Çocuklar arasındaki akran zorbalığını konu alan The Plague‘in yönetmeni Charlie Polinger, filmde birçok insanın kendinden bir şeyler bulabileceğini söylüyor.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Charlie Polinger’ın üstlendiği The Plague filmi bugün (24 Aralık) ABD’deki seçili sinema salonlarında vizyona girdi. Film, tamamı erkeklerden oluşan bir su topu kampında, sosyal kaygılar yaşayan 12 yaşındaki Ben’in yaşadıklarını anlatıyor. Ben, akranları tarafından “The Plague” adını verdikleri sözde bir hastalıkla damgalanarak zorbalığa uğruyor. Başlangıçta bir oyun gibi görünen bu suçlama, zamanla ciddileşiyor ve oyunla gerçek arasındaki sınırlar giderek belirsizleşiyor.
Variety’e konuşan yönetmen Charlie Polinger, COVID’e yakalandıktan sonra çocukluğunun geçtiği odada karantinaya girince günlüklerini okumaya başladığını ve insanlara dair anılarını yeniden hatırladığını aktarıyor. “Bu günlükleri okurken, beni uzun zamandır gömdüğüm bir döneme geri götüren duyusal bir portal gibiydi. Çok yoğun, içsel ve bunaltıcıydı” diyen Polinger, gösterimlerden sonra insanların yanına gelip kendi deneyim ve kişisel hikayelerini anlattığını söylüyor.
Kolektif İradeye ve Toplumsal Yapılara Eleştiri Niteliğinde
Dürüst ve kişisel bir şey yapıldığında genellikle o şeyin daha büyük politik anlamlara karşılık geldiğini belirten Polinger “Zorbalığın nasıl işlediğine, sosyal hiyerarşilerin nasıl kurulduğuna ve mitlerin nasıl yaratıldığına dair dinamikler var. The Plague bir bakıma bir mit. Başta çok aptalca bir oyun ve saçma bir şaka; kimse ciddiye almıyor. Ama herkes ciddiye almayı seçtiğinde, herkes bunu yaptığında, kolektif irade sayesinde giderek gerçek bir şeye dönüşüyor” diye aktarıyor.
Şakayı başlatan Jake karakterine atıfta bulunan Polinger, o karakterin kışkırtıcı bir lider olduğunu ve etrafındaki insanların o karaktere uyum sağlamak istediğini ifade ediyor. Jake gibi bir liderin onayına sahip olmamanın korkutucu olabileceğini söyleyen Polinger, “Çünkü çok karizmatiktir ve dışlanan kişiyle alay ederek diğer herkesle bağ kurar. O kişi olmak istemezsin. Oyunun kurallarına uyarsın ve bir anda o kurallar kristalleşir. Bence bu paradigma daha büyük toplumsal yapılar, politik meseleler…genel olarak otoriterlik için de geçerli.”
Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard seçkisi kapsamında prömiyerini yapan filmin Türkiye’deki vizyon tarihi henüz bilinmiyor.























