Elif Bulut – Hong Kong
Chung King Express (Chung Hing sam lam) Kar Wai Wong’un 1994 yılında sadece 3 ayda çektiği uzun metraj film olarak dikkati çekmişti. Ayrıca her bir sahnenin çekilmeden bir önceki gün yazılmış olduğu söyleniyor . Bir melodram örneği olan filmdeki iki farklı öykü de Hong Kong’da geçiyor.
Filmin ilk kısmındaki hikâyede baş kahraman bir kadın. Kendisinin ne ismi var ne de kendisine ait bir bilgi. Fakat ona sarı peruklu kadın (Brigitte Lin) diyebiliriz. Kadın, Hintli bir grup ile organize ettiği “beyaz toz” suç şebekesinin onu yarı yolda bırakmasıyla cinayetler işler. Aynı zamanda sarı peruklu kadın bir intikam, suç, aşk ve şiddet girdabı içine girer. Bu kadının Amerikalı bir sevgilisi vardır ve adam bu kadını bir Amerikalı hâline getirmiştir. Sarı peruk, güneş gözlüğü ve yağmurluk kullanan bu kadın, kendi kimliğini yansırmıyor ve başka bir ulustanmış gibi gürünüyor. Fakat bu görünüm aslında adama olan bağlılığı ve tutkusundan kaynaklı. Bir yerde fazla tedbirli olduğu için ne zaman yağmur yağacağını bilemediğinden yapmurluk, ne zaman güneş çıkacağını bilmediğinden ise güneş gözlüğü takdığını ifade ediyor kadın. Filmde bu hikâyenin çok derinine inmesek de, bize verilen imgeler sayesinde bir bulmaca gibi konuyu çözüyoruz. Adam bir karanlık kafesi temsil ediyor ve kadının hâlet-i ruhiyesi ise dışarıdaki yağmurlu ve karanlık hava. Bu ilk kısım genelinde yağmurlu hava dışarıda, sıcak ve eğlenceli atmosfer ise adamın işlettiği barda hakim. Amerikalı adamın ruh hâlli veya yaratmak istediği iklim yerin tamamen Amerikan barına benzemesiyle ortada… İçerisi ne kadar Amerikalı ve sıcaksa, dışarısı o kadar soğuk, karanlık ve sarı peruklu kadın gibi ağlamaklı… Yine de kadında sadece hissiyatsızlık, donukluk, umursamazlık ve hiddet görünmüyor dışarıdan bakıldığında. Soğukkanlılığı ve bu görünüm aslında hissiyatlarının tam zıttı. Kadın Amerikalı sevgilisinin onu aldattığını öğrenince, adamı hemen öldürüp intikamını alır ve kimliğini bu adamı öldürmesiyle tekrar kazanır. Çünkü adamı öldürdükten hemen sonra peruğunu çıkarır ve yere atar.
Diğer bir yandan obsesyon halinde eski sevgilisini unutamayan Polis 223 (Takeshi Kaneshiro), doğum günü 1 Mayıs’a kadar her gün en sevdiği meyve olan ananas yer. Eski kız arkadaşının ona dönme ihtimalinin son günü olarak doğum gününü seçer. İlişkilerinin tekrar gündeme gelme ihtimalini ise, 1 Mayıs son kullanma tarihli 30 kutu ananası tüketerek sınar. Eğer en sevdiği meyveyi aynı tarihli son kullanma gününde tüketene kadar May onu aramazsa, ilişkileri bitmiş demektir. Ancak bu adam 30 kutu ananası tükettikten sonra, en sevdiği meyveyi vücudundan kusurak atar, tıpkı hayatının aşkı May gibi. Kendini iyileştirecek en iyi yolun koşmak olduğunu düşünen bu adam, koşu yapmanın onun vücudundaki fazla sıvıların ter yoluyla atmasına yardımcı olacağına ve bünyesinde ağlamak için göz yaşı kalmayacağına inanıyor. Ağlamak ismediğinin ve üzülmek istemediğinin bir tür göstergesi olan bu aktivite aslında Polis 223’ün hâlet-i ruhiyesine yansıyan kayıp duygusundan kurtulmasına yardımcı oluyor en son koşuşunda. Çünkü yeni bir kadına aşık olmuştur aynı günde, doğum gününde. Bu kadın sarı peruklu donuk kadındır.
İkinci hikâyede ise karşımıza Polis 663 (Tony Chiu Wai Leung) ve hostes sevgilisi çıkıyor. Bu adamı da sevgilisi terk eder ve her gün gittiği çin büfedeki garson kız ona aşık olur. Adamın eski sevgilisinin onun için restorana bıraktığı ayrılık mektubu ve evin anahtarı Faye’nin (Faye Wong) eline geçer. Faye içindeki merağı gidermek ve adama daha yakın hissetmek için adamın evine belli aralıklarla gider. Evde temizlik ve küçük küçük değişiklikler yapar. Hatta Polis 663’ün ruh hâlini yansıtan akvaryumdaki ölü balıkların yerine canlılarını koyar. Kadın suç üstü Polis 663 tarafından evinde yakalanınca işler değişir. Adam da bu kadına ve ilgisine karşılık vermek isteyecektir. Fakat kadının hayatıyla ilgili istek ve hedefleri durumu başka bir yöne sürükler. Bu sırada kadın sayesinde adam eski sevgilisini tamamen unutur. Bu olayların geçiş zarfında her şey bir oyun gibi ve hayatın rutini içerisinde geçiyor. Kadının yüksek sesle The Mamas and The Papas’dan dinlediği California Dreamin’ şarkısı ikinci kısma hakim olmuş ve kadının hayellerini birebir anlatmış. Aradan geçen bir yıl ve adamın kızı bekleyişi, aralarında geçen oyunun abartılışı belki de hayatı o ânı beklemekle geçirmenin içindeki duygu yoğunluğunu bir melodram olarak yansıtmış.
Filmin ilk bölümünde dış mekândaki yağmur kadının ve adamın hüznünü; pazarlar, restoranlar ve arka işlevleri kaosu; hem sarı peruklu kadının uyuşturucu kaçakçılığına hazırlık aşamasında, hem de Polis 223’ün bu yerlerde suçlu kovalayışında iç dünyalarındaki duygu karmaşası ve kaosu bu gerçeklikte anlatıyor.
Yönetmenin 2000 yılı yapımı diğer bir filmi In the Mood for Love’da da (Fa yeung nin wa) benzer öğeleri görmek mümkün. Bu sefer yine Hong Kong’da 1962 yılında geçen bir hikâye karşımıza çıkıyor. Bu filmde iki komşunun eşlerinin evlilik dışı ilişkiye girmelerinin ardından sadık olanların birbirlerine sığınmaları anlatılıyor. Bayan Chan’ın (Maggie Cheung) kocası ve Bay Chow’un (Tony Chiu Wai Leung) karısı sık sık Japonya’ya iş seyahatine giderler ve bazen günlerce gelmezler. Her seferinde hediyelerle dönen kadın ve adam eşlerine hemen hemen aynı hediyeyi getirirler. Burada yaşanılan yasak ilişki Bay Chow ve Bayan Chan tarafından açığa çıkarılmış olur.
Yönetmen yine baş kahramanların iç yaşantıları ve hâlet-i ruhiyesini boş sokaklar ve yağmuru kullanarak uzun dakikalar harcamıştır. Bekleyişler, yanlızlık, içine kapanış gibi durumlar bu boş sokaklarda resmedilmiştir. Bir imkansız ilişki ve istenmeyen bir sonuç ortaya çıkmıştır. Kadın hatta Bay Chow’a “Biz onlar gibi olmayacağız.” der. Ancak ikisi de birbirine âşık olmaktan kendini alıkoyamamıştır. Burada yaşanılan ağır huzursuz iklim ve sıkışmışlık bir melodram olarak gözlerimizin önüne serilmiş. Bu kadın ve erkek arasında yapılan konuşma provaları ve bir kaç kez aynı görüntülerle karşılaşmamız duygularının yoğunluğunu ve çaresizliklerini temsil ediyor. Yine bu filmde de ayrılmak zorunda kalan bu iki insan uzun yılları birbirinden habersiz geçiriyor ve bir araya gelmelerini beklediğimiz her an başarısızlıkla sonuçlanıyor. Bay Chow yıllar sonra geri dönse de eski ev sahibini ziyaret etmek için aynı eve, yan evde oğluyla yaşamasına rağmen Bayan Chow ile karşılaşamıyor. En son dağdaki bir hikâyeyi daha önce yönetmenin Bay Chow’un ağzından anlatmasıyla aydınlanıyoruz: Eski zamanlarda bir insan başkalarıyla paylaşamayacağı bir sırra sahip olduğunda bir dağın tepesine çıkar, bir ağaç bulur ve o ağaca bir delik açarmış. O deliğe bu sırlarını anlatır ve üzerini çamurla örtermiş. Ölene kadar sırları orada dururmuş. Bay Chow ise birkaç yıl sonra Kamboçya’ya gider ve Angor Wat tapınağının harabelerini ziyaret eder. Bu harabaler Bay Chow’un Bayan Chan ile arasında olanları ve ruh hâlini temsil eder. Bay Chow duvarlarda bir oyuk bulur ve oraya paylaşmak istemediği hazin sırrını oyuğa anlatır ve üzerini yeşermiş bir toprak parçalarıyla örter.
Aynı yönetmenden, benzer anlatımlarla iki melodram örneğinde derinlikli anlatımlar ve basit olayların aslında duygular açısından çok yoğun oluşunun temsilinin çıktığı görülüyor. Sinematografik açıdan kamera kullanımları ise gerçeğe yakın açılar yansıtmakta. Düzene karşı mükemmelliyete uzak çekimler, filmlerin doğallığını kusursuz hâle getirmiş.