Güzel, genç, yetenekli ve enerji dolu bir sosyal medya içerik üreticisinin hayatından birkaç günü olanca açıklığıyla anlatan Sweat (2020), kalp atımlarını hızlandıran ve kelimenin tam anlamıyla terleten bir açılış ile başlar. Fitness içerik üreticisi Sylwia, bir alışveriş merkezinde sayıları neredeyse altı yüz bini bulan takipçilerinin yalnızca bir kısmıyla ihtişamlı bir aerobik seansında buluşur ve birlikte kocaman bir öz çekim çekilirler. Sylwia’nın keskin ve kendinden emin gülüşünün kendine doğal bir yer bulduğu bu kalabalık, dinamik ve görkemli kare, hayranlık uyandırıcı ve motive edici etiketleriyle pek çokları için akıştaki yerini sabitleyecektir. Sylwia, hayatının tüm detaylarını -evini, köpeğini, yedikleri ve içtiklerini, kullandığı eşyaları-, oturduğu apartmanın merdiven boşluğunda geçenler de dahil olmak üzere hayatının pek çok anını takipçileriyle paylaşmaktadır. O, yalnız sayılabilecek biri gibidir, takipçileriyle kurduğu tek yönlü denebilecek beğenilme ve onaylanma odaklı sanal bağın dışındaki kişilerarası ilişkilerinde oldukça mesafeli ve edilgen görünmektedir. Yalnızlığını ve yakınlık arayışını yine sosyal medyada takipçileriyle paylaştığı bir videoda tüm dürüstlüğüyle kendisinden dinleriz: “Sylwia, her şey yoluna girecek” diyecek birilerinin yakınlığını aramaktadır. Vitrinde görünen ışıltının hemen ardındaki perdenin aralanarak Sylwia’nın duyguları ve edimleriyle gerçekten bir insan olarak ortaya çıkmasına bu sahneden sonra tanık olmaya başlarız.
Polonya’da yaşayan İsveçli yönetmen Magnus von Horn’un ikinci uzun metrajlı filmi olan Sweat, 2020’de Şikago Uluslararası Film Festivali’nde Altın Hugo ve Göteborg Film Festivali’nde Angelo Ödülü’nü kazanmış, bununla birlikte 2020 Cannes Film Festivali Resmi Seçkisi dâhil pek çok film festivalinde gösterimi yapılmak üzere seçilmiş ve ödüllere aday gösterilmiştir. Von Horn’a göre bir nevi belgesel olarak da nitelendirilebilecek bu film, günümüzün değişen ve dönüşen sosyal bileşiminde belirgin bir konum edinen sosyal medyanın önemli kavramları haline gelen içerik üreticiliğini ve içerik üreticilerini anlatan sayılı yaratıdan biri.
Sahi, “içerik üreticiliği”nin Türkçe’de nasıl bir karşılığı var diye bakınca “etkileyen”, “deneyimleyici” tanımlarıyla karşılaşıyoruz. Gerçekten de Sylwia’nın nefesinin yettiğince haykırdığı, aktif, capcanlı, yüreklendirici açılış sahnesinde müziğin ve dinamizmin ritmine kapılmamak, ondan etkilenmemek elde değil. Hemen ardından karakterin binlerce kişiyi etkileyen ve motive eden hayatının daha yalın ve gerçek anlarına tanık olduğumuzda aslında sanal ve gerçek arasındaki belirsiz ayrımın gün geçtikçe daha da belirsizleştiğini görüyoruz. Bir yanda sanal ortamda çok gerçek bir etkileşim var. Sosyal ilişki normlarının dönüştüğü ve gerçek yaşantıların mekânsal boyutunu kaybettiği bir dönemde, Sylwia’nın takipçileriyle etkileşirken “gerçek” diye adlandırılabilecek ilişkilerinde dışavuramadığı kadar çok duygulandığını görüyoruz. Başlangıçta daha basit ve tek yönlü gibi duran bu etkileşimin aslında ne kadar çok yönlü olduğunu film ilerledikçe anlıyoruz. Senelerdir bildiğimiz, alıştığımız, öğrendiğimiz anlamda bir karşılıklılıktan çok daha farklı gibi görünse de bu ilişki aslında benzer ihtiyaçlara hizmet ediyor: varlığını görünür kılarak gerçekleştirmek ve yakınlık. Sylwia, alışveriş merkezinde bir hayranıyla karşılaşarak sohbet ettikleri sahnede ona zaman zaman işini bırakmayı ve Instagram hesabını silmeyi düşündüğünden bahsediyor ve ekliyor: “Her şeyin ortadan kaybolması için tek bir tıklama yapmam yeter”. Sylwia, varlığını bir içerik üreticisi olarak görünür kılıyor ve tek bir tıklama ile ortaya koyduğu bu varlığının ve tüm yaşamının adeta kayıplara karışması mümkün.
Hayatının belki de en çok yakınlık arayışında olduğu evresinde yaşadığı bu yalıtılmışlığın izlerini özellikle annesinin doğum gününü kutlamak üzere ailesiyle bir araya geldiği sahnede görüyoruz. Samimi bir ilişki kurmaya dair Sylwia’nın gösterdiği tüm gayretin etkisiz kaldığı, reddedici ve belki de rekabetçi ve değersizleştirici bir tutum sergiliyor anne. İlişkilerinin geçmişine dair çok fazla şey bilmesek de Sylwia’nın sevgi dolu sözlerine hiçbir tepki alamaması içimizde, onun derin yalnızlığına karşı bir şefkat uyandırıyor. Annesinden ayrılıyor olmanın veya annesinin ondan ayrılarak hayatını bir başkasıyla paylaşıyor olmasının yasını tutan Sylwia’nın çaresizliği karşısında izleyici olarak sanki onun takipçilerindenmişçesine bir eşduyum içine giriyoruz.
Öte yandan somut bir bireysellik ve biricik hissetme arzusuyla dolu sanal ilişkinin dikenli sınırlarını, bir takipçisinin kendisini gerçekten takip etmesi ile fark ediyoruz. Evinin bulunduğu apartmanın önünde bir arabanın içinde kendisini gözetleyen takipçisini fark ettiğinde Sylwia’nın verdiği tepki, karşılaşmanın içeriğinden bağımsız bir ikilemi akıllara getiriyor. Sanal diye adlandırılan, gerçek olandan sahiden de ayrılabilir mi? Bir şeyin sanal ortamda olması onun gerçekliğini değiştirebilir mi? Yoksa bu kelimeler aynı özün farklı görünümlerinin geçici tanımları mı?
Magdalena Koleśnik’in Sylwia rolündeki çarpıcı performansı, adeta yüz altı dakikalık süreğen bir öz çekim gösterimi gibi izleyiciyi etkisi altına alıyor. Film boyunca ana karakterin yüzünü görmediğimiz sahneler son derece sınırlı sayıda. Neredeyse tüm temel duyguları Sylwia’nın yüzünden okuyabiliyoruz; ilk başta pozitif, canlı ve sabit bir gülümseme, izleyenlere her şeyin yoluna gireceğini söylercesine güven veriyor. Kendi kendine olduğu zamanlarda yalnızlığını durağan ifadelerinden seçiyoruz. Sylwia’nın yüzünde üzüntü, şaşkınlık, öfke, iğrenme gibi duyguların her biri kendine yer buluyor. Yönetmen, karakterin yüzüne odaklanarak iç dünyasına bir kapı aralamayı mümkün kılan bir üslupla biz izleyicileri sadece gösterilmek istenen kadarını görebilen takipçilerden çok gerçek bir insanın gerçek anlarını seyredebilir kılıyor ve hayatımızın pek çok alanında birbirimize bu bağlamda yaklaşmakla ilgili bir umut da aşılıyor. Bu umuda ve çabaya ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu yeniden hatırlıyor ve Sylwia’nın sözlerine katılmadan edemiyoruz:
“…İnsanları en zayıf, güçsüz, berbat hallerinde seviyorum. Gerçekten insan oluyorlar…”
Selin Tanyeri