Büşra (2010) ve Dağ (2012) ile Türk sinemasında muhafazakâr ve milliyetçi sulara dalıp tartışma yaratan filmlere imza atan yönetmen Alper Çağlar, bu sefer politik dehlizlerden ziyade Türk sinemasının eli yüzü düzgün aksiyon filmi çekme konusundaki eksikliğini kapatma gibi bir misyon üstleniyor.
30 yıl boyunca mafya babası Kara Cemal’in (Cüneyt Arkın) tetikçiliğini yapan Kadir Korkut (Emin Boztepe), yabancı uyruklu kör bir piyaniste âşık olunca içinde bulunduğu karanlık dünyadan ayrılmak ister. Bu durum karşısında manevi babası yerine koyduğu Kara Cemal ve onun öz oğlu tarafından ihanete uğrayıp zehirlenen Kadir, panzehire ulaşmak için altı saatte iki mafya babasını öldürmek ve sevdiği kadını kurtarmak zorundadır. Bütün olayları tetikleyen ise Kara Cemal’in ve oğlu Ferit’in ağzından çıkan tek bir cümledir: “Kızın adı ne?”
Hollywood aksiyonları yıllar boyunca imrenerek baktığımız ve “Türk sinemasında bir tane adam akıllı aksiyon filmi yapılamayacak mı?” sorusunu defalarca sorduğumuz bir alan. Bunların içerisinde Pars: Kiraz Operasyonu (2007), Kaos: Örümcek Ağı (2012) gibi vasat işlerin yanı sıra Ejder Kapanı (2010) ve Labirent (2011) gibi işçilik bakımından ülke sinemamızın üstünde sayılabilecek işler de yapıldı. Fakat bu filmlerde genelde polisiye motiflerinin öne çıkması ve aksiyon sahnelerinin çok da iyi çekilmeyen birkaç sahneden oluşması “aksiyon filmi” alanında bir türlü Türk sinemasında beklenen çıkışı gerçekleştirmedi. Alper Çağlar ise türdeki bu özlemimizi gidereceğini söylediği Panzehir’e imza attı. Yeşilçam’ın bu alandaki ustası Cüneyt Arkın’la beraber Mickey Rourke, Steven Seagal, Jean Claude Van Damme, Arnold Schwarzenegger gibi türün ustaları tarafından da tanınan ve Wing Tsun dövüş sanatında dünyanın en iyisi olarak bilinen Emin Boztepe’yi kadrosuna katarak…
Panzehir, her şeyden önce çizgi roman dokusunu anımsatan bir atmosfer kurarak işe başlıyor. Bunu yaparken de Hollywood sinemasının bildiğimiz tüm kodlarını başarıyla kullanıyor. Sert bir intikamcı / infazcı, olayların seyrini değiştiren ve âşık olunan kadın, eski dostun düşman olması, zamana karşı yarış, ana karakterin sertliğine tezat olarak yazılan espri dozu yüksek yardımcı karakter, birbirinden farklı kötü adam tiplemeleri, hikâyeyi besleyici flashback sahneleri vs.
Hollywood sinemasının bol bol kullandığı kuşbakışı çekimlerin Türkiye’de kendini uçsuz bucaksız bir “gri”liğe bıraktığını görmek şehrin kimliğini ve rengini açıkça gözler önüne seriyor. Zincirlikuyu Mezarlığı ve Kanyon gibi bilindik mekânların önünde geçen sahneler ilgiyi diri tutmakta başarılı oluyor. Belki de bu yüzden Zincirlikuyu Mezarlığı’nın önündeki patlama sahnesindeki efekt kullanımı fazlaca gözümüze batıyor. Finaldeki hesaplaşma sahnesindeki şehir atmosferinin ise daha çok renk paleti seçimine girdiğini ve Av Mevsimi (2010)’nin finalindeki griliği, soğukluğu ve tekinsizliği anımsattığını söylemek mümkün.
Kadir Korkut (Emin Boztepe) ve Elsa (Christina Gottschalk) arasındaki ilişki boyutunu, gelişen olaylar silsilesini ve bazı mizansenleri Kim Jee-woon’un A Bittersweet Life (2005)’ı ile ilişkilendirmek mümkün, zira mafya babasının sağ kolu olan bir tetikçinin âşık olduğu kız nedeniyle babası yerine koyduğu patronuyla çatışma durumu mevcut.Emin Boztepe, dövüş sanatlarının önemli ustalarından olmasına rağmen film, onun yeteneklerini Iko Uwais’in “The Raid” serisindeki gibi özgürce sergilemesine izin verecek yeterli alanı sağlamıyor. Çünkü karşımızda Ong-Bak (2003), Ip Man (2008), The Raid: Redemption (2011) gibi salt dövüş sanatları aksiyonu değil, silahlı bir intikam / mafya öyküsü yer alıyor.
123 dakika süren film Hollywoodvari tüm hamlelerden alnının akıyla çıkınca filme tuhaf bir istekle ve ilgiyle daha çok yoğunlaştığımız bir gerçek. Fakat filmde yoğun bir yer işgal eden flashback sahnelerinin drama odaklı yapısı yer yer filmin akıcılığını ve ritmini sekteye uğratabiliyor. Bu bölümlerde zaman yönetiminin daha dikkatli kullanılması filmin yararına olabilirmiş. Mafyanın içine sızdırılan “köstebek” polis karakterinin kahramanımızla birlikte hareket etmesi en başta ufak bir şok yaratıyor yaratmasına fakat polise daha sonrasında acemilik ve espri dozu yüklemek Hollywood’un ikinci sınıf aksiyon – komedi filmlerindeki “uyumsuz ikili” temasını hatırlatmıyor da değil! Kara film dokusu özellikle bu gibi anlarda ya da bir annenin türkü söylemesi, köydeki hesaplaşma gibi öyküyü yerelleştirme motifleri içeren sahnelerde kan kaybediyor, zira bunlar Batılı formdaki filmin yapısıyla pek uyuşmayan sahneler. Fakat özellikle Kadir Korkut için verilen veda yemeğindeki masanın Hz. İsa ve havarilerinin son akşam yemeği tablosuna gönderme yapacak şekilde dizayn edilip sinematografiye dökülmesi takdire şayan.
Türkçe haricinde içinde İngilizce, Almanca ve İtalyancayı da barındıran film daha önceki çoğu Türk filminde yapma ve gösterişçi duran yabancı dil konusunu inandırıcı biçimde ele alarak uluslararası boyuta taşıyor. Bunu yaparken de ara sıra The Good, The Bad and the Ugly (1966), Le Samourai (1967) gibi sinema tarihinin başyapıtlarına gönderme yapmayı ihmal etmiyor.
Cüneyt Arkın belki de yıllar sonra kendisine yakışan bir karakteri canlandırıyor. Arkın’ın gençliğini oğlu Murat Arkın’a oynattırmak ise kuşkusuz çok doğru ve akıllıca bir seçim. Fakat asıl keşfin filmde çok kısa süre yer alıp Nazik Hayri’nin (Levent Can) adamlarından Boz Seyid’i canlandıran, 2.20 boyuyla dikkat çeken kötü adam tiplemesi (figürasyon olduğu için ne yazık ki henüz adını bilmiyoruz) olduğunu söylemek gerek. Yapımcıların ilgisini çekmesi ve farklı filmlerde kötü adam rolleri için teklif alması an meselesi!
Panzehir, Türkiye dışında Almanya, Hollanda, Fransa, Avusturya ve Belçika’da vizyona girecek. Aksiyon türünde Türk sinemasında yıllardır beklenen bir işin kalite standartlarına uygun yapılması elbet desteklenmelidir. Sinemamızda bu tarz filmlerin devamının gelip gelmeyeceği de izleyicinin göstereceği ilgiyle doğru orantılı. Bu yüzden Panzehir’e vizyonda bir şans verilmesini öneriyorum.
Cuneyt arkin(fahrettin bey) karaisali ilcesine karahisar deyip durdu;bu mu Turk filmi.