zaman zaman bir Coen Kardeşler ya da Guy Ritchie filmini andırdığını söylemek mümkün. Bu benzetmelerin yanında bir Amerikan filminden çok Fransız filmlerinin marjinal üslubunu barındırdığını söylemek ise işi daha çok çıkmaza götürecektir fakat Silsile tam da bu özelliklerinden dolayı Türk Sineması’na farklı ve yenilikçi bir soluk getirmeyi başararak dikkat çekiyor. Aşk ve dostluk kavramlarının sınırlarını sorgulayan film, bir noktadan sonra alt sınıf-üst sınıf katmanları arasında dolaşarak her iki tarafın da savunmaya geçmek için kendi yollarına başvurmasıyla hikâyenin rengini değiştiriyor. Karaköy’de yaşayan alt tabaka bıçakla, kaba kuvvetle, küfürle olayı çözüme kavuşturmaya çalışırken, sosyetik ve zengin olan taraf ise tanınmışlıklarını ve bağlantılarını kullanarak olayı bertaraf etmeye çalışıyor.
Silsile’nin fragmanını izlediğinizde Nehir Erdoğan’ın bir şarkıcıyı/fahişeyi, Tardu Flordun’un pezevengi, İlker Kaleli’nin ise fahişeye âşık olan delikanlı bir genci canlandırdığını düşünüyoruz, zira hem fragman, hem de saç – kostüm çalışması böyle bir hikâye hissiyatı ve tiplemeler yaratıyor gibi gözüküyor fakat filmin sinopsisini okuduğumuzda ya da dört dakikalık açılış sahnesini izlediğimizde bu düşüncenin tamamen yanlış olduğunu fark ediyoruz. Görünenin tam tersini uygulayıp “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” mottosu şeklinde yapılan bu ters köşe hareketinin bilinçli ya da bilinçsiz olduğu tartışılır fakat filmin geri kalanındaki olaylar silsilesinde her şeyin beklenildiği gibi sürprizsiz ilerlemesi hikâye içinde ayrı bir tezat yaratıyor. Örneğin, Amour’un (2012) güvercin sahnesini hatırlatan odadaki martı sahnesi, duygusal boyuttan ziyade İlker Kaleli’nin oynadığı karakteri evden dışarıya çıkarmak için kullanılan kara komediye yakın bir trük işlevi görüyor. Fakat filmin içerisindeki romans duygusuyla özündeki kara komedi etiketinin de pek uyumlu olmadığını söylemek gerekiyor. Ozan Açıktan, tıpkı kısa filmi Marlis’teki gibi akılda kalıcı güçlü duygusal replikler oluşturmayı başarıyor lâkin bu, bir insanın hayatta kalma çabası, statüko karşısında çaresiz bir tarafın bekleyişi gibi durumlarla karşılaştırıldığında hafif ve bazen önemsiz kalıyor.
Açıktan, Silsile’yi baştan bir aşk üçgeni / çıkmazı şeklinde tasarlasaydı muhtemelen diyalogların etkisi daha fazla olurdu fakat bu hâliyle yaralı adamın ölüp ölmeyeceğini, alt sınıf – üst sınıf ekseninde tarafların ne tür hamleler yapacağını “aşk” olgusundan daha çok merak ettiğimiz bir gerçek. Bu noktada Nehir Erdoğan ve Tardu Flordun’un ön plana çıkan düzgün oyunculuklarına karşı İlker Kaleli’nin yetersiz kalan performansına ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Açılış ve kapanış sahnelerindeki başarılı mizansenini filmin geri kalanında aynı yeterlilikte yansıtamayan Kaleli, filmin zaten tam oturmayan romans kısmında duyguyu en çok yansıtması gereken kişi olmasına rağmen inişleri çıkışları olmayan düz bir oyunculuk sergiliyor. Tiyatro sahnelerinde canlandırdığı başarılı performanslarından ve Kusursuzlar’dan (2013) tanıdığımız Esra Bezen Bilgin, baştan sona tutarlı bir şekilde sergilediği karakteriyle filme ayrı bir canlılık ve dinamizm katmayı başarırken, Serkan Keskin’in canlandırdığı karakter ise muhtemelen Bilgin’in karakteri kadar hesaplı yazılmadığından dolayı filmin ritmini ve akıcılığını sekteye uğratıyor.
Silsile, artıları eksilerine göre daha ağır basan yenilikçi bir film olarak “Türk Sineması’nda gişe filmi yapılacaksa böyle yapılsın” dedirtmeyi başarıyor. BKM için çektiği iki komedi filmini saymazsak ilk “ciddi” filmiyle 33. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin “Ulusal Yarışma” bölümünde finale kalan Ozan Açıktan, belli ki kafasındaki projeleri çekmeye devam ederse adından daha çok söz ettirecek.