Matrix’e giden yolu açan iki şaheserden biri olan ‘Akira’ 16.7.1988 tarihinde gerçekleşen 3. Dünya Savaşı’nın 31 yıl sonrasında Neo-Tokyo’da geçen öyküsüyle bugün fazla fütüristik durmayan bir tablo koyuyor önümüze: Sokaklarda kargaşa ve anarşi, başarısız bir totaliter rejim ve ‘Akira’nın peşinde bir avuç insan… Bu avucun içerisine konuyla alakasız yeni yetmelerden oluşan motorlu bir çeteyi, anarşistleri, bilim adamlarını ve devlet güçlerini koyan film, bilinmeyen bir bilinenin peşine düşen bu kişileri kâh aynı kâh farklı cepheye koyarak taraf tutulmasını imkânsız hale getiriyor. Klasik anlamda iyi ve kötü karakterlerin olmaması ise algımızı iyice muğlâklaştırıp bulandırıyor ve son ana kadar ‘Akira’nın ne/kim olduğunun açıklanmaması gizem unsurunun etkili bir silaha dönüşerek seyircinin dikkatinin kader birliği etmiş kişilerin öyküsüne odaklanmasını sağlıyor. Bilim-kurgunun geldiği noktayı anlamlandırmak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir durak ve her sinefilin hafızasında yer edinmesi gereken filmlerden biri olan ‘Akira’, sinemanın tozlu tarihinde parlaklığını yitirmeden öylece beklemektedir.