“Anaç mı?
Seni toplayan, saran ve kendine ihanet pahasına kollayan mı?
Senin için kendinden vazgeçen mi?
Ya da kendinden vazgeçmek için seni araç kılan mı?
Karar veren mi? Senin adına karar veren mi?
İkiniz adına kararlar verip, sonra sen kararlara uymadığında oyunu bozan götü borazan olarak algılandığın bir ilişki mi..?”
Geriye Kalan (2011) filmiyle 48. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004) filminin de yardımcı yönetmenliğini yapmış olan Çiğdem Vitrinel’in son filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku(2014), Aralık ayı itibarı ile sinemalarda. Edebiyattan sinemaya yapılan uyarlamalar hakkındaki zihin açıcı tartışmalardan şimdilik imtina ederek, yapımın İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, rüzgâra asılıp Tophane’ye inen bir İlhami Algör romanı olduğu bilgisini de eklemek gerek. Kitap, filmin vizyona girmesini takiben bu hafta yeniden basım ile İletişim Yayınları’ndan raflarda yerini buldu. Birçok uyarlama sinema yapımında olduğu gibi, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku senaryo metninde aslını muhafaza etmiş değil. Yeni yan karakterler farklı noktalarda kurguya dolgular yapıyor ve filmin vaat ettiği fikri tamamlamaya, ona hizmet etmeye çalışıyor.
“Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen, pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim, hem biraz sokulgan hem alıp başını giden, hem çapkın hem sadık…”
Filmin açılış sahnesi, bizi davet ettiği meselesi ile ilgili bir giriş yaparak sorunlu, dolayısıyla da var olmayan bir ilişkinin göbeğine koyar. Yazar adayı ve belli zamanlarda DJ’lik yapan Arif (Erdal Beşikçioğlu) birlikte yaşadığı sevgilisinin, onun yoksunluğu ile ilgili dışarının bakışı üzerinden sorgusuyla karşı karşıyadır: “İşyerinde arkadaşlarım, bir sevgili bul diye dalga geçiyorlar benimle…” Bu durum Arif’in ne isteyebileceği sorusu ile ilgili karşımıza çıkan ilk barikat olur. Sevgilisinin “yanımda işin ne senin”ciliğe getirdiği bu serzeniş, çabalamanın işe yaramayacağının çünkü çabaladığımız ilişkide bir şeylerin yolunda gitmediğinin de solgun bir resmi gibi. Hem zaten ilişki mi, aşk mı…?
Aşk yoktur, o sebeple Arif de yoktur. Sınırlarını kuşatan bu beraberlikten fazlası için cümleler biriktirmiştir. Romanının başkahramanı bu cümlelerde doğan bir kadındır. Zamansız, hayat yükünden sıyrılmış, gerçek ve hayalin nerede birbirine karıştığını umursamayan, kendisi için var olan biridir, Müzeyyen’dir (Sezin Akbaşoğulları). Arif’in aradığı her şey ondadır. Bir gün bırakıp gidebileceği ihtimali bile ondadır. Oturduğu sokak kahvesinde erkeklerin kadınlara dair beklentilerini sıraladığı sahnede bir efsane yaratımına tanıklık ederiz. Erkek dilinin kadını yeniden yaratım sürecine soktuğu bu an, dilin hiç olmadığı kadar “sevimli”leştirildiği bir söylemle, yaratılanın sorunlu bir efsane olduğuna tanıklık etmemiz açısından filmin bonuslarından. Bu üretimin ardından yönetmen Vitrinel’in, bir biçim arayışı olarak filme kattığı en yaratıcı anlatım kendini göstermeye başlar. Arif, yakın arkadaşlarının evlilik merasimlerinde tasarlamaya çalıştığı kadınla, Müzeyyen’le karşılaşır. Anlatım olanaklarının gücü bu andan itibaren seyirciyi “Müzeyyen gerçek mi, Arif’in zihninde mi” merakıyla baş başa bırakır. Yarattığı bu ritimde en ufak bir falso vermemeyi de başarır.
“Bizim buralarda kadınlar ayıp/günah/yasak üçgeninde sıkıştırılmış vaziyettedir. Ama öyle görünüyordu ki, Müzeyyen bu üçgeni çoktan yırtmış, yerine bir şeytan üçgeni yaratmıştı…”
Bu andan itibaren aşk da Arif için, kurgulanabilir bir kavram olarak pratiğe dönüşmeye başlar. Düşlediği kadının sürekli arzulanabilir kalması, onun kendisiyle arasına koymayı başardığı uzaklığa bağlıdır. Müzeyyen tam da bu mesafenin kendisidir Arif için. Ona atfettiği bağımsızlık, bir başınalık, erotik hayatındaki talepkârlık, “bir gün bırakıp gidebileceği” endişesiyle birlikte yavaş yavaş ele geçirmeye başlar Arif’i. Dışarıda bıraktığı tüm olasılıklar (kadınlar), Müzeyyen’in ifade ettiği şeylerin tutarında evcilleşmeye başlar. Arif’in Müzeyyen’in evine yerleşmesiyle mekân, bir varoluş biçimine dönüşür. Artık aşk, tüm zamanların ruhunu kuşanmış “ilişki” biçimiyle sırat köprüsünden geçmeye hazırdır.
“Market alışverişiyle, akraba ziyaretiyle aşk olmaz! Aşk ile ilişki aynı şey değildir.”
Bununla birlikte Arif’in yazar kimliği, film boyunca seyircinin yakasını bırakmaz. Bir zihnin içinde mi geziniyoruz yoksa gerçeğin görünürlüğünü mü sınıyoruz? Bu soru, aşk ile ilgili fikirlerimizi sorunsallaştıracak bir göstergeye dönüşür. Bir mekân olarak ev, dolap çekmecelerindeki fotoğraf albümleriyle, banyo dolabındaki tıraş köpüğüyle ya da sokak kapısına iliştirilmiş “geldim, yoktun” notu ile, ilişkilerin her zaman gereksinim duyduğu “üçüncü kişi”nin bilgisini görünür hâle getirir. Böylelikle kim olduğunu hayallerle biçimlendirdiğimiz “o” nun gölgesi, hem Arif’in hem de seyircinin üstüne düşmeye başlar.
Öte yandan Arif’in yetişkin bir erkek olmakla ilgili meseleleri de vardır. Ünlü yazar Burak’ın (Ege Aydan) ifade ettiği her şey, Arif’i bir bakıma kastrasyona uğratır. Onunla ilgili öğreneceği gerçekler tarifsiz bir iç sıkıntısına sebep olurken, kendini Müzeyyen ile olan ilişkisinde de yeniden tanımlamak zorunda kalır. Yazar Burak, Arif’in kendilik değerini onun üzerinden sınadığı güçlü bir figür. O da seyircide en az Müzeyyen kadar “gerçek mi değil mi” şüphesi yaratır. Ancak daha önemlisi Arif’in, içinde kendini gördüğü parlak ve derin bir aynanın ta kendisidir Burak.
“Seninle bir ilgisi yok. Bitti. Sadece bitti…”
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, kent soylu bir aşk okuması. Orta-üst sınıf açmazlarını daha görünür kılan yan okumaları da mümkün kılıyor elbette. Bu minvalde Pet Shop Boys’un “Love is a Bourgeois Construct” adlı parçasını da anlam olarak bir parça tartışılır hâle getirebiliyor. Filmin isminin vaat ettiği tutkunun, metne sirayet edip etmediği de tartışmaya açık bir durumda. Ancak yönetmenin Arif’in iç sesini dışlaştırmada kullandığı görsellik ve görüntü yönetmeni Vedat Özdemir’in her şeyin bir rüya olabileceği hissini uyandıran atmosfer yaratımı, Müzeyyen’in babaannesinin bir gösterge olarak metinde sebep olduğu o mühim çözülme ve Burak’la Arif’in erkekler tuvaletinde karşı karşıya geldiklerinde aralarında geçen o unutulmaz konuşma filmin anlatım gücünü etkili kılan unsurlar. Öte yandan metni hâkimiyeti altına alan tutku, erotik anlamda duygunun, bedenin, acının ya da hazzın yarattığı atmosferi tamamlayacak güçlü bir dile sahip değil. Bu yoksunluğun yarattığı eksiklik, filmin müziklerini ve film müzikleri albümünü hazırlayan Harun Tekin’in tercih ve yorumlarıyla tamamlanıyor.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, derin okumalar vaadinde bulunmayan ancak yine de aşk ve ilişkiler üzerine zihin açıcı pratikler öneren romantik bir komedi. Sezin Akbaşoğulları’nın ve Erdal Beşikçioğlu’nun (müthiş karizmasını unutmayalım) başarılı oyunculukları, yan karakterlerde Derya Alabora, Ege Aydan ve Azize Tan’ın (İKSV Uluslararası İstanbul Film Festivali Direktörü) performansları ile de etkili bir dil yakalamayı başaran 2014 yapımlarından aynı zamanda.
*Bestesi Muzaffer Özpınar’a ait bir Zeki Müren şarkısı.