Merhaba Yiğit, öncelikle seni biraz tanıyarak başlayalım. İstanbul’da mimarlık eğitimi aldığın halde şu an Los Angeles’ta çok farklı bir sektörde çalışıyorsun. Bu yol değişimi nasıl oldu?
Aslında çok da dramatik bir değişim değil. Çocukluğumdan beri sinemayla, çizgi romanlarla, popüler kültürle iç içeyim. Hayatım boyunca bu sektörlerde çalışmak istedim. Tabii lise zamanında şimdiki kadar cesur olmadığım için Türkiye’de geçerliliği olan, “garanti” bir meslek seçeyim, eğer tutunamazsam en azından düzgün bir mesleğim olur dedim. Şimdi bunları söylerken bile utanıyorum, tam bir dayı kafası varmış bende. Bu yüzden İTÜ’de mimarlık okudum. Fakat daha Galatasaray Lisesi’ndeyken düzenlediğim çizgi roman atölyeleri, katıldığım sinema kulübü faaliyetleri, üniversitede katıldığım atölyeler ve freelance çalışmalarım ile zaten hep ucundan kıyısından bir bağım olmuştu şimdiki çalıştığım sektörlerle. Şu anki mesleğime karar vermem ise 2012 – 2013 yıllarına tekabül ediyor.
Şu anki mesleğim dedin, onu açalım biraz. Tam olarak ne yapıyorsun?
Bunun tek bir cevabı yok aslında, hayatım boyunca hep aynı anda birçok şeye ilgi duydum. Asıl uzun dönem kariyer hedefi olarak gördüğüm mesleğim, film ve dizilerde sanat yönetmeni ve yapım tasarımcısı olarak çalışmak – ki hem içine girmesi, hem de basamakları tırmanması inanılmaz zorlu bir yol. Hele ki büyük stüdyo prodüksiyonlarında çalışmak için sendikalı olma şartı var gibi bir şey, ve yarıştığınız insanların bir kere ‘vatandaşlık’ gibi bir üstünlüğü var size karşı. Şu an sanat yönetmenleri odasına “yardımcı sanat yönetmeni” olarak kaydolup sendikalı oldum ve bu önümü büyük ölçüde açtı. Bunun sayesinde önümüzdeki ay yapılacak Oscar ödüllerinin ve yeni gelen bir FX dizisinin sanat departmanlarında çalışma şansları buldum. Bunun dışında freelance olarak en çok yaptığım iş film ve dizi afişlerine konsept eskizler yapmak. Reklam ajansları, bir film ya da dizi reklam kampanyasını aldıklarında ya da almak için birbirleriyle yarışırken, stüdyoya onlarca farklı afiş fikri sunarlar. Stüdyolar da beğendikleri fikirleri seçerler ve geliştirme kararı alırlar. İşte bu fikir sunma kısmında benim gibi çizerler devreye giriyor. Ajansın kafasındaki afişleri çizim olarak yapıyoruz ve stüdyoya gönderiyoruz. Yine bu saydıklarım kadar olmasa da bir yandan storyboard çizerliği ve grafik tasarımcılık da yapıyorum. Ne kadar çok yönlü olursan o kadar iyi çünkü freelance çalışan herkesin bildiği gibi hiçbir işin sürekli olacağının garantisi yok.
Bu Sanat Yönetmenleri Odası üyeliği nasıl geldi peki? Bu kuruluşun amacı nedir?
İngilizcesi’yle Art Directors Guild (ADG), eğlence sektöründeki sanat işçilerinin haklarını gözeten bir meslek odası, sendika. Belli bir ücretin altında çalıştırılmamanız, iş yeri şartlarının belli standartlar üzerinde olması, sağlık sigortasından faydalanmanız vs gibi konularla ilgileniyorlar. Ama asıl önemli nokta, büyük stüdyo filmlerinde çalışabilmeniz için sendika üyeliğinin çoğu zaman şart olması. Olmadığı durumlarda ise birçok yapımcı sendikasız birini işe alma zahmetine girmek istemiyor. Üye olmanın açık bir yolu yok. Bazen eğer bağımsız bir filmde çalışmaya başlarsanız ve o filmi bir stüdyo satın alır da sendika filmine dönüşürse, çalışanlar sendikaya girmeye hak kazanıyor, bu bir yol. Ya da bir şekilde sendikalı bir filmde iş bulabildiyseniz, belli bir gün sayısını doldurunca sendikalı olmaya hak kazanıyorsunuz. Gerçekten meşakkatli bir iş. Benim için ise alışılmadık bir yolla oldu. Son birkaç yıldır “Production Apprentice Trainee” dedikleri bir nevi staj programı başlattılar. Gelen başvurular arasından görüşmeler sonucunda birkaç kişi belirleyip, çeşitli yapımlarda çalışma şansı veriyorlar, bu 9 aylık dönem iyi giderse de tam üyelik teklif ediyorlar. Bu programa başvurdum, başvurumun tam üyeliğe değer olduğunu söylediler. Benim gibi birkaç kişiyle daha bir toplantı yapıp direkt üyelik teklif ettiler.
Oscar ödül töreninden bahsettin. O fırsat nasıl çıktı?
ADG üyesi olduktan sonra işlerimi, cv’mi ve iletişim bilgilerimi “availability” listesine koydum, yani eleman arayanların bakabileceği bir üye listesi. Bu sırada da film ve dizi afişi işinde aktif çalışmaya devam ediyordum. Bir gün Dexter, Criminal Minds, House ve Parks and Recreation gibi dizilerde çalışmış bir sanat yönetmeninden mail geldi. İşlerimi çok beğendiğini, FOX’un yapacağı bir müzikal için benimle çalışmak istediğini söyledi. Yüz yüze tanıştık ve arkadaş olduk. FOX müzikali iptal oldu, fakat kendisi işlerimi ve iletişim bilgilerimi sanat yönetmeni arkadaşlarına iletmekten mutluluk duyacağını söyledi. Bir iki ay sonra da bu tarz ödül törenlerinde yıllardır çalışan Emmy ödüllü bir sanat yönetmeni iletişime geçti ve Oscar’lar için beraber çalışmaya başladık. Farklı sahne konseptleri üzerine çalıştım çoğunlukla.
Hiç mimarlık yaptın mı/yapıyor musun? Türkiye’deki eğitimini zaman kaybı ya da enerji israfı olarak gördüğün oldu mu?
Hayır, aksine çok faydasını gördüm. Özellikle San Francisco’da akademide okurken. Sonuçta mimarlık eğitimi temel bir tasarım eğitimi aynı zamanda, hem grafik tasarım konusunda da yıllarca pratik yapıyorsunuz. Öğrenciyken yaptığım işlerin sunumunun hep çok profesyonel olmasına dikkat ettim, bu mimarlığın verdiği bir disiplin. Bunun sayesinde de özellikle öğretmenlerimin dikkatini çektim, ufak tefek işler teklif ettiler asistanlık vs. gibi. Fakat mimarlık okurken yaptığım stajlar dışında aktif mimarlık yapmadım.
Özellikle sanat yönetmenliği konusunda da mimarlığın çok faydası oluyor, zaten mimarlıktan gelen birçok “production designer” (sanat departmanının başı, yapım tasarımcısı) da var. Set tasarımlarında çalışıyorsunuz, plan çizimi yapabilmek / okuyabilmek, inşaat ekibiyle iletişim halinde olabilmek ve genel bir tasarım bilgisine sahip olmak yapabilmeniz gereken şeyler. Bu yüzden mimarlık yapmıyorum demem aslında çok da doğru olmaz. Geleneksel anlamda yapmıyorum sadece.
Peki biraz da illüstrasyon işlerinden bahsedelim. Geçtiğimiz sene içinde 30’dan fazla film ve dizi projesinde çalışma imkanın olmuş. Kariyerinin bu bölümü nasıl başladı ve çalıştığın büyük yapımlardan bazıları neler?
2015 yılı sonbaharında San Francisco’daki okulumunun son dönemindeyken önce kısa süreli bir iş teklifiyle Los Angeles’a geldim. Zaten ilk hedefim okul biter bitmez buraya taşınmaktı, malum sektörün kalbi Hollywood burada. Okulum bitmek üzereydi ama girmek istediğim alan çok rekabetli bir alan olduğu için kendimi geliştirmeye devam etmem gerekiyordu. Sektörde çalışan ünlü çizer ve tasarımcılardan ufak dersler, workshop’lar almaya başladım. Aktif olarak iş aramıyordum çünkü enerjimi bölersem çok ilerleyemeyeceğimi düşünüyordum. Fakat yine de ufak tefek freelance işler bakmaya başladım. Bir gün film işlerinin ilanlarının asıldığı bir sitede bir storyboard çizeri ilanı gördüm, ona başvurdum. Meğer ilanın sahibi, temsil etmek için yeni çizerler arayan bir sanatçı temsilcisi ajansıymış. İşlerimi görünce benim iyi bir konsept eskiz sanatçısı olabileceğimi, denemek istersem sevdiğim bir iki diziyi alıp birkaç örnek sayfa yapıp gönderebileceğimi söylediler. Zaten çocukluğumdan beri film afişlerine büyük ilgim vardır, küçükken kendi kafamdan uydurduğum filmlere afişler çizer, gazetelerdeki sinema sayfasındaki afişleri keser biriktirirdim. Hemen o gece birkaç örnek hazırladım, çok beğendiler. Birkaç gün sonra yüz yüze görüştük ve beni temsil etmeye başladılar.
Portfolyomda çok örnek olmadığı için ve tecrübesiz olduğum için ilk işimi almam biraz zaman aldı ama Şubat ayında ilk dizi işimi aldım. İki gün boyunca, geçtiğimiz haftalarda yayına başlayan, Ridley Scott ve Tom Hardy yapımı olan Taboo dizisine afiş fikirleri çizdim. Ne mutlu ki çok başarılı geçti ve oradaki işim hemen yeni işlere fırsat doğurdu. Gerçekten bilginin kulaktan kulağa yayılması bayağı hızlı burada. Bu çok iyi bir şey çünkü işinizi düzgün yaparsanız başarılı olmanız kolay. Fakat o itibarınız kötü bir deneyimle aynı hızla bozulabilir, o yüzden hep dikkatli ve özenli olmak gerek.
Çalıştığım yapımlar arasında en dikkat çekenleri yakında gelecek olan Power Rangers filmi, birkaç hafta önce Netflix’e gelen Lemony Snicket’s A Series Of Unfortunate Events dizisi, 2014’teki Kingsman’in devam filmi olan Kingsman The Golden Circle, Orange Is The New Black, Netflix’in yaptığı live action Death Note uyarlaması ve yapım aşamasında olan iki yeni Marvel Comics dizisini sayabilirim. Kimine afiş konseptleri, kimine storyboard, kimine ise sosyal medya sayfalarına illüstrasyonlar yaptım. Power Rangers, The Mindy Project, Divorce, Explorer, Jon Glaser Loves Gear, The Exorcist gibi yapımlara yaptığım çizimler fotoğraf çekimleriyle poster haline getirilip billboard’lar, bina cepheleri, popcorn paketleri, tv reklamları gibi mecralarda kullanıldı.
Üzerinde çalıştığın kendine ait projelerin var mı? Bu noktadan sonrası için planların neler?
Evet okuldayken üzerine çalışmaya başladığım, yazıp yönettiğim bir kısa animasyon fikrim var fakat iş yoğunluğundan yavaş ilerliyor. Kaba taslak bir animasyon, karakter tasarımları, soundtrack çalışmaları vs. ağır aksak zaman buldukça. Zaman yaratıp yurtdışına bir yere gidip birkaç ayımı verip yoğunlaşarak çalışmak istiyorum ama diğer işlerim şu an birinci planda. O yüzden bundan sonraki planım, yaptıklarıma hız kesmeden devam edip mümkün olan en kısa sürede en çok tecrübeyi edinmek. Sürekli göz önünde olmak, kendini unutturmamak önemli.
İstanbul’da doğdu. Öğrenimini Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde tamamladıktan sonra reklam/medya sektöründe çalışmaya başlayarak Mindshare ve Starcom gibi Türkiye’nin önde gelen medya ajanslarında görev aldı. Facebook üzerinde içeriğini kendi yarattığı Fil’m Hafızası sayfasını kurdu. Sayfa içeriğini sosyal sinema platformuna dönüştürerek genç girişimciler arasına katılan Öncü, Arena Media’da Dijitalden Sorumlu Ajans Başkan Yardımcısı olarak çalışıyor.