Zorlu bir kolej eğitimini geride bıraktıktan sonra geleceğini nasıl yapılandıracağına karar vermek üzere ailesinin yaşadığı Los Angeles’a dönen Benjamin, hayatıyla ilgili asıl zorlukların daha yeni başlıyor olduğundan habersizdir. O yalnızca karar verme sorumluluğundan uzak kalmanın, aklını kurcalayan gelecekle ilgili bütün sorulardan bir süreliğine kurtulmanın planlarını yaparken, almak zorunda olduğu kararlar ve cevaplaması gereken sorular ailesinin onun gelişi şerefine düzenlediği davetin onur konukları olarak çoktan salondaki yerlerini almıştır. Elbette Benjamin’in yapmak istediği birçok şey vardır. Ancak, eğitimi boyunca kazandığı saygın bursların, katıldığı sosyal etkinliklerin ve aldığı sertifikaların not edildiği ajandada yazılanları misafirlerine okumak için sabırsızlanan anne ve babasının oğullarının geleceğiyle ilgili endişeleri ne olacaktır? Peki aile dostlarının Benjamin’in seçimlerini doğru bulup bulmayacağı?
Bütün bunların karşısında Benjamin’in kendisi için istedikleri ne derece önemlidir?
Huzursuz bir telaş içinde, onu görmek için gelen misafirlerle ilgilenmeye çalışan Benjamin’in ihtiyacı olan tek şey bir çıkış kapısı ve o kapıyı açacak anahtarlardır. İçinde bulunduğu kutuya elektrik verilince dışarı çıkmak için kutunun her karışından medet uman bir deney faresi gibi hapsedildiği alandan dışarı çıkmayı vadeden bütün yolları denemeye hazır vaziyetteki Benjamin’e çıkış yolunu gösteren kişi ise, gece boyunca, içine endorfin zerk edilmiş karmaşayı sessizce izlemekle yetinen Mrs. Robinson olur. Bu şartlar altında, belirsizlik endişelerinden kurtulmanın en kolay yolunun cinsellik olduğunu tecrübeyle sabitlemiş Mrs. Robinson”ın yapması gereken tek şey, anahtarları Benjamin’in ulaşabileceği bir yere bırakmak olacaktır. O yer, varlıklarının değeri, ısısı ayarlanmış ilaçlı sularında oradan oraya yüzerek kendilerini sergilemekten ibaret olan balıklarla dolu gösterişli bir akvaryumdur.
Mutsuzluğu evlilikle maskelenmiş onca kadın arasından bu görevi üstlenenin Mr. Robinson olması tesadüf değildir. Zira çocuğu yaşlarında bir gençle bu tür bir ilişkiye girmeye cesaret eden kişi, Mrs. Robinson’dan çok, gelecekle ilgili bütün hayalleri üniversite yıllarında rahmine düşen bir bebekle son bulan Miss Robinson’ın (maalesef evlenmeden önceki soy adını bilmiyoruz) yıllar içinde bir cesede dönüşen formudur. Karşı konulamaz bir çekiciliği olduğunu iddia edemeyeceğimiz Benjamin’in Mrs. Robinson karşısındaki tek kozu, hayallerini gerçekleştirme ihtimali olan yolun başında bir genç olması değil midir zaten? Böylesine ”yasaklanmış” bir ilişkiye başlayabilmek için ihtiyacını duydukları cesareti, iki taraf da aynı kaynaktan alıyordur aslında: toplumsal kurallara yöneltilmiş güçlü bir intikam isteği. Benjamin için, “başkalarının” beklentileri yüzünden korkunç bir hal almasından korktuğu geleceği, Mrs. Robinson içinse “başkalarının” değer yargıları yüzünden feda ettiği geçmişi yok eden, gözle görülmeyen kurallar bütününe yöneltilmiş bir başkaldırıdır bu ilişki. Gelin görün ki, Benjamin daha sonra bir başka kadına, Mrs. Robinson”ın güzel kıza Elaine’e aşık olacak; ve bu ilişki, aralarında Mrs. Robinson”ın da bulunduğu başka bir insan grubunun değerlerine karşı bir başkaldırı haline gelecektir.
Benjamin: “Kuralları kimse icat etmiyor. Kendi kendilerine peyda olmuş gibiler.”
Kurulu düzen, Benjamin için hazırladığı yeni ”içinden çıkılmaz durum”la karşımızdadır. İki gencin bir araya gelmesini engellemek için belki Mrs. Robinson yeterince güçlü bir etken değildir, ama toplum? Genel yargılar? Ahlak? Hangi insan elindeki her şeyi kaybetmeden bu kavramları alt etmeyi başarabilmiştir?
Filmin başından itibaren özgüven problemi yaşayan, histerik ve kararsız bir genç olarak resmedilen Benjamin tam da bu sorularla yüzleşmek zorunda kalınca hayatında daha önce hiçbir konuda olmadığı kadar kendinden emin bir vaziyette Elaine ile evlenmeye karar verir. Bu karar, o kadar kesin ve anidir ki Elaine’in kendisinin bile bu durumdan haberi yoktur.
Sevdiği kızı ikna etmek için Elaine’in üniversite eğitimini sürdüğü Berkeley şehrine giden Benjamin, burada bir öğrenci dairesi kiralayıp kaydı olmadığı halde derslere girmeye başlar. Lakin uzun vadeli planları, hayvanat bahçesinde geçen bir sahnede Elaine’in hayatında evlenme sözü verdiği başka bir erkek olduğunu görünce sekteye uğrar. Genç kız, sevgilisinin koluna girip uzaklara doğru giderken Benjamin’in önünde beklediği kafeste birbirine sarılan bir çift maymunun yan tarafında asılı olan ”Do Not Tease” yazısıyla toplum, kurallarını yeniden buyuruyor olsa da, aldığı bir karardan ilk defa bu kadar emin olan Benjamin için geri dönüş diye bir şey yoktur. Los Angeles Havaalanı’na geldiğinde dışarı çıkmak için kullandığı kapıda yazan ”Use The Other Door” uyarısını dikkate almadığı için daha sonra çok pişman olduğundan belki, sırf anahtar başka bir adamın cebinde diye, doğru olduğuna emin olduğu kapıdan gerekirse kırarak geçmekten geri durmayacaktır.
İnsanlar, toplumun onlardan beklediği şeyleri gerçekleştirmeye çalışırken, hedeflerine ulaştıklarında artık yeni bir şey için çabalamak zorunda kalmayacakmış gibi bir hayale kapılırlar. Amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için gereksinimini duydukları azmin, hevesin tek kaynağı da bu hayallerin gerçekleşeceğine dair kuvvetli inançlarıdır aslında. Belirli bir nokta, bir amaç vardır ve önemli olan onu aşabilmektir. Oraya ulaşıldığında bütün zahmetler geride kalacak, her şey daha kolay olacaktır.
Sahiden öyle midir? Yoksa amaçlar, bir sirk hayvanına verilen bisküvilerden mi ibarettir? İlk bisküvi iyi bir lisedir, ikincisi bir üniversite, sonra belki yeni bir dil öğrenmek, belki iyi bir iş bulmak… Daha sonra toplumun takdir edeceği bir evlilik yapmak ve çocuk sahibi olma ”ayrıcalığıyla” seviye atlayıp bir ”bisküvi verici” statüsüne ulaşmak, ama kimsenin işine yaramayacak kadar yaşlanana dek, sonuca yönelik her çabanızın bir sonraki amaç için atılmış bir adım olduğu gerçeğinden mahrum bırakılmak, aldatılmak… Dahası koca bir yaşam karşılığında elde ettiklerinizi, tok bir karın ve izleyicilerinizin alkışlarıyla sınırlı tutmak. Kim bilir, biz her fırsatta insanoğlunun açgözlülüğünden şikayet ederken belki de dünyayı yaşanmaz hale getiren asıl güç, insanlar arasındaki kanaatkârlık silsilesidir.
Benjamin ve artık resmi olarak başka bir adamın karısı olmasına rağmen kocası dahil herkesi arkasında bırakarak Benjamin’le giden Elaine, kurallara baş kaldırarak onlara dikte edilen hayattan kaçmayı başarmışlardır. Ancak arka koltuğuna konuşlandıkları bu otobüsün tekrar aynı yörüngeye girmeyeceğini hangisi iddia edebilir?
Film, Simon & Garkunfel’in huzurlu bir melankoli taşıyan tınıları eşliğinde son bulurken, ikilinin yüzlerindeki mutluluğun yavaş yavaş teslim olduğu hüzün, bunun gerçek bir mutlu son olmadığını pekâlâ bilmektedir.