25th Hour için, 11 Eylül saldırıları sonrası Amerika’nın sarsılan toplum yapısının neden olduğu salt hüznün koktuğu bir film diyebiliriz. Merkezinde suçluluk duygusu, pişmanlık gibi kavramlar var olsa da -filmin etkileyici sahnelerinin uzun monologlar içermesi bunun başka bir yansıması adeta- alt metinde milliyetçiliğe sık sık göndermelerde bulunuyor. Spike Lee, içinde yaşadığı topluma, durup biraz da kendilerine bakmayı öğütlemiş sanki ve bu hesaplaşmayı Monty Brogan üzerinden yapıyor. Uyuşturucu satıcılığıyla büyük paralar kazanmış, sevdikleriyle mutlu bir hayat kurmanın derdine düşen Monty, ihbar edildiğini ve hapse girmeden önce “ yaşamak “ için 24 saati kaldığını öğrenir. Monty suçuyla yüzleşmek ve kaçmak arasında kalıp tüm hayatını sorgulamaya başlarken, film, sorusunu tam da bu noktada sorar: “Eğer geç kaldıysan, tüm hayatını bir günde değiştirebilir misin?“