Bir toplumun üzerindeki tarihi kara lekeler, bazen bir tablo olarak, bazen kelimlere dökülerek, bazen de beyazperdeye yansıyarak ”yaşamaya” devam eder. Bizim için ise en önemli nimet, bu olayları hem birebir yaşayıp hem de hayatını sanatı ile harmanlamış insanlardan dinlemektir diye düşünüyorum. Daha önce de Kamboçya halkının 1975-1979 yılları arasında maruz kaldığı soykırım günlerini S-21, la machine de mort Khmère rouge(2003) ve Duch, le maître des forges de l’enfer (2011) belgeselleriyle beyazperdeye aktaran Rithy Panh, bu sefer daha kişisel, daha çarpıcı ve her noktasıyla daha özgün bir yapıma imzasını atıyor. 66. Cannes Film Festivali’nde ”Belirli Bir Bakış” ödülünü kazanan ve 86. Oscar Ödülleri’nde ”Yabancı Dilde En İyi Film” dalında aday olma şansı bulsa da sessiz sedasız geçip giden The Missing Picture(2013), kendi adıma 2013’ün en iyi filmi olan The Act of Killing (2013)‘in bende bıraktığı güçlü etkiyi, kendi üslubuyla bu yıl için devralmış gözüküyor. Hikâyenin geçtiği zamana ait görüntülerin yanı sıra karakterlerin ”kil”ler aracılığı ile resmedilmesi, tüm o rejimin insanlardan maddi-manevi götürdüklerinin çok daha karanlık bir portre oluşturmasını sağlıyor. Öyle ki, filmi izlerken o jest ve mimiksiz yüzlerle kendimin bile bir kile dönüştüğünü hissettim! Totaliterleşen her rejimin ise artarak insanlar üzerinde kurduğu menfi akıbetleri, beni oturduğum koltuğa adeta yapışarak izletmeyi fazlasıyla başardı. The Missing Picture(2013), sağlam bir belgesel olmasının yanı sıra çok da güçlü bir büyüme, olgunlaşma filmi; geçmişindeki eksik kalanları arayan bir çocuğun hikâyesi… Yönetmenin de deyimiyle: ”Bir tarafta şimdiki yetişkin halimi temsil eden ciddi bir dış ses, öte yanda çocukluğumu hatırlatan kil figürler.”[1]
[1] Nando Salvá, Rithy Panh ile Röportaj http://film.iksv.org/tr/festivalgunlugu/904