Los Olvidados görüntü itibariyle, sürrealist yönetmen Luis Buñuel’in ayrıksı filmlerle dolu filmografisindeki en ”normal” filmdir.
Buñuel, sıradan insanların gündelik dertlerine değindiği filminde açlık, yoksulluk, toplumsal yozlaşma gibi temalara eğilerek düz anlamlardan ve gerçeklikten uzak filmlerinin aksine 1944 – 1952 yılları arasında etkisini gösteren İtalyan yeni gerçekçiliğinin izinden giden bir filme imza atar. Dahası, filmin ticari başarısızlığından korkarak Buñuel’e sürrealist öğelerden kaçınması konusunda baskı yapan yapımcı Óscar Dancigers’e rağmen Los Olvidados’a damgasını vuran sahnenin Buñuel’in has dünyasını temsil eden, slow-motion tekniğiyle çekilmiş eksantrik bir rüya sahnesi olmasıdır. Ancak dedik ya bu film neorealizm özellikleri taşır diye… Buñuel de Los Olvidados’la gerçekliğin son raddesine kadar varacak, gösterdiği acımasızlık, toplumsal sefalet ve kötülükle onun düşsel dünyasını çamura bulayan herkesten bir bakıma hesap soracaktır.
Film başlarken ekranda beliren not, Buñuel’in gerçeklerinin en az rüyaları kadar sarsıcı olacağını işaret eder gibidir:
”Bu film gerçeklere dayanmaktadır. Hiçbir karakter hayal ürünü değildir.”
New York, Paris ve Londra’dan belirtisel görüntülerle başlayan filmin son durağı Mexico City olur. Şehrin birkaç saniyelik genel çekiminden sonra suçun ve yoksulluğun kol kola gezdiği unutulmuş sokakların unutulmuş insanlarına çevrilir kamera. Toza toprağa karışmış sokakların çevrelediği yıkık dökük evlerde yaşayan ailelerin tek derdi o gün karınlarını doyurabilmiş olmaktır. Bir işleri varsa kadınlar gün boyu temizlik yaparak, erkekler türlü fabrikalarda ağır işler yaparak geçimlerini sağlamaktadır. Çalmaksa görev paylaşımının çocuklara ayrılan parçasıdır.
Suça ve sevgisizliğe dayalı yaşam koşullarında var olmaya çalışan çocukların dünyasına eğilen filmin merkezinde 12-13 yaşlarındaki Pedro yer alır. Birkaç yıl önce ölen babasının ardından annesi ve üç küçük kardeşiyle kala kalan Pedro, ilk bakışta mahallesindeki diğer çocuklardan farksızdır, slah evinden yeni çıkan Jaibo isimli bir gencin etrafında kümelenmiş çocuklardan biridir. O da diğerleri gibi, istediği şeyi yalnızca çalarak elde edeceğine inanmaktadır. Nitekim sevilme ihtiyacını bile bu şekilde karşılamaya çalışır. Sokaklarda serserilik yaparak canından bezdirdiği annesinin sevgisini kaybettiğini düşünmektedir. Eve uğradığı zamanlar annesinin tabağından yarısı yenmiş bir ekmek parçasını nasıl alıp kaçıyorsa, işe girdiğini, para kazanıp ona bakacağını, artık iyi bir çocuk olacağını söylediği zamanlarda da annesinden küçük seviler alıp gitmenin derdindedir. Ama bunu bile doğru düzgün yapamaz Pedro. Kim bilir, belki de sevildiğini bir kez olsun görebilse iyi bir çocuk olmaya da başlayabilecektir. Ancak ne annesi ne de Buñuel, bize ve Pedro’ya bunu sınama fırsatı vermezler. Öyle ya, Pedro’nun rüyalarında bile sevgisine dilendiği annesi tüm film boyunca onu bir kere öpecek, bir kez de kucaklayacaktır. Öpüşü oğlunu elleriyle götürdüğü nezarethanede, kucaklaması ise yalnızca Pedro’nun düşlerinden birinde…
Suçlu olduğu kanıtlanamayınca onunla ilgilenmediği her halinden belli olan annesinin kolları yerine bir çiftlik okuluna yollanan Pedro’nun burada geçirdiği süreçse, Bunuel’in gerçeküstücü anlayışının en fazla hissedildiği sahnelere olanak tanır. Temizlenip yeni kıyafetler giydikten sonra çiftlik okulunda ufak tefek işler yapmaya başlayan Pedro, hayvanları çok sevdiği için kümes hayvanlarının olduğu bölümüne yollanır. Çiftlikte düzenli olarak yemek verilmesine karşın taşıması gereken sepetten yumurta çalıp yemeye başlayan Pedro’nun bu davranışı, ona fırsat verildiği takdirde değişeceğini düşünen biz izleyicileri bile şaşırtır. Sonra genç adam kameraya bakar ve elindeki yumurtayı tam suratımızın ortasına fırlatır. Başka bir deyişle, daha ilk fırsatta onu yargılamaya yeltenen yabancı bakışlara. Pedro’nun yumurta çaldığını gören diğer çocuklar ensesinde biterler. Şikâyet edeceklerini söylerler. Birkaç itiş kakışın ardından öfkeden çıldıran Pedro hıncını Buñuel sinemasının olmazsa olmaz alegorik ifadelerinin Los Olvidados’taki temsili sayabileceğimiz tavuklardan çıkarır. Elindeki sopayla zarar veremediği çocukların yerine onlara saldırır. Zamanında annesi nasıl kümeslerine dadanan bir horozu hunharca katlettiyse Pedro da o tavukları öldürürken işte öyle canavarlaşmıştır.
Bu olayın ardından Pedro’yla bir konuşma yapan çiftlik müdürü Pedro’ya güvendiğini kanıtlamakta kararlıdır. Ona 50 pezo verip çiftliğin dışındaki bir bakkaldan bir sigara alıp paranın üstüyle birlikte geri dönmesini ister. Pedro’nun yüzüne koca bir gülümseme yayılır. Sonunda ona gerçekten güvenen biri çıkmıştır işte. Bunun bir şans olduğunun farkındadır. Pedro da, biz de yeniden umut etmeye başlarız. Filmin başında dış sesin uyarırcasına söylediği sözü unutarak büyük bir hata yapmışızdır: ”Bu filmde iyimserliğe yer yoktur.”
Buñuel, fantastik bir rüyadan gerçek dünyaya uyanmak kadar sarsıcı bir düsturla, kötülüğün sindiği yaşamlarda iyimserliğin gün yüzüne çıkması için çabalamanın yeterli olamayacağını gerçeklikten öç alırcasına resmeder. Pedro’nun nezdinde anlarız ki, bu acımasız dünyanın çocuklarının ihtiyacı olan tek şey onlara inanıp güvenecek, kollayıp sevebilecek insanlardır. Buñuel açlık gibi birincil bir güdünün tüm duygulara ket vuracağı gerçeğini ifade ederken her şey Pedro’nun ”İyi olmak istiyorum ama nasıl iyi olunacağını bilmiyorum” sözlerinde olduğu kadar açık ve acıdır. Buñuel’in gerçeklerinde, anneler bir parça et için çocuklarını kıvrandırmakta, babalar bakamadıkları çocuklarını onlara döneceklerini söyledikleri yerlerde bırakıp kaçmaktadır. Merhamet görmeyenin merhameti de kalmamıştır. Umut, her gün onu terk ettiği pazarda babasını bekleyen Küçük Göz’ün ta kendisidir ve artık herkes oğlunu terk eden babaların geri gelmeyeceğine ikna olmuştur. Çocukların taşlayarak parasını çaldığı kör bir dilenci bile yeri geldiğinde küçük bir kızı taciz etmekten kaçınmayacak, hasta bir çocuktan yemek saklamaktan geri durmayacaktır. Kör gözlerin sorumlusu bazen yalnızca açlıktır.
Meksikalı aileleri kötü taraflarıyla gösterdiği gerekçesiyle Meksika genelinde eleştiri bombardımanına tutulan Los Olvidados, uğradığı sansür ve yasaklamaların ardından bu ülkede ancak üç gün vizyonda kalabilmiştir. Yapım öncesinde ve sonrasında birçok kısıtlamayla karşılaşan Buñuel, filmini gerçekleştirirken sinemasının öz kimyasını oluşturan materyalleri filmine yedirmekten gazgeçmemiş, ağır eleştirilere rağmen filminin arkasında durmaktan yılmamıştır. Aslında bakarsak Los Olvidados’u neorealizm özelliği gösteren filmler arasında farklı ve özel kılan kimyasında da Buñuel’in sürrealist dokunuşlarının ve duygu sömürüsüne oldukça müsait hikayesini dramatize etmekten ısrarla kaçınan tavrının payı bulunmaktadır. Buñuel’in özellikle yetişkin-çocuk, başrol-yanrol ayrımı yapmaksızın bütün karakterlerini öncelikle kötücül yönleriyle ön plana çıkarma kararının bu tavrı belirleyiciliği esastır. Zira neorealizmin özündeki belgeselvari anlatımın şekil verdiği ”gerçekçi” atmosfer her ne kadar objektif bir çerçeve izlenimi verse de kötü bir dünyadaki tümüyle iyi bir karakterin bir duygu süngeri işlevi görebileceği konusu çoğu zaman görmezden gelinir. Bu bakımdan, şartlar yüzünden daha çok kötülüğe bel bağlayan karakterleriyle Buñuel’in bu akıma sağlam bir eleştiride bulunduğu da pekala iddia edilebilir.
Cannes Film Festivali’nde Buñuel’e En İyi Yönetmen ödülünü kazandırıp dünya çapında büyük bir başarı elde etmesinin ardından sinemalara şaşalı bir dönüş yapan Los Olvidados, bugün Meksika sinemasının temel parçalarından biri olarak anılmaktadır.
Los Olvidados filminin Sinema Odalarımızdaki tanıtımı için BURAYA tıklayabilirsiniz.