Barbara (2012) ve Phoenix (2014) filmleri ile kendine hayran bırakan, festivallerin ise ilgi ile takip edilen ismi olan Alman yönetmen Christian Petzold’un yeni filmi Transit, Anna Seghers’in kitabından sinemaya uyarlandı. Nazi zulmünden kaçarak Fransa’ya gelen ünlü yazar Anna Seghers’in 1944 tarihli eseri, yazarın gerçek hayat hikayesinden yola çıkarak, Meksika’ya uzanan kurtuluş hikayesini anlatıyor. Petzold ise hikâyeyi zamansızlaştırarak evrensel bir dil yakalıyor. Film sanki hem geçmişte hem şimdi hem de gelecekte geçiyor. Zaten söz konusu savaş ise hangi zamanda geçtiğinin ne önemi var değil mi? Bu yıkım geçmişte de vardı, şimdi de var, gelecekte de olacak. Ve biz umutla barışın geleceği günü bekleyeceğiz. Öyleyse “Haydi içelim, kurduğumuz tüm hayallere rağmen, hiç değişmeyen dünyaya.”
Fransa faşistlerin işgali altındadır. İşgalden kaçmaya çalışan Georg, biraz para kazanma umudu ile genç bir yazara mektup götürme işini kabul eder. Kazandığı para ile önce Marsilya’ya, oradan da dünyanın başka bir yerine kaçacaktır. Georg, komünist yazar Weidel’e karısı ve Meksika Konsolosluğu tarafından yazılan iki adet mektubu ulaştırmak için Weidel’in kaldığı otele gittiğinde, yazarın işkence göreceği korkusu ile intihar ettiğini öğrenir. Yazardan geriye bir roman taslağı ve ona yazılmış iki adet mektup kalmıştır. Georg, Weidel’in yazdığı romanı teslim etmek ve onun ölümünü haber vermek için Marsilya’da bulunan Meksika Konsolosluğu’na gittiğinde durumu açıklayamadan kendini Weidel olarak bulur. Marsilya’dan kaçabilmesi için gerekli olan para ve Meksika’dan Weidel için gönderilen davet mektubu, Georg’un Fransa’dan kurtuluş biletidir. Georg’un tek yapması gereken vize işlemlerinin tamamlanabilmesi için üç hafta daha beklemektir.
Georg, Marsilya’dan ayrılmasını sağlayacak gemiyi beklerken kendi gibi bu gemiyi bekleyen başka mültecilerle tanışır. Değişik sosyal statülerdeki bu kişilerin hepsi aynı gemiye binecektir. Yani aslında hepsi aynı gemidedir! Ne var ki Weidel’e mektup gönderen Marie, onun öldüğünden habersizdir ve bir hayalet gibi Marsilya’da oradan oraya izini sürdüğü hayalet kocasının peşindedir. Georg nereye gitse sesini duyduğu topuklu ayakkabıların sahibi olan Marie ile sonu belirsiz bir yolculuğa çıkma planları yaparken, transit geçişlerin limanı olan Marsilya onları ne yeni limanlara gönderecek ne de kalmalarına izin verecektir.
Filmin başrollerini Franz Rogowski ve Paula Beer paylaşıyor. İyi seyirler…