29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj kategorisinde yarışan Yaban filmi hakkında Tareq Daoud ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
İyi okumalar…
Hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yaptığınız The Staff Room (2009)’dan sonra Yaban (2022) sizin ilk uzun metraja sahip olan filminiz. Üstelik bu yıl Adana Altın Koza Film Festivalin’de yarışma şansı bulan bir yapım oldu. İki film arasında oluşan bu uzun sürenin özel bir amacı var mıydı, Yaban filmi neden bunca yıl bekledi?
Aslında istemeden oldu. Çünkü The Staff Room’dan sonra başka işler de yaptım. Mesela 2006-2011 yılları arasında Küba’da bir belgesel yayımladık ve ardından Türkiye’ye taşındım. Bu süreçte iki çocuğum dünyaya geldi. Yani üzerinden zaman geçti ve bir sürü şey yaşadım. Macera dolu bir dönemdi benim için ve başka şeyler de yapma fırsatı buldum. İstanbul’da iki küçük sergi gerçekleştirdim, ama çok uzmanlık aramıyordum yaptığım işlerde. Hayatım boyunca her şey ile ilgilendim; biraz kurgu, biraz kameramanlık, biraz fotoğrafçılık, biraz çağdaş sanat gibi çok naif denemeler gerçekleştirdim.Yaptığım şeyleri severek yapıyorum. İsviçre’de film atölyeleri ve yönetmenlik de yaptım ama bu filmin gecikmesi için bir bahane değildi. Toplam süresi tam net olmasa da altı yıl kadar sürdü diyebiliriz. Yani bu süreç ilk film için nadir bir şey değil ama çok beklenmedik şeyler yaşadık. En az iki yıl covid yüzünden her şey ertelendi, kurgu süreci de normalden daha fazla sürdü. Yaratıcılıkla ilgili sebeplerden dolayı bütün alt yapıyı değiştirdik ve yeni bir hikâye oluşturduk. Filmde iki bakış var. Claire ve çocuğuyla başlıyoruz. Daha sonra kaçakçılarla tanışıyoruz ve hikâyeyi birleştiriyoruz. Aslında itiraf edeyim senaryoda böyle bir şey yoktu. Hepsi kurgu masasında planlandı. Bunun nedenlerinden biri filmin ilk filmim olmasıydı ve ben de hâliyle hatalar yaptım. Bazı sahneler akmıyordu, istediğim gibi olmadı. Çekim süreci zor bir dönemdi. Bazı sahneleri kestik, bu şekilde yeni bir şey tasarladık. Aslında sadece hata diyemeyiz ben de bu filmde biraz deneysel bir şeyler yapmak istedim. Tabii ki bir videoart değil ama bazı sahneleri son dakikada hazırladım. Mesela dere sahnesini biraz lirik bir anlatımla göstermek istedim. Tam anlamıyla ne olacağını bir gün öncesinden kararlaştırdım. Çünkü emin değilim, yani bu durum vardı ama bu ne; bu kadın tam olarak ne söylemek istiyor, ben ne anlatmak istiyorum tabii ki biliyordum. Ancak seçenekler çok fazlaydı. Ben de içlerinden birini anlık gelen ilhamla kararlaştırdım. Son iki yılda pandemi sebebiyle postprodüksiyon aşamamız ertelendi. Üstelik ortak yapım olduğu için bir parçası İsviçre’de bir parçası Fransa’da yapıldı. Ses miksajı ve filmin kurgusu çevrimiçi bir şekilde tamamlandı. Bütün bu yapım süreci normalin iki üç katı kadar uzadı ama gerçekten keyifliydi. Ben hayatımda her zaman mutlu bir insanımdır, iyimser biriyimdir. Yaşadığım her şey, her zorluk bana bir şeyler öğretir. İlk aşamada senaryo geliştirme çalışmalarımız 1,5 yıl kadar sürdü.
Ve evet bu normal bir şey. Ardından Claire için Amira Casar ile görüştük. Filmde ana rol çok önemli. Evet tabii ki çocuk karakteri de çok önemli ama hem oyuncuları bulmak, hem doğru kişiyi seçmek, onları ikna etmek çok zordu. Claire çok kültürlü, zeki bir kadın. Yüksek burjuvaziden gelen ve operaya, sinemaya, tiyatroya giden entelektüel bir insan. Bir şekilde bu karakterin mensup olduğu sınıfa yakın bir oyuncu bulamamız gerekiyordu. Amira ile ortak referanslarımız vardı. Mesela ben eski Yunan tragedyalarını çok seviyorum. Amira da klâsik hikâyelerle ilgileniyor. Aslında Yaban (2022), Medea tragedyasından geliyor. Tabii sadece öykünme olarak ele alıyorum. Medea ve Yaban birbirinden çok uzak bir ilham, ancak benim için başlangıç noktası buydu. Dolayısıyla Amira ile iyi anlaştık. Estetik bir hedefimiz vardı ve çok hevesliydik. Bu gibi nedenlerle her şeyin istediğimiz gibi olması çok uzun sürdü.
Yaban aslında alıştığımız kodları içinde barındıran bir kadın hikâyesi. Yan anlatımda tasarlanan erkek karakterler Claire kadar güçlü değil. Claire’i oluştururken nasıl bir karakter düşlediniz? Çünkü Claire bir kadın olmanın ötesinde çocuğu için mücadele eden bir anne aynı zamanda.
Evet haklısın. Claire’i nasıl düşlediğimin cevabı aslında köklerden geliyor. İlk söylediğim gibi Medea trajedisi Claire’e öncü oldu. Medea da güçlü bir kadın ama bu orantısız bir güç. İkinci olarak da ben kendimi seyircinin olduğu yere konumlandırdığım zaman böyle güçlü kadınları izlemeyi seviyorum. Gerçek hayatta da kurgusal hayatta da böyle. Mesela bazı esas kadın karakterler de aslında bahsettiğim gibiler. Hem kırılgan hem güçlüler. Dengede duran karakterdeki rolleri çok seviyorum. Bunun başka bir sebebi psikalanizle alakalı. Çocukluğumdan gelen bir şey bu. Mesela annem hem çok güçlü hem de kırılgan bir kadındı. Tıpkı Medea ve Claire gibi… Biz Afganistan’dan göç ettiğimizde, annem çok zorlu şeyler yaşamıştı. Ben henüz çok gençtim. Hâl böyle olunca anneme benzeyen karakterler her zaman ilgimi çekiyor. Hayatımda benzer trajediler gördüm ve annem benimle konuştuğu zaman onun içinden geçenleri bir şekilde hissediyorum. İlk filmim için böyle güçlü bir hikâye istiyordum. Sonunda da en güçlü şeylerden olan ölüm ve aşk temasını uygun buldum. Ölümü getiren bir aşk ya da ölüme kadar giden bir aşk. Yani kesinlikle çok sert bir şey bu. Ben de bu duyguyu anlatmak istedim. Dolayısıyla benim için Claire biraz evrensel bir figür. Türkiye ya da Avrupa çok umrumda değil açıkçası, çok ilgilenmiyorum. Öte yandan filmde mesela operaya giden kadınlar, aydın kesim Türkiye sinemasında görülen kitleye göre daha az bir kitle belki, ama Avrupa’da Claire’in motivasyonu açısından daha benzer davranışlar var. Ana sebeplerini anlatabildim mi? Dolayısıyla Claire’in güçlü ama aynı zamanda da kırılgan olmasını istedim. Çünkü sonuçta trajedi budur. En trajedik figürün bile iki boyutu vardır. Eş zamanlı olarak hem o figürden korkarız hem de onun için üzülürüz. Onun gibi bir şey yani. Claire de böyle biri, böyle bir karakter. Anne olma konusuna gelirsek, bence alıştığımız kodları içinde barındırması bağlamında biraz fark var. Çünkü Claire’in anne sevgisi ve anne şefkati belli değil, sert biri yani. Bu şekilde o bana yeni bir bakış açısı getirdi, sıradan bir şey değil. Çünkü anne sevgisi bir efsane değil ama o kadar evrensel bir şey de değil. Bazı anneler çocukları sevmeyebilir. Claire mesela çok iyi koruyor çocuğunu, ama bu durum davranışlarına başka şekilde de yansıyabiliyor. Mesela filmde geçen saç tarama sahnesinde de farkedilir bu.Claire, kızı Sabrina’nın saçlarını olması gerekenden fazla sert bir şekilde tarıyor. Yani Claire’in içinde bir şekilde şiddet güdüsü var. Benim için bu film aslında, bir kadının yavaş yavaş baskı altından kurtulma sürecine giden bir yolculuk. Dıştan içe dönüşü planlayan bir süreç. Daha subjektif ve fantastik bir anlatısı var. Aslında rüya görmek gibi bir atmosfer taşıyor. Çünkü ilk andan itibaren düşünüyoruz, Claire ile yakınlık kuruyoruz. Çünkü o ana karakter olduğu için hakkında daha fazla ayrıntı görüyoruz, aynı zamanda daha yakın hissediyoruz. Çünkü düşmanları dışarıdan geliyor. Polisler, kaçakçılar, erkekler, hayvanlar hepsi dış etkenlere bağlı tehlikeler. Bütün dünyası bir anda tehlikeyle dolmaya başlıyor. Yavaş yavaş anlıyoruz ki Claire’in aslında birçok düşmanı var, ancak içindeki düşman daha büyük. Bu durum hiçbir şekilde kadın ya da erkek olmakla alakalı değil, biraz daha bireysel sıkıntılardan kaynaklı. Sonuçta bu film bir deneme gibiydi. Claire, sıradan ama biraz daha çatırdamaya maruz kalmış biri. Bir insan olağanüstü şartlar içinde nasıl tepki verir? Bunu sorguluyoruz. Tabii ki önceden bir sıkıntısı varsa bu hissedilir, ancak Claire yavaş yavaş baskı ve umutsuzluk yüzünden patlama noktasına geliyor ve sonuçta trajedi yaşıyor. Bir insanı tanımak için onu tam tersi şartlarda gözlemek gerekiyor. Mesela eski zamanlardan tanıdığım bir kadın Kabil’de Sovyet işgali döneminde çocuğuyla birlikte hapishaneye atılmıştı. Berbat bir durum. Yıllar sonra söylediği bir söz var: Ben yetişkin bir kadınım ama çocuğuma ne olacak? Onu bu kötülüklerden korumak, hapishaneden kurtarmak için öldürmeyi bile düşünmüştüm.” Bu boşluk, bu dram hâlâ bir anne için çok zor ve ilginç bir şey. İşte bu üç nokta çok önemli; Medea, güçlü kadınlar ama aynı anda da oldukça kırılgan olan kadınlar. Bu tarz aile hikâyeleri, savaş hikâyeleri beni bu temaya getirdi: Ölüme kadar sevmek. Biraz arabesk esasen ama gerçekten böyle bir şey var.
Anne demişken, elbette kültürel farklar açıkça filmde görülüyor. Claire, Avrupa vatandaşı bir kadın. Film her ne kadar yaban bir ortamda, ıssızlıkta geçse de bizlerin görmeye alıştığı Anadolu insanlarından çok farklı bir kadın Claire. Ama sanki biraz ülkelerarası deformasyona uğramış gibi.
Tabii bunun belli bir cevabı yok ama bence böyle insanlar hiçbir yerde mutlu olamayacaklardır. Çünkü içsel sıkıntılarla hayat boyu yaşamak çok temel bir durum. Claire karakterinin içinde bir boşluk var. Bazen insanlar bu boşluktan dolayı depresyona girebiliyor ve onu doldurmak çok zor oluyor. Bazı ilişkilerini iyileştirmekte zorluk yaşıyorlar. Sırf boşluk hissinden kurtulmak için ilişki yaşıyor ya da çocuk yaparak kurtuluşa ermeyi düşünüyorlar. Ancak hiçbir şekilde bu boşluğu dolduramıyorlar. Çünkü bu şekilde boşluk doldurulmaz. Sonra diyelim ki çocuk doğuyor, biraz yüzeysel bir şekilde her şey mükemmel gibi görünüyor. Claire’in yaşadığı yer Türkiye, Yunanistan, Rusya ya da başka bir yer de olabilirdi ama bence tamamen sıkıntısı kendisiyle ilgiliydi. Kültürel farklar tabii ki var ama önceden de söylediğim gibi daha sınıfsal şeyler. Claire ve operaya giden entelektüel kişiler… Mesela bunlar benzer insanlar. Çok paradoksal şeyler de var. Claire Avrupa vatandaşı olsa da başka kökendeki insanlarla kaçmak istiyor. Evet, Claire farklıydı, zengindi, varlıklıydı ama bir anda her şey bozuldu, gerçekliği kaybetti. Çünkü paylaşmayı sevmiyor. Kızı Sabrina’yı babasıyla bile paylaşmak istemiyor, her şey onun olsun istiyor. “Bu film çok siyasi bir tutum sergiliyor, feminist bir film değil.” Dediklerinde bence de feminist olma gibi bir motivasyonu yok. Medea’ da bir şekilde hem feministti hem de değildi diyelim. Daha çok insan olmakla ilgili bir şey bu. Bazıları farklı nüanslar alıyor, cinsiyetinden dolayı gelen, beklenen nüanslar. Ancak Claire’in ruhsal sorunları var. Sonuçta çok farklı bir kadın ve bu çevreyi hiç bilmeyen biri. Özellikle de orman önemli bir simge oluşturuyor çünkü bu yaban dediğimiz şey sadece coğrafyayla ilgili bir konum değil. Claire’in içindeki yabanı, yabancı güçleri konu ediniyor.
Biraz daha ana karakter Claire üzerinden gitmek istiyorum. Claire’in geçmişten gelen bir anne travması var bu bariz bir şekilde kendini hissettiriyor. Bir yandan dünyanın en iyi annesi olmak istiyor; ancak nasıl iyi bir anne olunur bilemiyor. Belki de eşiyle ilgili sorunlar yaşadığı için “kendi bakış açısıyla” iyi bir eş olmayı da pek başarabilmiş görünmüyor. Çok fazla dişilikle iligili enerjisel bir tıkanıklığı var. Claire neden ideal bir kadın olmayı bu kadar çok arzuluyor?
Bunu anlatmak çok zor ama yine de Claire’in içindeki boşlukla büyük bir ilgisi var. Bununla yaşamak en dertli şeylerden biri. İçinde bulunduğu durumu sonlandırmak zorunda. Claire, bambaşka bir insan olsaydı da çocuk yapabilir, anne olabilirdi. Bu tarz insanların çoğu bir şekilde sahte hayatlar kurabiliyorlar. Ayrıca filmde Claire’in eşi hakkında çok az bilgimiz var. Benim için Claire’in kocası sadece onun korkularından ibaret birisi. İyi ya da kötü bir insan da değil. Biliyorsun, bazı zengin insanlar daha üst sınıftan insanlarla birlikte olmayı arzular, bu onlar için ödül gibi bir şeydir. Ben kendi çocuğunu öldüren anneler hakkında klinik bir araştırma yapmıştım. Bu konuyu ele aldığımızda anneler hakkında bazı ortak semptomlar buldum. Anneler o psikoloji noktasına farklı sebeplerden dolayı gelebiliyor. İncelediğimiz zaman, anneler fiziksel olarak bakımlı ve çok iyi görünüyorlar, her şeyi kontrol etmek istiyorlar. Böyle insanlar, sadece kadın olmak zorunda da değil, içlerinde erkekler de var. Benzer insanlar tanıyorum hepsinde kontrol etme takıntısı var. Neden? Çünkü her zaman, her şeyi kontrol edemezsin. Oysa bir şeyden yüzde yüz eminim: Şiddet her zaman güçsüzlükten gelir. Yani güçsüz olmak sadece fiziksel bir şey değildir. Psikolojik olarak da güçsüz olabilirsin. Claire, kendini korumak için, içindeki sırları saklamak zorunda. Bunu öz savunma olarak yapıyor. Yani sınıfsal bir şey bu. Her şey önce mükemmel gibi gösterilir, bu da öğrenilmiş bir davranıştır. Aileden gelebilir yani. Belki eşi açısından iyi bir eş olmayı başaramamış da olabilir. Çünkü kocası hakkında bir şey bilmiyoruz, çok fazla detay görmüyoruz. Claire’in doldurulamayacak boşluğuyla ilgili bir tıkanıklık var. Başka bir şekilde söyleyebilirim ki bu karakterin bir anne eksikliği de var. Benim hipotezim muhtemelen bir anne ya da direkt olarak anne-baba sevgisi görmemiş olabilir. Çok sevgi dolu bir çevreden gelmiyor. Kuşaklararası bir aktarım bu. Mesela bir soykırımdan sonra bazı travmalar dededen toruna geçebiliyor. Mutasyona uğruyor belki ama bir şekilde çözülmemiş şeyler devam ediyor. Claire ve annesi arasında ne oldu bilmiyoruz. Belirtebilirdim ama bilerek değinmedim. Çünkü herkes düşüncelerini aktarabilir. Yönetmen olarak tek bir cevap veremem. Neden yaptı, eşi nasıldı bilemem, ama tek bir şey söyleyebilirim ki her şeyin mantığı vardı. Demek ki büyük bir arka planı var. Uzun bir geçmiş yazdım, hepsini sildim. Bazı izleriyse isteyerek bıraktım ve bence bu küçük izler tam tadında oldu. Yani az biraz daha koysam çok anlamsız oluyor, biraz daha fazla olsa çok saçma bir şey oluyor. Tam bu denge noktasına varmaya çalıştım. Oldu ya da olmadı, bilmiyorum. O siz eleştirmenlere kalmış.
Sabrina’nın uzun saçları film boyunca ilgi odağımız oldu. Bence uzun saç kendisine çok yakışıyor. Ancak annesi onun bu görünümünden pek memnun değil. Kültürel kodları ele alırsak birçoğumuzun ilk imajlarında Fransız denildiğinde Godard’ın ve Truffaut’nun çalıştığı isimler gelir. Jean Seberg, Anna karina en popüler filmlerinde hep kısa saçlılardı ve dişil enerjileri oldukça yüksekti. Claire’in bu bağlamda benzer bir yaklaşımı olabilir mi?
Buna iki açıdan yaklaşabiliriz. Saç tasarımı olarak sinema tarihiyle ilgili pek sözüm yok. O kadar düşünülmüş bir şey değil ama bu tür kahramanlar, yani Medea ya da Claire bu noktadan sonra elinden gelen her şeye karşı çıkmak isteyecektir. Sabrina’nın babası uzun saç isterse Claire tam tersi kısa saç isteyecek. O aslında saçla ilgili değil tamamen nefret ve kontrol etmekle alakalı. Ayrıca o kadar sevgisiz bir anne gibi görünse de Sabrina’yı korumaya çalışıyor. Ancak davranışları, el hareketleri başka bir karaktermiş gibi. Normalde bir annenin çocuğunun saçlarını taraması çok şefkatli bir şeydir. Claire, bunu o kadar sert bir şekilde yapıyor ki çocuğu bir nesneymiş gibi kullanmaya başlıyor. Sanki kızı değil taşıdığı bir aksesuar gibi. Bu kadın, bu çocuğu kendine benzeyen küçük bir kukla gibi yapmak istiyor. Filmin bir yerinde de bahsediyor. Anne ve çocuk aynada yan yana bakarlarken Claire, Sabrina’ya yakında tamamen kendisine benzeyeceğini söylüyor. Yani bu durum bana çok kötü bir tripmiş gibi geliyor. Başka birinin arzularında kapana kısılmak, kapatılmak en zor kâbuslardan biridir. Ve de öyle oluyor zaten, film bir şekilde intihar hikâyesine evriliyor. Çünkü Claire, kendisinden kaçmak istiyor, bu olmayınca çocuğunu, kendi prototipini imha etmek istiyor ve bir zaman sonra onu kaybetmiş gibi görünüyor. Bunlar kabul edilemez şeyler. Filmin son sahnelerinde tek başına sınıra yürüyor ve tabii o sınır da simgesel olarak tasarlanmıştı. Claire, zaten borderline semptomlar gösteriyor. Bu bir noktaya kadar ilerlemiş ve artık dönemeyecek. Bu sınır tek başına geçilmeli. Bazı sahneler, verilen bazı kararlar düşlediğim gibi olmadı ama derler ya düşmanın enerjisini kullanmalısın. Ne sıkıntı yaşarsan yaşa doğaçlama moduna girebilirsin, bu enerji bir şekilde karşı tarafa geçer. Tüm bu çalışma ve sinerji ortaya çıkan eser için oluşuyor bence.
Sabrina, aslında bizlerin oldukça muzdarip olduğu cinsiyet eşitsizliği konusunda önemli bir yere sahip. Herhangi bir cinsiyete mensup olmanın ve her şeyin ötesinde o bir çocuk. Hem erkek hem de kız bebeklerle rahatlıkla oynayabiliyor. Sanırım düşlediği kız çocuk algısına, prenses gibi bir evlada sahip olmadığı için Claire bundan dolayı da mutsuz.
Evet, az önce de söylediğim gibi mükemmel bir prenses yaratmak istiyor ama olmuyor. Zaten bu filmin değişim noktası da budur. Film boyunca anne çocuğa baskı yapıyor. Sen benimsin, benim gibi olmalısın, benim gibi davranmalısın. Fransızcan çok iyi olmalı gibi şeylerle sürekli telkin veriyor. Ancak her şeye rağmen bu küçük kız elinden geldiğince barışçıl ve naif bir şekilde direniyor. Küçük şeyler yapıyor belki ama en vurucu nokta babası oluyor. “Babam beni gelip alacak.” Dediğinde Claire çok kırılıyor. Bazı semptomlarda ve kimlik çatışmalarında insan çok sert olabiliyor ve hiçbir şeyini paylaşmak istemiyor. Tabii ki bu paylaşamama duygusu da güvensizlikten ve güçsüzlükten geliyor. Eğer kendine güvenin varsa bir şekilde sorunlarını halledebiliyorsun. Hayatla ilgili bir sorun yaşamıyorsun belki ama kendinden şüpheli olunca bu çocuğa da yansıyor. Çocuklar ebeveynlerinin aynası gibidir. Sabrina isyan ederek ormana kaçıyor, annesine direniyor. Kendisine hayali bir arkadaş ediniyor. Bu normal bir durum, birçok çocuğun görünmez arkadaşı vardır. Ancak anlıyoruz ki Jasabel de dahil olunca evde üçüncü bir kişi oluyor. Claire hayali arkadaşa bile tahammül edemiyor. Böyle bir şey yok, kesinlikle var olamaz diyor. Sonunda Sabrina’nın sevdiği şeylere karşı bir idam gerçekleşiyor, annesi en yakın arkadaşını kullandığı sözcüklerle yok ediyor.
Emzirme sahnesi çok çarpıcıydı bunu size özellikle söylemek istiyorum. Sabrina ile kuramadığı o güdüsel bağı yıllar sonra telafi etmek istemesi ve özellikle Sabrina’nın ödipal kompleksini kısacık birkaç günde aşması imkânsız bir şey, bunu asla beklemiyoruz. Zaten film tüm bu psikolojik buhranları çok hızlı işliyor. Claire’i bu kadar hızlı sona yaklaştıran motivasyon tam olarak ne oldu?
Bu şekilde olabilmesi için çokça denemeler yaptık, zaten kurgu sürecimiz bu sebeple çok uzun sürdü. Çünkü bu dengeyi yaratmak çok zor bir şey. Çok progresif bir şekilde yavaş yavaş ilerledik. Claire’in tutumu ilk anda belli olsaydı yani sıkıntıları o zaman açığa çıksaydı kendisine bu kadar yakın hissedemezdik. Film çalışmazdı. Olaylar sonradan patlak verdiğinde herkes sorgulamaya başladı, merak etti. Neden böyle oldu? Claire iyi bir kadındı, kızı için çabalayan, uğraşan direnen bir anneydi. Sonra birden karakter atladı. Bizler de bu aşamada bir formülden diğer formüle koştuk. Bu sona gelene kadar çok tereddüt ettik. Aslında buna verilebilecek çok iyi bir cevap yok. Çünkü var olan dokunuşlarımız ve çektiğimiz şeylerin, her şeyin bir sınırı var. İstediğimiz her şekilde yapabilirdik kurguyu. Elimizde fazlasıyla materyal vardı, ama bu hâliyle bana daha mantıklı geldi. Çünkü bir evren oluşturuyorsunuz. Düşünüyorum da hikâye yavaş yavaş ilerleseydi bu kadar etki yaratmayabilirdi. Claire normal şartlarda hepimiz gibi beklenir düzeyde mantıklı davranışlar sergiliyor. Ancak o savaş içinde ya da o zor şartlar altında aniden bir çatışma yaşamaya başlıyor. İnsan kaçakçıları sebebiyle ıssız bir yerde kalıyor, kalmaya zorlanıyor. Yavaş yavaş baskı, yalnızlık ve içindeki karanlık güçler yoğunlaşıyor. Beklenmedik bir noktaya geliyor ve artık geriye dönemez bir hâle geliyor. Polise gitse kesin sıkıntı yaşayacak. Sınırı tek başına geçmeye çalışıyor o da olmuyor ve yine söylediğim gibi şiddet güçsüzlükten doğan bir şey olduğu için o kadar büyük, o kadar güçlü birini o çaresizliğe düşürmek aslında tek başına çok zor bir şey. Tüm hayatı boyunca lüks mekânlarda yaşamış biri sonuçta Claire. Bütün bu sahte hayatı omuzlarına yüklüyor. Ayrıca biliyorsunuz ki emme süresi de enterasan bir şey; çünkü bazı çocuklar altı yaşına kadar annelerini emebiliyor. Ama bizim kültürümüzde bu sürenin tabii ki anne-çocuk bağıyla da ilgisi var. Sonuçta bir çocuk için annesini emmek en konforlu şeylerden biri. Yatıştırıcı etkisi var. Bazı anneler için bu bir güç kaynağı, otorite oluyor. Çocukları onlara itaat etsin istiyor, arzulanmaktan kopmak istemiyorlar. Çoğu zaman eşlerine bile sıkıntı yaratıyor bu durum. Erkek ve kadın arasındaki ilişkide birden çocuk dünyaya geliyor ve sürekli anneyle kalmak istiyor. Çok derin psikanalitik konulardan bahsediyoruz. Claire, Sabrina’yı kendine bağımlı hâle getirmek istiyor ve kopmak istemiyor. Zincir gibi bir şey benim düşündüğüm. Birbirine ekli bir zincir gibi.
Mekan seçimi olarak, anlatmak istediğiniz şeyi en iyi temsil edilebileceğiniz yeri kullanmışsınız. Arkeik insanlardan günümüze ulaşan bir kült bu aslında. Doğada ve ormanda hissedilen huzur, yeniden başlama motivasyonu, sakinlik, güven ve güvensizlik hissinin iç içe geçmesi kesinlikle çok başarılı işlenmiş. Fazla oksijenin ya da alışık olmadığımız herhangi bir dış etkenin fizyolojik olarak deneyimlenmesi sanırım insanda halüsinojen bir varsayı yaratıyor. Claire’in karakter dönüşümünde mekân algısının önemini nasıl kuruyorsunuz?
Mekân araştırmaları çok uzun sürdü, gerçekten çok araştırma yaptık. Neredeyse yakın civardaki bütün köyleri gezdim. Bu yer tam düşlediğim gibi olsun istedim. Osman Özcan tarafından çok başarılı bir sanat yönetimi gerçekleştirildi. Renklerden geri kalan her şeye büyük bir titizlikle yaklaştık. Kullandığımız objektifler bile mekâna hizmet edecek şekilde hazırlandı. Mesela bir anda perspektif değişiyor film daha gerçekçi bir hâle geliyor. Objektiflerle biraz daha derinleşiyor bunu hissediyoruz ve doğa aslında alışkın olduğumuz gibi sadece bir bahçeden ibaret değil. Kullandığımız doğa gerçek ve arkaik bir şey. Bence Claire’in halüsinasyonlarının oksijenle hiç ilgisi yok. Böyle bir şey düşünmedim ama tabii Antichrist (2009) gibi filmlerde bu doğa, tehlikeli bir yer olarak arkaik bir şekilde işleniyor. Yani içindeki en temel duyguyu, misyonu gün yüzüne çıkarıyor. Her şey bu küçük kulübeye odaklanıyor. Romantizm akımından itibaren resim sanatında da dışarıdaki şeyler içerideki ruhun bir aynası olmuştur. Bu Yaban diye bahsettiğimiz şey, içindeki yabanı yansıtmak amacıyla tasarlandı. Claire’in sanrılarını oksijene dayalı olarak ele almadım ama evet. Claire bir şekilde halüsinasyon görüyor ve yavaş yavaş objektif bir bakıştan subjektif bir bakışa geçiyor. Renklerle müziklerle çok görünmeyen ama çok özel olan bir inançla bu duyguyu yarattık. Claire’in içindeki düşüşü, kayboluşu ifade etmek için bunu tasarladık. Bu özgürlük, dere sahnesinde tamamen ayyuka çıktı. Claire, kendine odaklandı ve her şey daha esnek bir hâle geldi. En kötü insana, en kötü karaktere bile sempati duyabiliriz. Bu asla politik bir tutum değil bence. Böyle bir kadın sadece eziyet veren bir kadın olsa izleyici kitlesi açısından sorun olurdu. Ben aslında biraz Claire’e de yakın hissetmek istiyorum. Bu yüzden daha şaşırtıcı olsun istedim. O kendisinden beklenmeyecek şeyleri yapmaya başladı ve bu benim çok hoşuma gitti. Çünkü evrilme seyirciyi başka bir yere taşıyor, şaşırtıyor. Bizim kültürümüzde de çok güçlü kadınlar var ama Claire, biraz daha farklı biri. Evet, anneler kesinlikle çok mükemmeller, ancak çocuğunu nesne gibi kullanan anneleri belki çok fazla görmesek de toplumumuzda varlar. Çok otomatik bir şey yani. Kadınlara anaçlık, annelik sevgisi otomatik bir şekilde yükleniyor. Ama bu genel ve net bir durum da değil. Böyle bir şey olmak zorunda da değil, garantisi yok. Çocukları seven çoğu kadın çocuk sahibi olduktan sonra pişman olabiliyor. Bu konu bana göre yeterince görünmüyor. O tarz annelere karşı bir şey demiyorum ama bence bir insanı bütün olarak ele almak gerekiyor. Bu tutum bana daha yetişkin bir bakış açısı gibi geliyor. Onlar iyi, bunlar kötü diye sınıflandırmak çok mantıklı bir şey değil. Claire, sorunlu bir kahraman ama onun kendi özel sebepleri var. Bu nüansları sebebiyle hikâyeyi ucu açık bırakmak istedim. Seyirci kendi fikrini izledikten sonra oluştursun.
İlk sorularımda erkek karekterler o kadar güçlü değil demiştim; ancak Osman karakterini es geçmek istemiyorum. Bence en az Claire ve Sabrina kadar önemli. İyiliğin ve kötülüğün sentezi olarak tam anlamıyla çatışmacı bir yerden hikâyeyi yakalıyor. Sanırım Osman’ın kötü biri olduğunu düşünmemizi siz de istemiyorsunuz. Yağmurda dans edip arındığı sahne çok özeldi. Siz ne zaman Osman’ın kötü biri olmasından vazgeçtiniz?
Bence en başından itibaren Osman zayıf ve saf bir karakter. Onun böyle olmasını istedim. Çünkü genellikle özünde kötü olan insanlar çok fazla yok. Bence Osman gibi insanların çoğu cahil ya da yolunu kaybetmiş, bu yüzden kötü olmayı tercih ediyorlar. Çoğu zaman bu tarz insanların hepsi bir şeylerden korkuyor. Osman ; çok genç, çok saf ve temiz biri aslında ve belki ailesinin maddi sıkıntılarından dolayı böyle bir hâle gelmiştir. Ailesine bakmak için yanlarından ayrılıyor. Girdiği bu bataklıktan çıkmak çok zor oluyor. Çünkü bu bataklık mafya gibi bir oluşum. Osman çok deneyimsiz biri eğitimsiz ve ailevi sorunlar yaşayan bir çocuk. Hayatı rasyonel bir şekilde planlayamaz ki. Sadece elindekileri değerlendirir. Burs alacağım, okula gideceğim gibi bir hayali olamaz. İyi bir şans yakaladığında onun peşinden gider. Osman, Claire’i kendine yakın hissediyor. Ne yapıyorum, bu yaptığım şey çok yanlış diye düşünüp gerçeklerle yüzleşiyor. Sonunda patlama noktasına yavaş yavaş geliyor. Kabul edilemez şeyler yapsa da olduğu kişiden vazgeçiyor. Enterasan bir şekilde Claire ve Osman’ın arasında imkansız ve hiç göstermediğim bir aşk hikâyesi de olabilir. Bu net bir biçimde işlenmiyor. Bir arayış içerisinde. İkisi de kendi içindeki sınırlara gidiyor. Dediğim gibi kötü insanlar hiç yok değil elbet ama sandığımız kadar çok da değiller.
Osman’da sanırım aile kompleksine sahip ve en az Claire kadar yersiz yurtsuz, değil mi?
Evet ama bence Claire daha yersiz yurtsuz. Osman iş için köyden çıkmış, ancak kendi kültüründe yaşamaya devam ediyor. Onun sıkıntısı Claire kadar temelde değil. Evet çok güçlü değil belki ama özden gelen bir şey de değil. Osman’ın daha pratik çözümleri olabilirdi. Claire; doğru, yersiz biri çünkü bu yüksek burjuvalar çok köksüzlerdir. Gerçekten yanlarında kendileri gibi insanlar olmadığı zaman yalnız kalıyorlar. Böyle yüksek aileden gelen bir kadın belirgin ve inanılmaz şekilde sevgi eksikliği çekiyor. Anne olmanın psikolojik kuruluşundan ne kadar eminiz onu da bilemiyoruz. İki paralel arayış, iki farklı ayrıcalık ve gerçeklikler çok değişken. Motivasyonları çok farklı ama hayat zaten böyle bir şey. Çok değişik insanlar bir anda mucizevi bir şekilde buluşuyor, paylaşımda bulunuyor. Osman ve aile kompleksi o kadar karmaşık değil aslında. Mümkünse köyde kalarak basit bir hayat yaşayabilirdi ama o sadece şartları zorladı. Parasızlık sorunu yaşadı. Claire’in daha derin sıkıntıları var. Bu Türkiye ile alakalı da değil, evrensel bir hikâye. Claire, sahte bir çözüm bulduğunu düşünerek Türkiye’de yaşıyordu, illüzyon yaşıyordu. Ancak bir andan sonra tüm maskeleri düştü. Geriye itaatsiz bir çocukla kalan sevgisiz bir anne kaldı.
Röportajımızı sonlandırırken bir kez daha güçlü görsel öğelere yer verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Çiğdem Mater’e en kısa zamanda yeniden kavuşmamızı dileyerek sözü size bırakıyorum. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben dokuz yıldır Türkiye’de yaşıyorum ve bu kısa sürede o kadar adaletsizlik gördüm ki… Ama merak etmeyin, bu ülkeyi gerçekten çok seviyorum. Maalesef kurgucu Erhan Örs ve yapımcı Çiğdem Mater tutuklandı. Bu iki isim de çok güvendiğim arkadaşlarım ve onlara inancım sonsuz. Dürüst insanlar ve eminim ki asla kötü bir şey yapmazlar. Suçsuzlar ve bu yolsuzluk bana çok çarpıcı geliyor. Ama iyimser bir insan olarak düşünüyorum ki bence bu hikâye asla bir son değil. Yine Çiğdem’e kavuşacağız. Festivallerde ve sahnelerde yeniden buluşacağız. Birlikte daha nice filmler yapacağız. Sanatçı olmak inatçı olmak demektir. Sabırlı ve inatçıyız. Umarım çok beklemeden bu günleri atlatacağız. Bu sadece bir başlangıç.