Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü alan Cristian Mungiu, Romanya’da gelecek kaygısı içindeki toplumun çırpınışlarını tartışma zeminine taşıyor.
Romeo Aldea, Romanya’da küçük bir dağ kasabasında yaşayan saygın bir doktordur. On sekiz yaşındaki kızı Eliza’nın, pek de gelecek vaad etmediğini düşündüğü Romanya’dan ayrılıp İngiltere’de okumasını ister. Elbette bu noktada Romeo’nun düşüncelerini anlayabilmek için Romanya’nın geçirdiği süreci ele almalıyız.
Mungiu’nun filmi, Çavuşesku’nun dikta yönetiminden yirmi beş yıl sonrasında toplumun ruhunu yansıtan gerçekçi ve minimal yapıda bir eser. Romeo, Avrupa’da okuduktan sonra devrim gerçekleşince umut içinde ülkesine dönmüştür. Fakat film, Romanya’da demokrasinin sallantılı bir zeminde inşa edilmesinin, günümüze yansımalarını ele alıyor. Rumen yönetmen, yolsuzluk ve geleceğe karşı duyulan güvensizlik nedeniyle toplumun bu eski komünist ülkeden göç etme isteğine değiniyor.
Romeo’nun söylediği “Kızımız, bizim yaşadığımız hayatı yaşamasın” oldukça düşünceli ve iyi niyetle kurulmuş bir cümle olarak görülebilir. Kızı için hayal kuruyor fakat Eliza’nın isteklerini göz ardı ettiği açık. Burada amaç ve aracın yer değiştirdiğini söyleyebiliriz. Romeo, Eliza’nın sahip olduğu şansı istiyor. Tüm motivasyonu ülkeden ayrılmak olan “fedakar” baba, kendi hayallerini kızının üzerine inşa etmiş durumda ve film boyunca bu emel uğruna yaptıklarını seyrediyoruz. Kısaca; Romeo kızını kurtarmak istediği sisteme entegre olarak amacına ulaşabileceği yolları seçiyor.
Romeo’nun seçiminin değerini belirleyen sebep aslında eylemin üreteceği sonuçtur. Sonuç odaklıdır ve ona göre bu yolda her şey mübahtır. Etik teorilerine göre sonuçsalcılık olarak tanımlanan bu durumda; böyle bir ahlakı benimsemiş bir kimse amacına erişmesinde yönetimsel bir engel görüyorsa bu engeli yolsuzlukla/ rüşvetle aşmanın doğru bir tutum olduğu konusunda kendisini ikna etmekte zorlanmayacaktır. Oysa deontolojik ahlak da amaçlar kadar kullanılacak araçların da toplumca meşruiyetinin toplum tarafından kabul edilmesi gerekir.
Bu ahlaki ikilemin hikâyeleştirilmesi, Cristian Mungiu’nun farkını ortaya koyuyor. Yolsuzluk pek çok ülkede var olan bir sorun olmakla birlikte ilişkiler ağına dayalı bir toplumda gelecek kaygısı yaşayan ve hayal kırıklıklarından ötürü mücadele edecek gücü bulamayan insanlar, bireysel çözümlere yöneliyor. Daha iyi sosyal şartlara sahip ülkelere göç etmek gibi. Bu bağlamda Mungiu, “bireysel çözümlerle toplumların değişmesini nasıl bekleyebiliriz?” sorusunu sosyal bir mesele olarak dert edindiğini bir röportajında paylaşır.
Çürüyen bir toplumu tasvir eden Mungiu, yine de gelecek nesilden umudunu kesmemiş olacak ki Graduation oldukça mutlu bir sonla bitiriyor. Nitekim, Eliza’nın nerede yaşamak istediğini film seyirciye göstermiyor fakat dürüst bir yaşamı seçtiğini anlatıyor.